Özüm Koşar son iki sergisindeki çalışmalarıyla intihalle suçlanmış ve sanatçıya ödül veren UPSD de konuyu bilmesine rağmen görmezden geldiği iddialarıyla gündeme gelmişti. Haberimizin ardından her iki cepheden de açıklama geldi.
Koşar, Instagram hesabında yaptığı paylaşımıyla “Dayanıksız suçlamalara karşı sanatçı kişiliğimi korumak amacıyla cevap vereceğimi bildiririm” derken, Uluslararası Plastik Sanatlar Derneği ise ödül öncesinde intihal iddialarının kendilerine de ulaştığını, Özüm Koşar‘ın jüriye 24 saat sonra yazılı savunmasını gönderdiğini ve jüri olarak oy çoğunluğu ile savumayı kabul ettiklerini ifade etti.
UPSD’den Ayşegül Sönmez’e mektup
İntihal iddialarının kamuoyunda yarattığı etkinin ardından Uluslararası Plastik Sanatlar Derneği adına başkan Bedri Baykam genel yayın yönetmenimiz Ayşegül Sönmez‘e açıklama gönderdi. UPSD’nin açıklamasını aynen yayınlıyoruz:
SANAT ATAK’ta UPSD’nin düzenlediği Genç Etkinlik 8 sergisinde 1.lik ödülü alan Özüm Koşar adlı sanatçımız hakkında gündeme getirdiğiniz intihal iddialarını okuduk. Bu konuda size ilettiğimiz şu bilgileri aynen yayınlamanızı rica ediyoruz.
Bu iddialar UPSD Yönetim Kurulu’na da e-mail yolu ile imzasız olarak ulaştı.
Yönetim Kurulu bu ihbarı dikkate aldı ve Özüm Koşar’a aldığı ödülün üzerinden henüz 48 saat geçtikten sonra durum anlatıldı ve ödülünün askıya alındığı belirtilerek, jürinin konuyu tarafsız bir şekilde değerlendirebilmesi için, bize bir savunma göndermesi gerektiği kendisine aktarıldı.
Bunun üzerine Özüm Koşar jüriye 24 saat sonra yazılı savunmasını gönderdi. Jüri üyeleri savunmayı okudular, aralarında tartıştılar ve yapılan oylamada Özüm Koşar’ın savunması oy çoğunluğu ile kabul edildi ve kendisine, UPSD’nin Sayı: 2019/61 – 27/4/2019 tarihli karar e-mail yolu ile iletildi.
Size de Özüm Koşar’ın bize yolladığı savunmasını ekte gönderiyor aynen bu satırlarımızla beraber bu savunmayı da yayınlamanızı rica ediyoruz.
Sanata gösterdiğiniz hassasiyet için size teşekkür eder esenlikler dileriz.
Bedri Baykam
UNESCO-AIAP Türkiye Ulusal Komitesi
Uluslararası Plastik Sanatlar Derneği
Başkanı
Yönetim Kurulu
Denizhan Özer
Fazilet Kendirci
Ceylan Mutlu
Fehim Güler
Murat Havan
Nebahat Karyağdı
Özüm Koşar’ın açıklaması
Benzerlikler için “Sadece malzeme ortaklığı” diyen Koşar, UPSD’ye gönderdiği ve araştırma sürecinden ödül sürecine sanatını, nasıl yola çıktığını, başka sanatçılardan benzer örnekleri paylaştığı 22 sayfalık açıklamada, Rosa Verloop’tan haberdar olduğunu da itiraf ediyor. İddialara “Burada asıl tartışılması gereken mesele, benim işlerimin çalıntı olup olmaması değil, Ferhat Özgür’ün bir başka vesileyle belirttiği gibi, ‘özgünlük mefhumunu kızlık zarı gibi gören ve bekçiliğe soyunan patolojik’ görüşlerdedir” diyerek cevap veriyor. İşte o açıklamanın tamamı:
Yapıtlarım Hakkında Yapılan İntihal İddialarına Karşı Verdiğim Yanıtımdır
Yaklaşık 6-7 yıldır kadın, cinsiyet ve beden konularına ilişkin düşünüyor ve çalışıyorum. Söz konusu işlerim ve diğer tüm işlerim bu sürecin ürünleri, parçalarıdır.
