15. Sharjah Bienali özel röportaj serisinin son halkasında Cornell Üniversitesi Mimari Teori Profesörü Esra Akcan var. Çalışmalarında modern ve çağdaş mimarlığı odağına alan Akcan, Avrupa, Batı Asya ve Doğu Afrika’nın birbirine örülü tarihine önplan sunarak küresel, sosyal ve çevresel adalet çerçevesinde mimarlığın rolünü sorguluyor.
Ayşegül Sönmez: İlk sorum elbette Türkçede ülkesine geri dönüş (repatriation) ve tazmin (restitution) olarak çevirdiğimiz bu iki kavramla bir mimar olarak ilgilenmenizin öyküsünü merak ediyorum. Sharjah Mart Toplantısında yaptığınız sunumun arkasında kişisel bir hikaye veyahut akademik bir görev var mı bunu merak ediyorum.
Esra Akcan: Şu sırada Right to Heal (İyileşme Hakkı) isimli bir kitap yazıyorum. Spesifik olarak sanat eserlerinin geri gönderilmesi üzerine bir bölüm yazmasam da, geçiş adaleti, yüzleşme, hesaplaşma, tazmin, tamir, barışma süreci gibi konular üzerine çalışıyorum, ve haliyle bu kuramsal tartışmaları takip ediyorum. Ayrıca Cornell Üniversitesi’ndeki Institute for Comparative Modernities (Karşılaştırmalı Modernlik Enstitüsü), öncesinde ise Einaudi Center for International Studies (Uluslararası Çalışmalar Merkezi) kurumlarında direktör olarak görev yaparken bu konularda panel serileri düzenledim. Fransa Başkanı Emmanuel Macron’un görevlendirmesi sonucunda yazılan Savoye-Sarr raporu Avrupa Müzelerindeki sanat eserlerinin Afrika’ya geri gönderilmesi konusunda yeni bir momentum oluşturmuştu. Bahsettiğim panel serisi kapsamında bu konuda da bir etkinlik düzenlemiştim.
“Müzeleri kapatalım demek, eleştirel kuramları silahlandıran bir anlayış”
Sunumuzdan pek çok şeyi öğrendik. Biraz bunları Sanatatak okurlarıyla da paylaşmak isteriz. Pek çok Avrupa müzesi özelinde ilerlersek, Qua Branly ve Humboltd Forumu çabalarının son derece göstermelik olduğunu gördük. Bu anlamda bu repatriation ve restitution döneminde bir Avrupa müzesi hele Branly gibi tamamen kolonyalist geçmişinin objeleri üzerine kurulu bir müze ne gibi radikal adımlar atabilirdi? Bu tür müzelerin kapanması gerektiği gibi düşünceler üzerine ne diyorsunuz?
Teşekkürler. Sunumda iki şey önerdim. Birincisi, müze eserlerini geri gönderme konusuna daha geniş ve çokdisiplinli bir adalet kavramı perspektifinden bakılması idi. Hali hazırda müze eserlerinin geri gönderilmesi hakkında, uluslararası hukuk, devlet politikası, müzecilik, sanat, sivil toplum örgütleri, akademi ve üniversite gibi farklı mesleklerde çalışanlar arasında daha etkin bir diyalog ve koordinasyon olması gerektiğini düşünüyorum. İkincisi ise eserlerin geri gönderilmesi konusunun iki ülke arasındaki bir anlaşma olarak değil, ulusötesi taahhüt ve kozmopolit dayanışma çerçevesinde düşünülmesini önerdim. Bu iki önerinin de temel amacı kültürel mirasın yerküreye daha eşit dağıtıldığı bir müzecilik dünyasında yaşamak. Sunumda sizin de dediğiniz gibi Branly Müzesi ve Humboldt Forum’da bu konu üzerine yapılanların çelişkilerine ve halen çözülmemişliklerine dair örnekler verdim. Bu iki öneri bazı durumlarda günümüzde uygulanandan daha radikal, ama diğer durumlarda yüksek perdeden önerilenlerden daha gerçekçi duruşları gerektirecektir.
Müzelerin kapanması gibi önerileri pek gerçekçi ya da iyileştirici bulmuyorum. Öncelikle, konunun uluslararası hukuki kurallarını pek bilmeyen bir tutum gibi geliyor bana. Örneğin Savoye-Sarr raporu 1899 Savaş Hukuku ve Geleneklerine İlişkin Lahey Sözleşmesini milat olarak önerdi. Bu uluslararası sözleşmeyi imzaladıktan sonra eserleri asker ve silah gücüyle yerlerinden eden ülkeler suç işliyor. Bu anlaşmadan sonra çalınarak Avrupa Müzelerine getirilen eserler elbette geri gönderilmeli, ama müzelerdeki tüm eserler bu kriterden bakınca gayri meşru değil. Daha önemlisi, müzeleri kapatalım demek, kültürel miras konusunun incelikleri, eserlerin araştırılması, korunması, izleyiciye ulaşması gibi çok katmanlı ve karmaşık bir konu üzerine derinden ve tüm nüansları ile düşünmeyi reddeden, ve eleştirel kuramları silahlandıran ve polemikleştiren bir anlayış gibi geliyor bana.
