A password will be e-mailed to you.

George Baselitz, “Son On yılın Resimleri” başlıklı sergisiyle Akbank sponsorluğunda Sakıp Sabancı Müzesi’ndeki yerini aldı. Hayır, açılışa gelemedi. Onu oğlu Daniel Blau, galerilerinden Thaddeus Ropac ve serginin küratörü uzun yıllardır SSM sergilerine verdiği danışmanlıkla bildiğimiz Norman Rosenthal temsil etti.

Baselitz’in son on yılına tanık olmak Baselitz’in son on yıl boyunca yaptığı resimleri izlemek, takip etmek sanat tarihine çoktan geçmiş bir sanatçının nasıl yaşlandığını, daha doğrusu yaş aldığını ortaya seriyor.

Aralıksız aşağı yukarı 70 yıldır resim ve heykel yapan bir sanatçının son on yılına tanık olmak aynı zamanda onu sanat tarihinin buzhane çekmecelerinden çıkarmak, onun üzerine yeni, taze kesinlikle sıcak fikirler geliştirmek anlamına geliyor.

Evet, bu uğurda da sanat tarihinin Batıcı, Batıcıl kanonunun kayıtsız şartsız egemenliğini sorgulamak fırsatı elde edilebilir. Ve evet, sanat tarihinin o kendi içinde tutarlı konsensusundan kafayı kaldırıp özgürleşebiliriz (çünkü sergide Baselitz’in sadece son on yılına dair resimleri yer alıyor).

Ve bir şey daha… Şu hepimizin kafaya takıp bu yüzden daha çok yulaf tükettiği ya da zerdaçala bulandığı ya da damardan C vitamini serumu yediği ölümsüzlük üzerine düşünmek anlamına da geliyor.

Bir sanatçının eserinin longetivity’si üzerine düşünmek?

George Baselitz, Doğu Almanya’nın ücra bir köyünde doğdu.

Sanatçı olmak istiyordu. Babası onun, maksimum, köye uzak porselen fabrikasında işçi olabileceğini söyledi. Ya da bir ormancı.

Ormancı oldu. Thorandt’a ormanda çalışmaya gitti.

Bir süre. Yüzlerce ağacın kesilişine tanık oldu. Yüzlercesini kendi elleriyle bizzat doğradı.

Bu ormancı genç, Doğu Almanya Berlin akademisine kabul edildikten sonra ilk Amerikan soyut dışavurumu resmi gördüğünde yıl 1958’di. Yer ise Batı Berlin.

1958’de Amerikalılar çoktan Almanya’yı Nazi’lerden özgürleştirmiş. Sırada Demir Perde ülkeleri vardı, hemen, şimdi özgürleşecek!

Amerikan resmi, tüm uçsuz bucaklılığı, figüre bildik anlamda yer vermemesi, renk uzmanlığı, boya teknolojisiyle özgürleştirici bir araç olabilirdi pekâlâ.

Batı Almanya’da Jackson Pollock ve Phillip Guston’u görmek Baselitz’i tam olarak nasıl etkiledi, bilemeyiz. Ama söyleşilerinde sık sık bu sergiden bahsettiğini ekleyebiliriz.

Ancak şunu söyleyebiliriz ki o ve Anselm Kiefer, Lüpertz ve Immendorf, dönemin İsviçreli eleştirmeninin- Theo Kneubühler– haklı deyişiyle, “dünyayı nasılsa öyle göstermek” istediler.

Bu da Alman olmaktan, yaradan, travmadan, yüzleşmeden, suçluluktan kaçmamak anlamına geliyordu.

Geçmiş geçmemişti.

Georg Baselitz, Işık Kapalı, 2019

Onlardan önce gelen Zero sanatçıları gibi bir sıfır noktası tayin etmek, yeniden başlamak yerine savaş sonrası, faşizm sonrası, küller sonrası, bombalar sonrası neyse öyle, belki yarım, belki yaralı, belki suçlu, belki kâbuslarla, bir ertesi günde onun akşamından kalanlarla takılmak istiyorlardı.

Tarihçi değillerdi. Analiz yapmıyorlardı. Teşhis de. Ancak teşbih olabilirdi yaptıkları.

Bütün suçları yüklenmek de değildi, ama suçu taşımaktı, altında ezilerek ya da bazen o resme bakanları da ezerek…

George Baselitz, bir dışavurumcu muydu?

Okuduğumuz eleştirmenler, bir bakıma yakın sanat tarihi “hayır” diyordu. Öncüllerinden farklı olarak Baselitz ve kuşağı, doğa ve anlaşılmaz irrasyonel güçler peşinde değildi.

