Basılmayan, çalınan, sattırılmayan kitaplar ve mağdur olan yazarları bu yılki Berlinale’nin ana konularından biri…
Berlin-Hiç kimse olmadığın halde dürüst kalabilmek büyük cesaret ister.
Aleksey German Jr.’ın Altın Ayı için ciddi bir aday olan filmi Dovlatov, bunu yapabilen ama bedelini memleketlerinden göç etmek zorunda kalarak ödeyen iki yazarın öyküsünü anlatıyor. Öncelikle, filme adını veren Sergey Dovlatov’un (Milan Mariç). Aynı tutumla aynı kaderi paylaşan yakın arkadaşı, Nobel ödüllü Joseph Brodsky’nin (Artur Beschastny) de filmde önemli bir rolü var.
Dovlatov ironik ve iğneleyici üslubu nedeniyle kendisine sipariş edilen röportajları bile beklendiği gibi yapmıyor, yapamıyor. Yazarlar Sendikası’na kabul edilmiyor ve bu yüzden de öyküleri edebiyat dergilerinde yayınlanmıyor. Geçimini sağlayacak parayı kazanamıyor. Dovlatov’un hayatından 1971 yılında Sovyet Devrimi’nin yıldönümü kutlamaları öncesinde altı günlük bir kesit sunan filmin geçtiği dönemde, Brodsky çoktan apolitik, pornografik (aşktan söz etmiş terbiyesiz), anti-Sovyet diye nitelenmiş, “sosyal parazit” olmakla yargılanmış ve beş yıl sürgün cezasına çarptırılmış… Bir de üstüne Yahudi. Dovlatov’un ise annesi Ermeni, babası Yahudi. Muzip bir adam, içinden geliyor mizah. Kendisine ikram edilen keşkül için “Ben Ermeniyim Osmanlı şeyleriyle işim olmaz,” diyor bir sahnede! Rüyaları bile komik, Brejnev’i görüyor! Parkta Nabokov’un Lolitasını satan sahafı KGB ajanıyım diye kafaya alıyor, kitabı soran herkes hakkında rapor tutturuyor ona! Satır aralarına sıkıştırdığı ironi başının belası…
Brejnev yönetiminde ideolojik sansür öyle taşlaşmış ki aparaçikler, o dönemde olsalar Dostoyevski ve Tolstoy’un da kitaplarını dinden söz ettikleri, işçileri yüceltmedikleri vb. gerekçelerle basmayacak! Böyle bir ortamda, Leningrad’a dönüp iş arayan eski eşi (Svetlana Khodchenkova) Dovlatov’a “Hiç kimse olmadığın halde dürüst kalabilmek büyük cesaret ister,” deyiveriyor. Fakat Dovlatov petrol işçilerini yücelten bir şiir yazamıyor işte, eline yapışıyor devrimin yıldönümü için tersanede yapılan film hakkında şöyle övgü dolu bir röportaj…
Politik ve pozitif olma baskısına boyun eğmeyen, eserleri yayınlanmayan iki yazarın filmin geçtiği altı gün boyunca SSCB’de kalmak için direndiklerini izliyoruz ama ikisi de sonunda ABD’ye gitti ve orada kitapları basıldı. Brodsky, Nobel bile kazandı. Diyeceksiniz ki bunlar da ideolojik oyunlar, öyle…
Lolita, Dovlatov ve The Bookshop’un ortak yanı
Berlinale’de kitaplar ve yazarlar bu yılın ana konularından biri. Isabel Coixet’nin Penelope Fitzgerald’ın romanından uyarladığı The Bookshop adlı filmi de bir İngiliz kasabasında tek hayali bir kitapçı açmak olan Florence Green (Emily Mortimer) hakkında. Kasabanın en eski binasını kitapçı haline getirince orayı bir kültür merkezi haline getirmek isteyen, nüfuzlu Violet Gamart’ın (Patricia Clarke) planlarını bozuyor. Lolita, Dovlatov ile The Bookshop’un ortak yanı: Yeni çıkan ve tartışma yaratan Lolita’yı vitrine diziyor Florence, cesaretiyle kasabanın münzevi kitap kurdu Edmund Brundish’i (Bill Nighy) aşık ediyor kendisine… Küçücük bir yerleşim biriminde dönen iktidar oyunları hakkındaki bu zarif film yarışma dışı gösterildi.
Altın Ayı adayı olmaktan uzak Eva’yı Isabelle Huppert bile kurtaramıyor
Benoit Jacquot’nun James Hadley Chase’in romanından uyarladığı Eva’nın ise Altın Ayı adayı olacak düzeye ulaşmadığından hemen herkes hemfikir. Gaspard Ulliel’in ölümüne seyirci kaldığı bir yazardan çaldığı oyunla fuhuştan tiyatro dünyasına terfi ettikten sonra kendi başına bir eser yazmak isterken bir fahişeye tutulmasını konu alan filmi Isabelle Huppert bile kurtaramıyor. Belli ki tematik açıdan yarışmaya dahil edilmiş bu film.
Transit, Petzold’un üst sıralarda yer alamayacak bir çalışması
Christian Petzold ise Anna Seghers’in 1942 yılında geçen romanını bugünün atmosferinde çekmeye cüret ederek ilginç bir çelişki yaratmış. Naziler Fransa’yı işgal etmiş hızla ilerlerken henüz işgal edilmemiş Marsilya’da vize alıp gemilere binerek Kuzey ve Güney Amerika’ya gitmeye çalışanların sıkışmışlığını anlatıyor Transit. Bir rastlantı sonucu, intihar eden yazar Weidel’in belgeleri ve son kitap taslağı eline geçen bir adamın, konsolosluktaki karışıklık üzerine onun kimliğine bürünmesi üzerine gelişen olayların günümüzde geçmesi tuhaf bir etki yaratıyor, pekala mümkün olduğunu düşündürdüğü için… Öte yandan Transit, Petzold’ün filmografisinde üst sıralarda yer almayacak bir çalışması.