Fotoğraf sanatçısı Kerem Yücel, Suriye’den gelen mültecilerin evlerine girip hayatlarını görüntülediği kitabı Misafir’i ve mülteci krizine dair gözlemlerini anlattı.
Suriyeli Mültecileri ilk ne zaman fotoğraflamaya başladınız?
Mültecilerin gecenin karanlığında Asi nehrini geçmeye başladıkları dönemden bugüne kadar Suriye krizini takip ediyorum. Yaklaşık 5 sene oldu diyebilirim.
Daha sonra çektiğiniz fotoğrafları bir kitaba dönüştürme fikri nasıl doğdu?
Suriyeli mülteciler üzerine “The Misafir” ve GeçErken isimli iki sergim olmuştu. Sergiler çeşitli festivallerde yer aldı. Bursa’daki fotoğraf festivalinde Ara Güler sergiyi gezerken “hergele senin halen bir kitabın yok mu?” diye seslenmesi, Ahmet Sel’in bu fotoğraflar bir kitapta buluşmalı sözleri bana cesaret verdi. Cebimde iyi fotoğraflar ve cesaretle yola çıktım. Ama kitap olmaları için bir de yayıncıya ihtiyaç vardı. Daha önce hiç fotoğraf kitabı basmamış olan Can Yayınları’nın kapısını içimde bir heyecanla birlikte umutsuzlukta çaldım. Can Yayınları‘ndan Can Öz’ün fotoğrafları gördükten sonra “Ben bu kitabı basarım” demesi ile kitap bir fikirden gerçeğe dönüştü.
Kitabın girişinde de belirttiğiniz gibi mülteci ailelerle çok zaman geçirmişsiniz. Size kendilerini açmaları kolay oldu mu, hele ki elinizde fotoğraf makinesi olunca?
Projede birlikte çalıştığım Hayata Destek Derneği çalışanlarının ailelerle ilgili buluşmalarımda çok büyük destekleri oldu. Başka türlü beni kabul etmeleri bir beş sene daha alırdı diye düşünüyorum. Güven duygusu kadar ısrarcı olmakta önemliydi. Israrcılık fotoğraf çekmekle değil de tekrar tekrar aynı aileyi ziyaret etmekle oldu. Belli bir süre sonra kapılar ardına kadar açılmıştı.
Mültecilerle çalışırken zorlandığınız zamanlar oldu mu . En çok neler zorladı sizi?
Facebook ya da İnternet. Bu iki kelimeyi duyduğum an başımdan aşağıya kaynar sular dökülüyor. Mülteci aileleri beni kabul edip eve adımı attığım anda, konu komşu ya da evin çocuklarından biri “Facebook” dediği anda tüm olumlu hava dağılıyordu. Aileler onlarla konuşmamıza bile izin vermiyordu. Çünkü yaygın bir inanış olarak fotoğrafçıların çektikleri bu fotoğrafları Facebook üzerinde yayınladıkları ve bu işten çok para kazandıklarıydı. Ailelerde kendilerini böyle bir durum içinde görmek istemiyordu. Beni en zorlayan şeyin Facebook olduğunu düşününce kendi kendime gülüyorum.
Hala mülteci ailelerle ilişkinizi devam ettiriyor musunuz , onlardan haber alıyor musunuz?
Bir kısmı ile sosyal medya üzerinden haberleşiyorum. Yaşadıkları bölgelere sık sık ziyaretlerim oluyor. Birçoğunu ziyaret ediyorum. Önümüzdeki günlerde Misafir kitabı ile birlikte hepsini ziyarete gideceğim.
Bir fotoğraf sanatçısı olarak mültecilerle beraber yaşayıp ardından kendi dünyanıza geri dönmek nasıl etkiliyordu sizi?
Zor. Sanırım en zoru geri dönüp bol harcamalı-tüketmeli ve anlamsız koşturmaların olduğu hayata geri dönmek. Ve yeniden ailelerle yüz yüze geldiğimde hayatın bu yönü ile yüzleşmek. Yoğun olarak yaşadıkları yerlerden biri Urfa. Urfa’ya gitmek için havalimanın da filtre kahve, şehir merkezinde güzel bir yemek, otel sıcak bir duş sabah kahvaltı. Ailelerin kapısına gelmek. Buraya kadar her şey romantik. Bir fotoğrafçı için keyifli. Kapıyı çaldığınız anda o evde beslenmek için şekerli su içen 5 aylık bir bebek, birkaç ay önce şarapnel parçası ile kopmuş proteziyle size gülümsemeye çalışan genç bir kız, keskin nişancı tarafından kulağının arkasından vurulan bir anne karşılıyor. Ve siz gülümseyip fotoğraf çekmeye devam ediyorsunuz. Benim ruh halimde bu proje içinde böyleydi. Belirsiz, dalgalı.