Aşkınlar fena halde hesap ödemişti çünkü.

Belki biraz içkinlik. Çare bu olabilirdi.

Tarihin yıkık dökük, eksik, sakat bıraktığı ruhlarını azami bir biçimde teşhir etmek peşindeydiler.

Yansıtmak, en öznel olanı en öznel şekilde…. En aynı zamanda gölgen olanı. Karanlığını. Ortak karanlıktan nasip alan karanlığını, en sana ait olanı ve sana kolektiften de armağan kalanı.

O artığı.

Baselitz de evet akranları gibi doğayı taklit etmiyordu. Sanatını doğa kılmıştı. Tariften uzaktı ve hatıralarıyla baş ediyordu. Bu baş edişi esnasında çıkan imgeleri “işlenmemiş” en dolaysız şekilde aktaracaktı ama bir farkla…

Resimlerindeki figürleri baş aşağı çevirerek…

Dolayısıyla ve aslında dolaysız bir biçimde işin içine bizim bu resimlere bakacak gözlerimizle birlikte (bir tür Fontana gibi) bedenlerimizi kattı.

Aslında Baselitz için beden de bir figür değil miydi? Resmine bir yaklaşan bir uzaklaşan.

Küçükken o ücra Doğu Alman köyüne, boğuk ve geç gelen savaş uçaklarının sesleri gibi…

Figürlerini baş aşağı kılmadan önce Philip Guston ve Jackson Pollock gördükten tam iki yıl sonra yapmaya başladığı Kahramanlar (Heroes- Helden) serisini üretti.

Bu resimlerdeki figürleri Neşet Günal’ın figürlerine benzetirim.

İkisinin de anti kahramanlar armağan ettiğini bize ancak Günal’ınkiler statik daha anıtsal, Baselitz’inkilerin içleri ve kontürleri jestlerle doludur. Ama hepsi yaralıdır. Çoğunun ayakları çıplak…

Bugün Baselitz’in kendine ait bir resim koleksiyonu var. Afrika sanatı örnekleri, Fontana, Vedova, Warhol, Lichenstein ve Rauschenberg’lerden oluşuyor.

John Cage ve Robert Rauschenberg, Black Mountain Koleji başlıklı bir resmi de bulunuyor.

Figürlerini baş aşağı kıldıktan sonrası, yani Baselitz’in şimdi’si sanat tarihinde bulunmuyor.

İşte o şu sıralar Sabancı Müzesi’nde. Daha önce da Gagosian, Thaddeus Ropac gibi galerilerde görüldü.

Georg Baselitz, The Heroes

Georg Baselitz: Son On Yıl sergisinde kendisinin ve eşi Elke’nin bedenlerini tasvir ettiği resimlerinde, konu yaşlanma ve zamanın geçiciliği. Serginin bülteninde, Baselitz’in 1950’lerden bu yana çeşitli tekniklerde ele aldığı, Deutschbaselitz’te geçen çocukluğunu hatırlatan kartalları, mavi arka planlara işlenmiş bir seride geri döndüğü yazıyor.

“Serinin 2024 tarihli son tablosu, ilk kez bu sergide ziyaretçi ile buluşuyor. Aynı şekilde, çocukluğundan beri resmettiği geyik motifi, kariyerinin başından beri eserlerine yön veren mitolojik ikonografinin bir parçası olarak yeniden ortaya çıkıyor. Serginin öne çıkan, baş aşağı figürlerin üzerine naylon çorapların kolajlandığı Springtime [İlkbahar] serisi ise, Dada kolaj sanatçısı Hannah Höch’ten ilham alıyor” deniyor aynı bültende.

Bu önemli çünkü sanatçı kadın sanatçılarla ilgili vahim bir açıklamada bulunduktan sonra yapıyor bu homage resmini. Bir tür özür dileme kadın sanatçılardan. Ve bir ara Sarah Lucas’ı çok sevdiğini açıklıyor.

Bana kalırsa, sanatçının son on yıl boyunca yaptıkları, radikal bir sanatçının nasıl evcil bir sanatçıya evrildiğini sergiliyor.

Sanatçı “o gün”e kadar neyse bugün adeta tam tersi.

Artı, bir görünen epey bir kaybolan eliyle, kendine mahsus baskı tekniğiyle hâlâ uçsuz bucaksız büyük tuvallere yerleşiyor ancak büyük bir farkla, jesti en az seviyede kullanarak…

Fiziksel zaaflarını bilerek daha az fiziksel efor harcayarak resim yapmayı nasıl sürdürürüm sorusuna pratik yanıtlar arayarak…

Bir zamanlar, nasıl yanlış anlamalara mal olacak şekilde cesurca taşıdığı büyük harfle yazılan tarih bagajını bilinmez bir havalimanında bıraktığı gibi kendisini bir dönemini de aynı yerde terk etmiş hafiflemiş görünüyor.