Kavramsal olarak kurcaladığım konuları çözümlemek adına birçok farklı disiplinden faydalanarak, birçok yapıt ürettim, üretmekteyim. Bu bağlamda esas disiplinim olan resimle başladığım süreç gelişerek boyut kazanmış ve el aletlerinden, tekstil malzemelerine kadar geniş bir çerçevede çeşitlenerek gelişmiştir. Naylon kadın çorabı kullanımıma uzanan pratiklerimde, farklı malzemelerle gerçekleştirdiğim yapıtlarımın çoğu önemli birçok sergide yer almıştır ve 2017 yılında yaptığım Leitmotiv: Rrose Selavy’ye Saygı adlı yapıtım da T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı bünyesinde gerçekleştirilen Genç Güncel Sanat Proje yarışmasında Mansiyon Ödülü’ne layık görülmüştür.
Naylon Çorap Kullanmaya Nasıl Başladım?
Sanatın uygulama ve kavramla bir arada gittiği güncel anlayışta üretmeye çabalayan bir kadın ve sanatçı olarak güzellik mefhumuyla garip sınavlardan geçtiğimi(zi), aslında esas problemin bize kodlanmış güzellik algısında saklandığını ve güzelliğin bir tür saplantı olduğu görüşünden hareket etmekteyim. Bu bağlamda, güzellik mefhumunu sosyal ve sanatsal bir problem olarak ele aldığım Sanatta Yeterlik/Doktora tezim için de çalışmaya devam etmekteyim. “Güzelin Patolojisi: Biyopolitik Bir Yaklaşım” başlığını taşıyan tezimde biyoteknolojinin toplumsal mekanizmaya dönüşmesini, sağlığın sektörleşmesini, doktorların birer sanatçı-tanrı rolüne büründüğü ve kişiyi hata-kusurlarından arındırmaya soyunduğu ‘plastik cerrahi’, ‘estetik operasyonlar’ı güzelliğe ulaşmanın ironik ve görünür olduğu yer olarak odak noktama alıyo. Bu bağlamda estetik operasyonların arka planı ana malzeme kaynaklarımdan birisidir (Görsel 1 ve 2). Ayrıca kadınların güzelleşmek adı altında kendilerine uyguladıkları şiddet ise vurgulanması gereken bir diğer konu olarak bağlamımda yer almaktadır.
Bu kavramsal düşünceden hareketle ilk olarak estetik operasyonlardan sonra grotesk birer biçime dönüşmüş portrelere yoğunlaştım. Bu grotesk portreleri “dolaylı olarak nasıl anlatabilirim?” diye düşünürken kadın çorabının cinsiyete atfedilmiş, kusurları örten kimliğini de göz önünde bulundurarak, naylon çorabın geçirildiği suratların detaylarından arınmış-çekiştirilmiş ifadesini ön plana çıkarmayı hedefledim. Bu amaçla başladığım ilk versiyonlarda kadın çorabı, kompozisyonlarımı kurgularken bana yardımcı olan bir malzemeydi (Görsel 3 ve 4).
Beni tatmin etmeyen, tam olarak isteğimi karşılamayan tuval üzeri ve fotoğraf denemelerinin ardından, kendim ve çalışmalarımı paylaştığım bazı hoca ve arkadaşlarımın eleştiri ve önerileriyle birlikte naylon çorabın kullanım alanını genişletmeye ve doğrudan kendisini tuval üzerinde gererek/deforme ederek veya üç boyutlu olarak bir biçim elde etmek üzere denemeler gerçekleştirmeye başladım. Birkaç küçük deneme ve çeşitli tekniklerle ilk-ham versiyonları yaptım (Görsel 6 ve 7).