“Bugün müzelerin var olmasının asıl koşulu eserlerin dolaşmasında yatıyor”
Borges, Atlas kitabında Buenos Aires’te Retiro meydanında yer alan totem bir heykelden söz eder. Heykel, Kanada devletinin Arjantin’e resmi hediyesidir. Borges şöyle der:, “…Güney Amerika’daki hiçbir devlet, yapanı belli olmayan, gösterişsiz bir putu başkalarına hediye etmeye cüret etmez.” Totem, “sürgünde”dir. Tapınanları belirsizdir. Borges’e göre bize düşen hayal etmektir. Ülkelerine göre dönmesi düşünülen tüm totemlerin, objelerin sürgünde oldukları nasıl geliyor kulağa?
Bu bana biraz romantik geliyor. Borges’in hikayesi başka bir dönemin dünyasında geçiyor, yani objelerin halen totem olduğu bir dünyada. Oysa bugün eserlerin dolaşması müzelerin var olmasının asıl koşuludur. Dolaşan sanat eserlerini ya da bir dönem ritüel görevi görmüş objeleri sürgünde olarak tanımlamak, müzeleri reddetmek anlamına geliyor. Yerine daha iyi bir kurum tanımlanmadıkça, müzelerin olmadığı bir dünya daha iyi bir dünya değil. Böyle bir dünyada korkarım hem bu eserler hem onları öğrenmek ve deneyimlemek isteyen bizler daha fazla sürgünde hissederdik kendimizi.
Bence yaşadığımız koşullardaki temel sorun, eserlerin ve onu sergileyen sermayesinin sömürge döneminin sonucunda ve onun bir uzantısı olarak birkaç şehirde toplanmış olması. Dolayısıyla eserlerin çok sınırlı ve çoğunlukla Batı merkezli bir izleyiciyle buluşabilmesi. Bu şehirlerde sergilenen eserlere dünya halklarının vize alamama ya da ekonomik koşullar yüzünden ulaşamaması ise bunun cabası. O yüzden dünya mirasının daha adaletli dağıtıldığı bir müzeler sistemi için çalışmak, bunun için kuram, politika, yöntem üretmek bana daha anlamlı geliyor.
“Tazmin tartışması bir adaletsizliği düzeltirken diğerlerini geri plana itiyor”
Türkiye müzelerindeki tasnifler üzerine ne düşünüyorsunuz? İnceleme şansınız oldu mu?
Ben de elbette bu konuda gazete kupürlerini okuyorum. Daha geçen ay geri gönderilen çalıntı eserler üzerine az da olsa haberler çıktı. Bu sürecin perde arkasında çalışanların emeğinin ve zamanının burada altını çizmek isterim.
Günümüzde tazmin tartışması Afrika, hatta Sahranın güneyine odaklanmış durumda. Bu bir adaletsizliği düzeltirken diğerlerini geri plana itiyor. Örneğin Osmanlı ve Osmanlı sonrası coğrafyalardan yağmalanmış eserler aynı derecede ilgi görmüyor. Sunumumda Humboldt Forum sergisinin bu eşitsizliği nasıl yeniden ürettiği üzerinde durdum.
Türkiye’nin bu tartışmada en belirgin yeri şu anda Berlin’de bulunan Bergama Sunağı’nın geri gönderilmesi konusu. Dolaylı olarak Osmanlı döneminde Britanya’ya gitmiş ve Atina’ya gönderilmesi gereken Elgin mermerlerini de sayabiliriz. İki konuda da Osmanlı Devleti kriminalleştiriliyor ya da cehaletle suçlanıyor, ve Avrupa Müzeleri meşruymuş gibi kabul ediliyor. Bu durumda adaletin sağlanması için, nasıl Savoye—Sarr raporu bir dönem Avrupa sömürgesindeki Afrika’ya gönderilecek eserler için Lahey Sözleşmesi’ni milat olarak önerdilerse, bizim de başka iade edilebilirlik kriterleri geliştirmemiz, tatmin edici argümanları üretmemiz gerekiyor. Osmanlı arkeoloji tarihinin daha görünür kılınması gerekiyor. Bence dolaşım için yapılmış objelerle, yerinde durması için inşa edilen, temelleri toprağa kazılı mimarlık eserlerinin aynı kefeye konulması çok sorunlu. Mimari eserler için şu anda tazmin tartışmalarında görülmeyen yeni kriterler ve önermeler üzerine düşünmeliyiz.
