A password will be e-mailed to you.

Kumru Yaren Cengiz ile Aktör Stüdyo’nun ikinci konuğu Onur Ünsal.

Son oyunu Dıkşın: Büyük Şans ile 26. Yapı Kredi Afife Tiyatro Ödülleri’nde Yılın En Başarılı Erkek Oyuncusu adayı olan Onur Ünsal, Kumru Yaren Cengiz ile Aktör Stüdyo’nun ikinci konuğuydu. İstanbul Devlet Konservatuvarı’ndan 2006 yılında mezun olan Onur Ünsal, yıllardır sayısız sinema, tiyatro, televizyon, dijital platform projelerinde karşımıza çıkmıştır. Özellikle Moda Sahnesi’ndeki oyunları ile adından her sezon söz ettiren Onur Ünsal şu an sezonda yönetmen ve oyuncu olarak aktif olarak beş oyunla ilgilenmektedir.

Kumru Yaren Cengiz: Seni bu mesleğe iten en bariz şeyi sorsam? 

Onur Ünsal: Herkes beni görsün alkışlasın isteği. Çok küçüklükten seçtim bu mesleği. İlkokul, ortaokul aşamasında sürekli tiyatro kulüplerindeydim. Ha bire oralarda takılır, sahne üzerini çok eğlenceli bulurdum.

K.Y.C: Rolle ilişkilenmeye nereden başlıyorsun?

O. Ü: Rolün nerden geldiğine bağlı. Tiyatrodan geliyorsa yazara, o role, o rolün ne olduğuna odaklanmaya çalışıyorum. Çünkü sandığımız kadar zeki varlıklar değiliz aslında. İnsanlar ne yazmışlar oyunla ilgili, aslında neler anlatıyor diye derin bir araştırma sürecine giriyorum özellikle bizim tiyatroda Kemal Aydoğan ile böyle yaparız. Eğer İngilizce ise çeviririz. Metinle çok hemhal olmaya çalışırız. Entelektüel bir araştırma süreci olur. Sonrasında da sahneye çıkıp 1-2 ay çalıştığımız bir süreci olur.

K. Y. C.: Dijital ve sinema için nasıl bir yol izliyorsun? 

O. Ü.: Orada o kadar uzun vaktin olmuyor. O daha farklı bir oyunculuk pratiği. Tiyatroya benzemiyor, senden tek seferde yapmanı beklemiyorlar.

K.Y.C.: Çalıştığın yönetmene de değişiyor sanki…

O. Ü.: Evet, ama yerli işlerde hakkında kitaplar okumamızın gerektiği kadar derin işlerin var olduğunu düşünmüyorum. Tiyatro metinleri çok daha edebi ve zor metinler. Zaman, vakit istiyor. O vakti oraya vermeyi daha doğru buluyorum. Sonuçta herhangi bir dijital iş sadece senaryo doktorlarından çıkmış, herkesin anlayabileceği yapıda olan şeyler.

K. Y. C.: Takip ettiğin, benimsediğin oyunculuk tekniklerini merak ediyorum.

O. Ü.: Yok. Çok açık söyleyeyim ben metot bilmem. Bunları okuduk öğrendik, çalıştık biraz üzerine ama kimse bu metotları bize olması gerektiği gibi öğretmedi. Konservatuvarda bu hakkıyla öğretilmiyor.  Dolayısıyla asla bir metot sahibi olamadım. Bir yerden sonra da bunlarla ilgilenmedim. Çok gerçekçi konuşmaya çalışıyorum burada şu an. Hiçbir metodum yok. Oturuyorum, düşünüyorum, sevdiğim insanlara izletiyorum, onlardan yorum alıp devam ediyorum. Bu iş benim kafamın içinde ve bedenimde şekilleniyor. Neye ihtiyacı varsa o karakterin, o rolün herhalde bir tür metoda doğru yaklaşıyorsun. Kekeme oynayacaksın, gidiyor ona bakıp taklidini yapmaya çalışıyorsun. Bu artık hangi metoda girer bilmiyorum ama… Sonuçta kendi metodum gibi bir şey ama bu açıklanabilecek gibi bir şey değil. Biraz kara düzen. Ben Kemal Aydoğan ile çalışmayı, ona göstermeyi, onun fikrini almayı ve oradan yola çıkmayı seviyorum. Metodum Kemal Aydoğan!