Kitapta fotoğrafladığınız insanların hayat öykülerine baktığımızda çok zorluklarla buraya geldiklerini görüyoruz. Sizin gözlemlerinizi soracak olursak onlar Türkiye’den neler bekliyor. Nasıl bir hayat hayali kuruyorlar?
Beklentileri değişiyor. İlk geldiklerinde beklenti yoktu. Buraya kabul edilmek yetmişti. Ama zaman ilerledi, yemek gerekti, barınma ihtiyacı gerekti. Yarım kalan eğitimler, örf ve adetler ve gelecekteki belirsizlik sorun olmaya başladı. Biraz daha süre geçince “misafirperver” olarak kabul ettiğimiz Türkiye halkları mültecileri istemediklerini hissettirmeye başladılar böylece korku başladı. Ve beklentileri sürekli değişmeye devam ediyor. Bence Suriye’de nasıl bir hayatı bıraktılarsa bugün Türkiye’de bu hayatın hayalini kuruyorlar.
Siz de mültecilerle uzun süre çalışmış birisiniz . Sizin mülteciler konusundaki gözlemleriniz nelerdir?
Aklıma Peşhawer gelir. Afgan mültecilerin Pakistan’da kurdukları yeni hayat. Eğer buna hayat denirse. Yaşamak denirse. Taliban’ın doğduğu topraklardan bahsediyorum. Temiz su kaynaklarına ulaşamadığınız yerlerden bahsediyorum. Ve geriye dönüp baktığımızda 30 sene geçmiş. Şimdi Suriye var. Henüz 6. seneye girdi Suriye krizi ve bu dalga hiçbir etnik köken ayırmadı, önüne Hristiyan’dan, Sünni Müslüman’a ya da Ezidi’sinden Nusayri’sine kadar herkesi kattı. Bu dalga üniversite öğrencilerini okulsuz bıraktı, doktorları hastanesinden uzaklaştırıken kendilerini bir çadırda yaşamaya mahküm etti. Bir öğretmen bugün kamplarda kırıntı ekmek topluyor ya da zeytin hasadında 15 tl’e çalışıyor. Mülteci olmak böyle bir şey. Ben sen ya da diğerleri fark etmiyor.
Fotoğraflarınızı kitaplaştırma sürecine geri dönersek. Can Yayınları daha önce hiç fotoğraf kitabı çıkarmamış. Can Yayınları ile çalışma süreciniz nasıl gelişti?
Cebimde iyi fotoğraflar ve cesaretle yola çıktım. Ama kitap olmaları için bir de yayıncıya ihtiyaç vardı. Can Öz’ün fotoğrafları gördükten sonra “Ben bu kitabı basarım” demesi ile kitap bir fikirden gerçeğe dönüştü. Tasarım aşamasından renk ayırımına ve matbaasına kadar bence ortaya çok iyi bir iş çıktı. Siz bir roman yazdıktan sonra kendinizi yayınevine ya da matbaaya teslim edebilrisiniz. Ama bir fotoğrafçı fotoğraflarını çekerken gördüğü rengi bulana kadar matbaada dil döker. En iyi kağıttan çok , o fotoğrafın duygusunu verebilecek en iyi baskının peşinde koşar. Bence Can Yayınları bu konuda Türkiye’de örnek bir işe imza attı. Şimdi söz fotoğraf okuyucusunda.
Mülteciler dışında başka projeleriniz de var mı?
Misafir kitabını hazırlarken iklim değişikliği ve fosil yakıtlarının insan üzerindeki etkisi üzerine bir fotoğraf sergisi yaptım. Şimdi bu projeyi biraz daha genişletmek istiyorum. Mülteciler konusunda ise kayıp çocuklar ve duymaktan hoşlanmadığımız hikâyelerin peşine düştüm. Çok sayıda taciz ve kayıp dosyası var. Birilerinini bunları dile getirmesi gerekiyor.