İstanbul, Balat’ta bulunan The Pill Gallery, 23 Temmuz’a kadar Meksikalı sanatçı Pablo Davila’yı ağırlıyor. Davila’nın İstanbul’daki ikinci kişisel sergisi olan Please call if anything’s unclear- Müphem herhangi bir şey varsa lütfen haber verin- sanatçının ilgi alanlarıyla farklı malzeme ve teknikleri birleştirdiği eserlerden oluşuyor. Bu eserleri bir araya getiren en belirgin ortak nokta ise varlık ile mekanın; zaman ve değişim kavramları ile birlikte ele alınması…
9 Haziran’da açılan sergi, Giovanni Piacentini’nin bestesini yaptığı BLAST adlı parçanın canlı performansıyla seyirciyle buluştu. Davila’yla ikinci defa çalışan Piacentini, bestesinde, kendi yaratıcılığına alan açmak için aktif olarak Johann Sebastian Bach’ın müziğini sildiğinden bahsediyor.
Los Angeles’ta yaşayan hem Meksika hem İtalyan kökenli Piacentini, çıkış noktasının çok-kültürlülük ve tarihsel birikim olduğunu ve bu doğrultuda kültürler arası birleşme ve diyalog inşa etmeyi amaçladığını söylüyor. Ezra Pound’un Vortisizm üzerine yazdığı, sert çizgileri ve enerjik hareketleri, yumuşak ve melodik olanlara tercih ettiği yazısından yola çıkan besteci, güçlü karşıtlıkların birleştiği – patladığı- BLAST’ın, biz insanların yarattığı kültürel mirası ve kültürel kaynaşmaları temsil ettiğini belirtiyor.
Davila’nın çalışmaları, çok-katmanlılığıyla BLAST’ta olan bu yüksek enerjiyi içinde taşıyor.
Farklı yorumlara açık anlık duyusal deneyimler aracılığıyla kolektif bilinç ile kişisel deneyimin ayrılığını hem bilim hem sanat açısından inceleyen sanatçının bu kişisel sergisinde kavramsal resim, heykel ve enstalasyon gibi çeşitli disiplinlerden oluşan 6 adet eseri bulunuyor. Aynı alanı paylaşan birbirinden bağımsız bu eserleri tek çatı altında toplayan ise zamanın ve tarihsel yorumların değişken doğasına olan vurgu.
‘Dead man sings’de veri tabanından rastgele seçilen çok sayıda şarkının oluşturduğu sonsuz kombinasyonlar karşımıza çıkıyor. Bu şarkıların bileşiminin oluşturduğu gürültü ve kaos, kulağımızın tanıdık bir melodi yakalayıp bizi andan kopararak anılarımıza götürmesiyle dönüşüme uğrayabiliyor. Bilincimizdeki bu yolculuk hep ileri hareket eden zamanı tersine çeviriyor ve geçmişin parçalarını toplamaya çalışan zihin bu sırada bedeni de mekandan kısmen koparıyor.
‘Benlikleri olmayan şeylerden nasıl bir benlik doğar? Nasıl birinin binlerce yıl ya da iki dakika önceki hareketleri, fikirleri ya da yargıları gerçeklik algımızı ve dünyayı algılama şeklimizi değiştirebilir?’
Davila bu soruları Carl Sagan’ın notlarından etkilenerek ortaya atmakla yetinmiyor. Sagan’ın gelecek kurgusuyla harmanlar. Bir atomun en küçük parçasının büyüklüğü ya da evrenin boyutu gibi sayısal verileri paylaştığı eserinde, bütünün kendi içindeki parçalarının aslında o bütünün farklı boyuttaki bir yansıması olduğunu ve her bir parçanın birbirinin alt kümesi olması gibi bilgilerle örüyor yerleştirmesini.Bu şekilde meydana gelecek olan mikro bir değişimin zaman ve uzay bağlamında yeni bir düzen oluşturduğu tezini ise çok sayıda tuvali gruplandırarak anlatmayı deniyor.
Bir kere olan aslında hiçbir zaman olmamış mıdır; yoksa hiçbir olay kendini tekrarlayamaz mı? Benzer olay örgüleri içindeki ayrı durumların yarattığı görece gerçeklik tamamen güvenilmez midir?
Söz konusu edilen değişim, kavramları tanımlarken veya kıyaslarken başvurduğumuz dayanakların da daimi bir başkalaşmaya tabii olduğuna işaret edebilir. Zaman ileri doğrultuda akarken yeni verileri geçmiştekilerin üzerine kaydeder. Bu nedenle bir sondan veya bir tamamlanıştan bahsetmek mümkün olmayabilir. ‘Stories of nearly everything’ heykelindeki çemberin açık ucu tam da bu tamamlanamayışı anımsatıyor. Çalışmalarında farklı malzemeleri kullanmaktan çekinmeyen Davila’nın bu heykeli, Meksika’nın dağlarından edindiği obsidyenden. Tarih boyunca keskinliğiyle bedenin hayatta kalma mücadelesinin bir parçası olmuş bu volkanik cam, içinde yüklü kültürel birikim taşıyan kadim ve doğal bir tasarım malzemesi. Yerin altından gelen lavların hızlıca soğumasıyla oluşan obsidyen, sanatçının eserinde geçmişten getirdiği anlamı sırtlarken gelecektekiler için de alan bırakıyor.
Davila’nın sanatının dili de ele aldığı konular kadar evrensel… Yalın ve süsten uzak anlatımı coğrafyadan çok ait olduğu çağın izlerini taşıyor. Bu sergisinde de sorguladığı kavramları, en kısa yoldan, fazlalıklarından arınmış halde ve bireysel dokunuşlardan uzak tutarak seyirciyle buluşturuyor.
Bu solo, genel olarak geçmişte olanın şimdideki yankılarını ve bu yankıların nasıl biçimlendiğini ele alıyor. Kısıtlı duyularımız ve değişken duygularımız, beklentilerimiz, deneyimlerimiz ve yaşadığımız ortamla birleşince hikayelerimiz her defasında aynı anlatıya sahip olmaz. Bu özelliğiyle geçmiş de canlıdır, geride bıraktığımız zamana yapılan yolculuk da…
Pablo Davila, bu değişken algı, zaman, mekan vurgusunu kimi zaman görüntüleri üst üste bindirerek Phase paintings’de, kimi zaman ışık ve yansımalarla Container’da, kimi zaman bir şiirle, How to create a universe, yapıyor. Davila, kullandığı malzeme ya da yöntem ne olursa olsun çalışmalarında tutarlı bir şekilde, seyircileri evren, varlık ve zaman gibi soyut kavramları irdelemeye davet ediyor.
Sergi, 23 Temmuz’a kadar The Pill Gallery’de ziyaret edilebilir.