İki boyutlu yüzeyin deri-ten görüntüsü ve deforme olmuş bedensel etkisiyi yakalamak adına yetersiz olduğuna karar verince (bir ara tuhafiye dükkânı işleten, malzemelerle tanışmamı sağlayan ve aynı zamanda örgü öğretmeni olan) annemden aşina olduğum, keçe ile çalışmaya başladım. Gerçekçi imgeye ulaşmanın verdiği istekle keçe üzerinde yoğunlaşarak nispeten daha iyi çözümlediğim diğer örnekleri gerçekleştirdim. Bu noktadan sonra hem estetik operasyonlardaki imgeleri hem de naylon çorabı birleştirme denemelerine başladım (Görsel 8 ve 9). Buradaki temel amacım, bıçak izlerinin hissedildiği bir ikinci ten dokusu oluşturmak, dikiş yapılmış, çekiştirilmiş, gerilmiş ten/deri imgesine ulaşmaktı.
Corps Morcelé Serisi
Son dönem üzerine yoğunlaştığım Corps Morcelé serisi, estetik operasyonların altında yatan psikolojiyi keşfedebilmek adına başladığım psikanalitik okumalar ile şekillenmiştir. Bu aşamada, Jacques Lacan’da karşıma çıkan “Bedensiz Organ” kavramı üzerinden Corps Morcelé (ki zaten Lacan’a referans verilmiştir) bu seri işleri oluşturmamda önemli bir itki olmuştur. Deleuze’den Zizek’e birçok düşünürden de okuduğum bu kavram üzerine görüşler oldukça çeşitlidir. Burada ise benim öne çıkardığım daha çok Lacan’ın bahsettiği bireyin aynayla karşılaştığı erken evrede kendi eksiklikleriyle girdiği yüzleşmeyle alakalıdır.
Detayına girilecek ve yalın bir biçimde anlatılacak olursa, Lacan’a göre bireyin kendi imgesiyle karşılaştığı o ilk an olan 6 ay – 2 yaş arası evrede, bebeğin tüm edilgenlikleri ve eksikleri ile yaşadığı erken karşılaşmanın, bir tür yüzleşme alanı yarattığı düşünülür. Bu yüzleşme, benliğin oluşumunda ciddi yaralanmalara sebep olur ve kişi kendini bir türlü tam bir bütün olarak hissedemez. Bu hissiyat ilerleyen süreçlerde de bir parçalanmışlık olarak bizdeki saplantıları ateşler. Özellikle de görüntümüzle girdiğimiz bu saplantılı ilişkinin ve sürekli kusurlarından arınmaya çabalamanın psikolojik altyapısında bu yatar.
Corps Morcelé serisi, bu parçalanmış kusurlu beden algısının sebep olduğunu düşündüğüm estetik operasyonlarla bir yüzleşme alanı oluşturmayı amaçlar; güzelleşmek adına daha da korkunç bir hal alan operasyon kadrajlarını vurgulayarak ve kendimce eksik-tam olamamış Lacan’ın da önerdiği gibi parçalanmış bedenler kurgulayarak gerçekleştirmekteyim. Bu anlatıyı biçimselleştirirken de yukarıda da anlattığım üzere, uzunca deneme yanılma süreçlerinden sonra naylon çorap, keçe, elyaf vs. aracılığıyla gerçekleştiriyorum. Burada naylon çorap, keçe, iplik, makas vs. benim için sadece birer malzemeden ibarettir. Esas önemsediğim ise kavramın altında yatan vurgunun, oluşturduğum imgelerle yankısını bulmasıdır.