K. Y. C.: En son projen olarak Dıkşın: Büyük Şans’ı görüyoruz. Zor bir oyun. Başta seyirci için. Senin için durum ne?

O. Ü.: Zor ama tiyatro zaten zor olması gereken bir yer. Sanat rahatsız edici bir şey. Her zaman insanların hemen sevip bayılacağı hemen anlamlandırabileceği bir şey değil bu. Sanatı anlamlandırma işi biraz insanın hayatına yayması gereken bir süreç. Tiyatroda biz böyle riskler almayı seviyoruz. Afrikalı yazar, beyaza, dramaya, beyaz insanın kendine ve genel yaptıklarına çok karşı. Dolaysıyla sanattaki beyaz formlarının birçoğunu reddediyor, istemiyor. Anlamayı, nakaratı reddediyor. Alışık olduğum burjuva tarzı bir sanat değil. Dolayısıyla çiğ, vahşi, küfürlü, cinselliğin, yanlışlıkların, hataların merkezde olduğu bir iş görüyorsun. Caza benziyor. Sana farklı bir hayat okuması sunuyor. Biz de bunun öğrencisi olmaktan çok huzurluyuz. Koffi Kwahule müthiş bir herif. Bu bizim tiyatroda aldığımız bir risk. Çünkü bu oyunun seyirciye gelgeli yok. Kafada çok rahatsız edici ve anlaşılmadıkça da rahatsız ediyor. Ama çok inanıyoruz biz yaptığımız şeye. Böyle riskler alıyor olmak beni sahneye çıkarken korkutsa da devamında geriye bir tek bunlar kalacak diye çok mutlu oluyorum.

K. Y. C.: Seyircinin de istemeye başladığını düşünüyorum böyle işleri…

O. Ü.: Doğru, mesela ben son okuduğum 15-20 Avrupa metnini anlamadım. Ki hayatımı bu işe adadım. Bu iş öyle değil. Artık kimse kimsenin önüne anlamı lak diye koymuyor. Metin de bir tane anlamdan  oluşmuyor.

K. Y. C.: Anlamı yitirdik diyebilir miyiz sence?

O. Ü.: Bilmiyorum, diyebiliriz. Ya da anlam oluşturmanın biçimini eskisi gibi görmüyorlar. Sanat senin sevebileceğin bir şey koymak zorunda değil ortaya. İnsanlar bunu anladı artık. TV, diziler vs. farklı. Yapımcı var o var bu var. İnsanlar sevsin diye çaba gösteriyorsun. Ama tiyatro, hepimiz için hala nefes. Sanat, edebiyat, felsefe tartıştığımız bir alan. O yüzden de çok kıymetli ve o yüzden de sadece bunu konuşmak istiyor canım.

K. Y. C.: Bir süredir de pek görmüyoruz zaten seni televizyonda. 

O. Ü.: Ben televizyonda üzerine acayip konuşacağım geriye bıraktığımı düşündüğüm bir şey yaptığımı zannetmiyorum. Bu yüzden de yapmıyorum. O dünyaya da karşıyım. Don Kişot’luk gibi değil de böyle bir şey gibi düşün biraz… Biraz utanç verici buluyorum orada oynamayı artık.

K. Y. C.: Gerek de duymuyorsun mu?

O. Ü.: Gerek de duymuyorum. Çok zengin ya da çok ünlü olmamayı kendine yedirebilirsen geriye muhteşem bir hayat kalıyor diyebiliriz yani.

K. Y. C.:  Az çok sektördeki sıkıntıları hepimiz biliyoruz. Senin kişisel olarak söylemek istediğin bir şeyler var mı? 

O. Ü.: Ülkenin çapsızlığı çok canımı sıkıyor. Gerçekten çok canım sıkılıyor. Vasıfsızlığa çok canım sıkılıyor. Her şeye yansıyor bu. Vasıfsızlık, basit, bayağı şeyler yapmak, bunu talep etmek, hızlı olmaya çalışmak sürekli… Çok hayal kırıcı. Ben öyle hissetmiyorum. Ben çalışıyorum. Kendi alanımda okuyorum, yazıyorum ve bu alanda bu kadar cahil olan insanlarla bu alanda karşı karşıya gelmek istemiyorum. Vakit ayırmıyorlar, çalışmıyorlar ama çok fikirleri var. Dolayısıyla bu ülkede en fazla sıkıldığım şey bu camia içinde çapsızlık. Ben çapsızlıktan çok yoruluyorum. Kendi alanımın içinde çapsızlıkla karşılaşmamak için kendime tiyatro açtım. Orada kendi arkadaşlarımla kendi istediğim şeyleri yapıyorum. Ben çapsızlıktan, bilgisizlikten çok sıkıldım. Bir kere kendi çapsızlığımdan bu kadar sıkılıp çalışmaya başladım. Bu ülkenin standardı çapsız zaten. Hepimizin belası.

K. Y. C.: Yine bir şarkı önerisiyle bitirelim istiyorum. Hangi şarkı?

O. Ü.: Gorillaz-Plastic Beach.

K. Y. C.: Bu güzel sohbet için çok teşekkür ediyorum Onur. 

O. Ü.: Rica ederim ben teşekkür ederim sana ve Sanatatak’a.

Daha fazla yazı yok
2024-11-21 12:55:09