“Tartışmanın geniş çerçevesi, geçmişin ihlalleri ile yüzleşmek, ve ırkçılık ve sömürgeleştirmenin kalıntılarını iyileştirmek olmalı”
Bu geri dönüş ve tazmin süreci müzelerdeki eserlerin pek çoğunun kaçak olduğunu da ortaya çıkarıyor. Kaçakçılar yakalanıyor. Vatan haini ilan ediliyor. Bunları okudukça MET dahil tüm müzelerin suça bulaşmış olduğunu da fark ediyoruz. Bu anlamda müzecilikte de siyasette olduğu gibi bir tür “temiz eller” operasyonu yaşanacak. Temiz müze belki geleceğin müzesi? Tüm objeleriyle kolonyalist geçmişe sahip hiçbir obje bulundurmayışıyla belki… Siz ne öngörüyorsunuz? Geri verilmeli mi peki eserler? Her eser getirildiği coğrafyaya mı teslim edilmeli?
Bu tartışma Avrupa’nın evrensel müzelerinin gayri meşruluğuyla yüzleşmeyi ve hesaplaşmayı gerektiriyor elbette. Paris’teki Quai Branly Müzesinde Sahra’nın güneyinden gelen eserler 1885 ve 1960 yılları arasında (yani sömürge döneminde) 1000’den 45 bine çıkmış. Etnografya müzesi kavramının geliştiği 1928-1938 arası salt on yıllık zaman aralığında 20 bin eser ülkeye girmiş. 1960 sonrasında gelen eserler de eski sömürge generallerinin aileleri tarafından hediye edilmiş. Macron’un talimatıyla başlayan süreç sonrasında bunlardan 27 tanesi Ekim 2020’de geri gönderildi. Bunu izleyerek, 2022’de Almanya ve Nijerya arasında imzalanan bir anlaşma sonucunda Benin Bronzlarının geri gönderilmesine karar verildi. Amerika kıtasına bakarsak, 1994’ten sonra New York’taki MET müzesinin İtalya, Hindistan ve Mısır’a düzinelerce eseri geri gönderdiği biliniyor. Örneğin, Şubat 2019’da sergilenmekte olan altın bir tabutu sergiden söküp Mısır’a gönderdi—tabutun 2011’de yağmalandığı ortaya çıkmıştı. 2007’de Los Angeles’taki Getty Müzesi kırk eseri İtalya’ya gönderdi.
Ama bana tazmin konusunu eserlerin müzelere geliş protokollerinin meşruiyetine indirgemek kısıtlayıcı geliyor. Üstelik bu konuya odaklanma sonucunda tartışma birkaç geri gönderilen eserin sembolik anlamı ile çok uçtaki muğlak senaryolar arasında dönüp duruyor. Müze tazmin tartışmasının geniş çerçevesi, geçmişin ihlalleri ile yüzleşmek, ve ırkçılık ve sömürgeleştirmenin kalıntılarını iyileştirmek olmalı diye düşünüyorum. Bu tartışmayı mülkiyet, vatanseverlerin intikamı ya da milliyetçi rekabet tartışması olmaktan çıkarıp yükseltmemiz gerekiyor. Müze onarımlarının nihai amacı, bu eserleri üreten, önemseyen, değer veren ve görme hakkına sahip olan herkese saygı gösterilerek, kültürel mirasın adil şekilde dağıtılmasıdır.
“Gezgin müze pek gerçekçi gelmiyor”
Mart toplantısında Mahthia Diawara, “gezmeliler” dedi. Siz ne dersiniz? Sürgündeydiler ve şimdi artık birer göçebe mi olmalılar?
Bu eserlerin çoğu zaten müzeler arasında geziyor. Daha adil bir müzecilik dünyasında gezici müzeler de elbette iyi olurdu. Ama seyahatin bu eserlere vereceği hırpalanma değeri ve güvenlik gibi konuları hesaba kattığımızda tekil olarak gezgin müze bana pek gerçekçi ya da üstün gelmiyor.
Amaç dünya mirasının eşit dağılımı olarak tanımlandığında, küresel adalet için müzeler başka neler yapabilir sorusu üzerine düşünmek bana daha anlamlı geliyor. Müze tazmini, yeterince temsil edilmemiş ya da imkanları kısıtlı olanlara bedava sanat eğitimi ve müze turları verme, sanatçılara burs, Avrupa ve Amerika dışından müzelerde sergilere sponsorluk da olabilir.