Keşke beni intihal yapmak ile suçlamadan önce kavramsal çerçeveme bir göz gezdirip, “bu işler ne anlatmaya uğraşıyor?” diye sorulsaydı. Hâlâ geç olduğunu düşünmüyorum; okumamış olanlar için aşağıya ekledim:
“Corps Morcelé (fragmented body/parçalanmış beden), ayna evresinin beden, ortam ve ayna üçgenindeki karmaşık geometrisini yansıtır. Lacan’a göre vaktinden erken doğan insanoğlu ayna karşısında kendi eksiklikleri ile çabucak yüzleşir. Bu yüzleşme, bireyin fiziksel uyumsuzluk algısının hatırasını bir fanteziye çevirerek, benin yabancılaştırıcı kimliğiyle otoerotik bir ilişkiyi doğurur. Parçalarına dağılmış beden ve bu anın çağrıştırdığı endişe, bireyin güvenli bir bedensel benliğe sahip olma arzusunu ateşler. Kendi görüntüsüyle girdiği bu karmaşık ilişki insanda belirgin komplekslerin oluşumunu tetikler. Kompleksler yığını bir canavar olarak insan, Narkisos misali bir saplantıya sürüklenir. Görüntüsü dahil her şeyi tüketmeye başlayan bu saplantı patolojiktir. Arzulayan bir makine olarak kendi görüntüsü ve görece kusurlarıyla savaşan beden, ideal güzellik uğruna çok ağır bedeller öder. Bunun bir tür sado-mazoşist süreci yanstıttığını savunan Freud, özellikle kadınların bu ideal forma ulaşmak için gösterdikleri çabanın bir kereye mahsus olmadığını belirtir. Hatta bu konuda genel yargının “ne kadar fazla acı, o kadar fazla güzellik” şeklinde algılandığını vurgular. Böylelikle birey, iktidar denilen büyük organizmanın bir organına, Bedensiz Bir Organ’a dönüştürülür.
Corps Morcelé (fragmented body) reflects the complex geometry of mirror stage in the context of body, environment and mirror. According to Lacan, human beings who are born as premature babies confront their deficiencies as soon as they look into the mirror. This confrontation leads to an autoerotic relationship within the alienating identity of “I” by transforming the memory of the physical dissonance perception of individual into a fantasy. The body that is dismembered into its parts and the anxiety that is evoked by this fragmentation provoke the desire to have a safe corporeal personality of the self. This complex relationship with his own specular image triggers the self to form certain kind of complexes. The human as a monster of bulk complexes is dragged into an obsession just like Narcissos. This obsession that begins to consume everything, including its own image, is pathologic.The body struggling with its own image and its relative defects as a desiring machine pays very heavy prices in sake of ideal beauty. Freud who thinks this as a reflection of some kind of sado-masochistic process points out that women’s efforts to achieve this ideal form are not a just-once thing. He even emphasizes that the common attitude on this issue appears as “the more the pain, the more the beauty”. Thus, the individual is transformed into an organ of the great organism called power, Organ Without Bodies.”
Rosa Verloop ile aramdaki ilişki
Günümüz imgeler dünyasında imge üretmeyle uğraşıp, bunu daha evvel kimler ne şekilde yapmış? diyerek araştırmayan bir sanatçı kaldı mı? Ya da olabilir mi? Yanıtı açık… Ayrıca öyle bir ortam söz konusu ki siz istemeseniz bile günlük hayata karıştığınız anda her noktasına sirayet etmiş reklamlar aracılığı ile birçok imgeyle karşılaşmak zorunda bırakılıyorsunuz. Aynı imge karşılaşmalarını sosyal medya ortamında da istemsizce karşılıyorsunuz. Bu nedenle etrafınızda sürekli bir bilgi akışı varken bunlara gözünüzü kapatmak özellikle bir sanatçının yapmaması gereken hareketlerdendir. Sanat=Hayat…
Ben de elbette her imge üreticisinin yapması gerektiği-yaptığı gibi, naylon çorap kullanarak belirli bir ilerleme kaydedip, işlerimi ortaya çıkarmaya başladıkça benzer malzemeler kullanan sanatçıları dijital ya da basılı ortamda araştırmaya çabalamaktayım. Ayrıca, bir konuya ilişkin tez yazıyor olmak belleğinizde benzer motivasyonlarla, kavramlarla ya da malzemelerle uğraşan sanatçıları biriktirmek ve bu şekilde tezinizi zenginleştirmek anlamına da gelir ki, bunun da altını çizmek istiyorum. Açıkçası Rosa Verloop adlı sanatçıya gelmeden, gerek yaklaşım gerek form olarak daha yakın hissettiğim ve tez çalışmamda da örneklerini verdiğim Louise Bourgeois, Sarah Lucas, Hans Bellmer gibi sanatçıların örnekleri (Görsel 19, 20 ve 24) ortada dururken, özgünlük suçlamasının dayanaksız ve haksız bir şekilde yapılması talihsizliktir.
