Çınar Eslek’in kişisel sergisi Teyel, Uzuv, İlizarov, 4 Kasım’a kadar Depo’da izleyicilerle ve ilgilisiyle buluşuyor. Sanatçının farklı tekniklerle adeta bir dil kazandırdığı kumaşlar bizi insan-sonrası türler arası yoldaşlık fikrini düşünmeye çağırıyor gibiler.
Sergide sanatçının çok sayıdaki kumaş işlerinin yanı sıra karakalem çizimleri ya da desen çalışmaları, kil-kumaş ve başka nesnelerle birlikte yaptığı heykeller ya da üç boyutlu işler ve iki ayrı video yer alıyor. Ceren Erdem’in küratörlüğünü üstlendiği sergideki kimi işler insan bedeninin sınırlarını ve bedene dair tahayyülü gevşeterek çeşitli bedenlerle başka canlı türlerini, insan-olmayanı üst üste getirip yeni formlar yaratıyor. Eslek’in kumaşlarındaki imgeler insana yakınlaştıkça uzaklaşan, üzerinde kimi benzerlikler kuruldukça farklılaşan, benzetme-kıyaslama itkisinin kendisini de bozabilen imgeler… Bu imgelere bakarken, insan dışıyla, ötekiyle karşılaşmalarımızda gözün ve görmenin adaleti nasıl mümkün olabilir diye düşünmeden kendimi alamıyorum. Üstelik ‘gözler -militarizme, kapitalizme, sömürgeciliğe ve erkek egemenliğine göbekten bağlı olan bilim tarihi boyunca kusursuz olmaya bilenmiş’[1] iken… Peki normatif düşüncenin beden üzerindeki tahakkümüne karşı nasıl bir görme edimiyle baş edebiliriz?
Öznelliğin topografyası
Sergi mekanını öbek öbek sarmalayan bu kumaş işlerin üzerindeki dikişlere ve anlatım tekniğine görünenin tabi olduğu bedenselleştirme lensleriyle –yani ‘görmenin her türlüsünün doğası itibariyle bedenli olduğu’ndan hareketle[2]– bakıyor olmak biraz bocalatıyor. Bu bocalama insan-sonrası ihtimallere, o ihtimallerin açtığı yeni ufuklara karşı nerede duracağını hesap edememe, bir tür hesapsızlık. Canavarsı figürler, insan-olmayanlar, tuhaf mahluklar orada bir yabancılık unsuru… Onları yabancı kılan ‘ideal’ bedenden, kıyas yaptığımız o organik bütünden farklılıkları, aykırı-uzuvları, tuhaflıkları… Burada bir yönteme çok ihtiyacımız var aslında ve Eslek’in işleri beni o meşhur paragrafa bağlıyor: ‘Öznelliğin topografyası çok boyutludur; haliyle görmeninki de. Hangi surette gelirse gelsin bilen benlik kısmidir, hiçbir zaman bitmiş, tamamlanmış, öylece mevcut ve kökensel değildir; parçaları her daim kusurlu bir şekilde tutturulmuştur ve tam da bu yüzden başkasıyla bir araya gelebilir, o başkası olduğunu iddia etmeden onunla beraber görebilir.’[3]
Derisini aşan beden
O halde öncelikle sergi üzerinden bedeni, çeşitli bedenleri ve insan-sonrası ihtimalleri konuşurken gördüklerimizin kendi konumlarımız üzerinden görüldüğünü inkâr etmeden başlamak gerekiyor. Çünkü belki de bizi bu serginin kavramsal çerçevesiyle buluşturabilecek olan açıklık da buradadır. Bunu idrak etmiş olmanın getirdiği sorumlulukla, olası geleceklerde bir yoldaşlık inşa etme gayreti… Gözün ardındaki iktidarı yok saymadan, ancak ezilenlerin gözünden, o konumlanmanın içinden bakmanın da kusursuz olmayacağını kabul ederek… Görünenle kendi mesafemizi kat eden bir ilişki içerisinde olarak… Ve Oh White başlıklı video işiyle Baltalimanı Kemik Hastanesi’ne doğru gidiyoruz. İlizarov tekniğiyle bedene dair yeni bir tartışma açılıyor: noksan bedenlerin inorganik parçalarla buluşması, bedenin değişen sınırları, mekân deneyiminin bedenselleşmesi, ‘hastane binasıyla kendisi arasındaki melezleşme’. Yine Donna Haraway ve fakat bu sefer Siborg Manifestosu ile tamamlanacak bir yerdir burası bana kalırsa: ‘Bedenlerimiz neden derilerimizle sınırlanmak ya da en iyi ihtimalle derinin altında kalanları kapsamak zorunda olsun?’[4]
Serginin küratörü Ceren Erdem, bir dikiş tekniği olan teyellemenin düşünce biçimi olduğunun altını çiziyor ve Eslek’in anlatılarının melezliğine, çok bileşenliğine, bu anlatılarda bedenin kusurluluğuna yer verildiğine vurgu yapıyor. Bihter Sabanoğlu ise sergideki işleri bedenin parçaları olarak gördüğünü, birbirine eklenerek -insan elinden çıkan bir canavara ait- organizma yarattıklarını söylüyor. Oh White videosundaki geçişleri ve kaymaları ayrıca belirtiyor Sabanoğlu, bir imparatorluğun fiilen çöktüğü anlaşmanın yapıldığı o binanın bugün bir kemik hastanesi olagelmesi, ‘kudretten güçsüzlüğe geçiş’. Sabanoğlu’nun ‘Betonlaşma’ isimli öyküsü[5] tam da bu videonun ardından yazılmış. İlgisini çekenlerin okumasını tavsiye ederim: ‘Binanın her bir taşını iliklerimde hissetmeye başladım. Doktorlar sözünü ettikleri aleti bacağıma taktı. Başka yerlerdeki eklemlerime de başka birtakım şeyler yerleştirdiler. Reşit Paşa iyi ki bu binayı ahşaplıktan kurtarmış. Yoksa bu suni bedenimle onun ağaçtan gövdesi nasıl bir olacaktık?’
Canavarların ortasında
Hiç şüphe yok ki Eslek’in kumaş işleri ile canavarların tam ortasındayız ve onlarla bir dünya kurabiliriz. Bugünkü totaliter çağda hiç de mümkün olamayan pek çok kavrama, niyete, hayale belki de onlarla yakınlaşabiliriz. Bu sergi gerçekliğe tahammül etmenin zorlaştığı anlardan birinde böyle bir kapı araladı bende; ancak gerçeküstüne sığınarak değil, gerçek olarak kabul ettiklerimizin sınırlı oluşuna tutunarak. Ve bu sayede insan-sonrasına dair yeni bir ufuk çizgisinde buluşabilme ihtimali de zihnimde bir an için ışıldadı. Ve evet, üstelik 2009’dan beri bu çizgi için gayretinin bizzat tanığı olduğumuz Depo’dan.
[1] Haraway, D. (2010). Başka Yer. (Çev. Güçsal Pusar). İstanbul: Metis Yayınları. s.101.
[2] a.g.e, s.100.
[3] a.g.e, s.107.
[4] a.g.e, s.86.
[5] Sabanoğlu, B. Yamuk Giden Teyeller, Betonlaşan Uzuvlar. Manifold. https://manifold.press/yamuk-giden-teyeller-betonlasan-uzuvlar