1960’lı yıllardan itibaren figür resmine dair o güne dek bilinen ne varsa onu kendi yöntemiyle (boyayarak) silme ve oluşturduğu imge sözlüğüyle baştan yazmaya kalkan sanatçının son on yılda yaptıkları, onun resmine dair ne biliyorsak onun tam tersini içeriyor.

Ve burada bir ironi yok.

Baselitz, resim yapma biçimini de unutmaya karar vermiş belli ki.

Ve sonuç kendi resminin çatışmacı, konfor bozucu, yıkıcı etkisinden tamamen arındırılmış konforlu, bol kadın ince naylon çoraplı resimler silsilesi… Düzenli istifler. Gözlere güzel keyifli banyolar.

Georg Baselitz, Leneh, 2020

30 yıl boyunca aralıksız olarak yerde çalışan sanatçının doğrulduğu andan itibaren muhtemelen oturarak kendine ait bir baskı tekniği uygulayarak çoğalttığı, bir bakıma “Warhol”laştığı imgeleri, bir sanatçının sanat tarihinin bahşettiği pozisyonlarının kalıcı olmadığının altını çizdiği gibi bir sanatçının bu çağda konforsuz başladığı kariyerinde konforsuz kalabilmesinin, hatta buna öykünmesinin de ne kadar az mümkün, ender olabildiğini gösteriyor.

Gerçek bir Vedova dışavurumu, Fontana kesiği, Baselitz portresi severi olarak SSM sergisi bizlere hiç bilmediğimiz (tanımadığım) bir George Baselitz gösteriyor.

Sanat tarihinde mevcut olmayan bir Baselitz.

Öte yandan eskiden daha ziyade sanatçılara mahsus bir kavram olan ölümsüzlüğün, ölümsüzlüğe giden longetivity yollarının bir sanatçı ve onun eserleri söz konusu olduğunda nasıl formülsüz olduğunu, muğlak olduğunu da.

Sanat tarihine geçmiş çağdaş bir sanatçının ölümsüz olmak için eser üretmesinin yetmediğini, bir sanatçının ölümsüzlüğünün, bir Mısır kedisi ölümsüzlüğüyle asla yarışamayacak ve yarışmak istese dahi yapacaklarının nasıl da müphem olduğunu bizlere dramatik bir şekilde ifşa ediyor.

Ama belki de asıl başka bir krizi, sorunu, hatta sonu işaret ediyor.

Hayatı boyunca ne yaparsa yapsın öznel hatta hiper öznel olmak isteyen İkinci Dünya Savaşı’na tanıklık etmiş bir sanatçının son on yılda yaptıkları öznel değil mi peki?

Georg Baselitz – Sofabilder

Güzel soru ama yanıtlarken yargılamamız gereken sanat tarihi değil. Yanlış adres. Ezber bozalım.

Yargılamamız gereken bu öznelliğin bugün önündeki engeller, galericiler, koleksiyonerler, eseri mobilyalaştırıcılar, açık arttıranlar, ürünleştiriciler…

Yazının başında sorumlu tuttuğum, yargılamakta büyük bir ihtimalle aceleci davrandığım sanat tarihi yerine asıl sorumlunun Sanat Pazarı-Art Market– olduğu gerçeğini…

Kendi toplumsal tarihini reddetmemiş bir sanatçının taşıdığı  yaranın, yasın izini dahi bu Sanat Pazarı’nın nasıl etkinsizleştirebileceğini, hatta silebileceğini, pazarın gücünü, şiddetini sergiliyor.

Sergideki o resim… Im Bet dem Sofa, Kanapenin Üzerindeki Yatakta, 2021 tarihli o resim. Güçlü bir metaforun resmi. Bildiğimiz Baselitz’den en çok izler taşıyan resim sergideki.

Devrilmiş yan yatmış, üstün körü adeta kara tahtaya çizilmiş yitmekte olan, aslında yok bir mekânda yeni bir odalisque olarak Batılı yaşlı erkek sanatçıyı gözümüzün önüne bu kez baş aşağı değil  yatay bir şekilde sermesiyle hakikaten special.

Not: “Georg Baselitz: Son On Yıl” isimli sergi Sabancı Üniversitesi Sakıp Sabancı Müzesi (SSM) ve Akbank Sanat’ta sanatseverlerle buluşuyor.

Daha fazla yazı yok
2024-09-19 16:01:02