Arama motorunun bir hareket uzağında olduğu, bilgiye ulaşımın çok daha kolay olduğu günümüzde bu tür araştırmayı yapmamak garip olacaktır. Bu araştırmayı yaparken birçok sanatçı gibi Rosa Verloop adlı sanatçıyla da (yazının ek kısmında tezim için kullanmayı hedeflediğim sanatçı örnekleri mevcuttur) karşılaştım ve detaylı araştırdıktan, kavramsal olarak yaptıklarını inceledikten sonra rahatça kavradım ki aramızda malzeme benzerliğinden öte bir ortaklık mevcut değildir. Tekrar belirtmek gerekir ki, bu karşılaşma, naylon kadın çorabı kullanmaya, biçimlendirmeye ve bu işlere başladıktan sonra gerçekleşmiş bir karşılaşmadır.
Sanatla uğraşsın ya da uğraşmasın her insan karşısındaki kompozisyona baktığında odak noktanın neresi olduğunu kolaylıkla kavrar. Çünkü zaten sanatçısının esas amacı bu odak noktasına dikkatleri çekmektir. O halde objektif bir bakışla bakılacak olursa, Görsel 12’deki yapıt ile Görsel 11 arasında nasıl bir birebirlik ilişkisi kurulabilir? Benim GsB olarak isimlendirdiğim yapıtımdaki odak noktası, bir meme implantasyonu esnasında bölgenin almış olduğu genel biçimdir (Görsel 13-14). Dolaylı bir anlatım biçimiyle odaklandığım bu kadrajlar ve parçalı beden kurgusu için de ilk aşamadaki çizimler Görsel 15’de mevcuttur. Detaylı okunacak olursa, Verloop’un yarattığı figürler teknik olarak dikiş, ameliyat görüntüsü, yara gibi hiçbir detay barındırmadığı gibi, daha çok giyilebilir bir boyuta da uzanan birer kukla niteliğindedir. Verloop’un internet sitesine girip, tüm işlerini geniş bir perspektiften görmekte yarar var.
Görsel 16 ve 17’ye bakılacak olursa, benim odaklandığım esas nokta estetik operasyon sonrasında deforme olmuş bir surat ve manipüle edilmiş, zarara uğratılmış bir meme organıdır. Bu iki iş arasındaki ilişkinin bu kadar biçimsel boyuta indirgenmesi, bizleri odak noktasından saptırmaktadır. Ayrıca iyice incelenecek olursa, Verloop’un Görsel 16’daki yapıtı, diğer işleriyle kıyaslandığında biçimsel olarak benim yapıtımla benzeşen, fakat kendi yapıtları arasında da oldukça farklılaşan özellikler barındırmaktadır (Bakınız Görsel 11 ve 18).
Malzeme ortaklığından dolayı, dokusal ve biçimsel çözümlemelerde benzerlik ilişkisi kurulabilir görünmektedir; fakat bunun birebir olma iddiası da bir o kadar yersizdir. İşlerin kavramsal platformda hiçbir benzer noktası bulunmadığı gibi detaylı incelendiğinde anatomik çözümlemeler ve kompozisyon kurguları olarak da oldukça farklıdır.
Eğer naylon kadın çorabından bir biçimlendirmeye, modelaja yöneliyorsanız, bir form üretiyorsanız, yani çorabın formunun bozulmasını göze alıp yeri gelince kesip yeri gelince yırtarak form veriyorsanız ulaşacağınız imge bu karşınızdakilerdir. Bu sonuç, malzemenin doğasından gelmektedir; hassas, kaçan, yırtılan, dikildiğinde belirgin izler ortaya çıkaran bir malzemedir naylon çorap. Malzemenin kendi doğasından kaynaklanan bu şekilde form verme sonucu çıkan bu imgeler estetik operasyonlar ve ele aldığım güzellik probleminin ifadesini bulduğu yerdir. Verloop’ta böyle bir kaygı olmadığı gibi böyle biçimlendirme de yoktur. Teknik anlamda benim yarattığım bedenler anatomik ve gerçekçi kaygılar taşırken, Verloop bu konuyu es geçmekte, daha çok heykellerini yığma şeklinde oluşturmaktadır. (Görsel 18)
Sonuç olarak, ne benim ne de Verloop’un tek bir yapıta indirgenmemesi ve her güncel sanat pratiği okumasının gerektirdiği gibi yapıtların daha detaylı olarak, belki de biraz zaman ayrılarak okunması gerekmektedir.
Malzeme ve konu kimsenin tekelinde değildir. Kaldı ki naylon ve türevi malzemelerle çalışan ilk ve tek sanatçı da Rosa Verloop değildir. Çok daha erken dönemde bu malzemeyi gördüğümüz Louise Bourgeois, Sarah Lucas gibi örnekler de ortadadır.
Malzemeden dolayı ilk bakışta bir andırma oluyor ise, aynı benzerlik ilişkisinin Verloop ile Lucas ya da Bourgeois arasında da kurulması doğaldır. O halde Verloop’un da benzer bir biçimde yargılanması mı gerekir? Zaten her şeyin fazla fazla yapıldığı güncel sanat ortamında işleri birbirinden ayıran kavramsal altyapı, zaman zaman teknikle zaman zaman da başka duyarlılık noktalarıyla yapılmış olması değil midir?
Bu asılsız ve haksız suçlama üzerine, sanatın neliğinin ve varlık alanının çok dışında kalan bir tartışmanın içinde olduğumu düşünüyorum. Benzer problemleri kurcalayan, düşünen sanatçıların benzer biçimlere ulaşması ya da benzer malzemelerle çalışan sanatçıların yine benzer imgelere ulaşmasının örnekleri sanat tarihi boyunca izlediğimiz bir durumdur. Bu, “özgünlük” tartışmasında “birebir aynı” olmak ya da “çalıntı” işler üretmek ithamını kabul etmem mümkün olmadığı gibi, onur kırıcıdır. Ülkemizin/bizlerin bu konuda garip bir aşağılık kompleksi içinde olduğunu düşünüyorum. Nedense bir Türk sanatçının kendi söylemiyle bir yapıt üretemeyeceğine ilişkin kuşkucu bir tavır mevcut. Bu dar açıdan bakıldığı müddetçe ben ve benim gibi emeği ve edebiyle iş yapan sanatçılar maalesef bundan sonra da böyle haksız suçlamalara uğramaya devam edecek görünüyor.
Burada asıl tartışılması gereken mesele, benim işlerimin çalıntı olup olmaması değil, Ferhat Özgür’ün bir başka vesileyle belirttiği gibi, “özgünlük mefhumunu kızlık zarı gibi gören ve bekçiliğe soyunan patolojik” görüşlerdedir.
Özüm Koşar
03.05.2019
EK:
İLGİLİ HABERLER
Sanatçı akademisyen Ferhat Özgür’den “İntihal ve Özgünlük Saplantımız”