A password will be e-mailed to you.

 

Ünlü sinema oyuncusu, senarist ve yazar Ethan Hawke, Doğan Kitap Novus etiketiyle yayımlanan Sevi Sönmez çevirisi “Şövalyeliğin Kuralları” isimli kitabıyla hayatı bir şövalye gibi yaşamanın sırlarını anlattı. Şövalye olmak sadece savaşa gitmek demek değildir. Bir şövalye hakikati savunmaz; hakikatin içinde yaşar ve hakikat onu savunur. İşte kitaptan çok sevdiğimiz Kırk Dört Budaklı Alageyik Destanı’nı Cem Karaca’lı Moğollar’ın Alageyik Destanı parçasıyla eşleştirerek- naçizane- yayımlıyoruz:

 

Kırk Dört Budaklı Alageyik Destanı

 

Edward’ın savaşını sona erdiren,
Her şeyin iyiye varacağını söyleyen, Kızıl Geyik Kral, boynuzları kırk dört

budaklı

Annem hemen bana bunu anlatmalı.

Hikâyesi kadimdir, zaman kadar eskidir, Kafiyesi masaldan, yeryüzünden gelir, Güneşin doğuşu, ayın evresidir, Denizlerin gelgiti, sonsuz bilgeliktir.

Sabahların birinde, Stonehenge daha yeniyken,

Bir karacayla yavrusu geziyordu çiyler düşerken.

Gözü pek yavru sordu annesine merakla, “Kimin heykelidir o tam da orada?”

“Canım benim” dedi anne, “o muhteşem kaya,

Tam da sen doğduğunda,
Alageyik Kralımızın muhteşem zaferiyle, Dikildi Yaşlı Edward’ın eliyle.”

“Tam benim doğum günümde mi? Anlatmalısın bana bu zaferi.” “Sebebidir gelmemizin buraya, Destanı anlatmaya, canım oğluma.

Cesur iki kralın destanıdır bu,
Keder ve fevkaladenin destanıdır bu,
O gündü, karnımda bir çocuk,
Az kalsın benimle beraber ölecek bu çocuk.

Hikâye işte tam da başlar burada,
İlk burada gördüm yüzünü işte bu bayırda, Kralın dehşeti içindeydik hepimiz,
Avlanıp öldürülecektik her birimiz.”

“Nedeni neydi? Öldürülecek miydik ama neden?

Avlanacak mıydık ama neden?”
“Severdi, avlanmayı kovalardı,
Zalim kalbi korkumuzu hissettikçe atardı.

Etimizi, budumuzu ziyafete katacak, Dillerimizle, gözlerimizle şenlik yapacak.” Ufaklığın gözlerinde dehşet, dili tutuldu, Anne dedi, “Evet, bu Edward, oydu.”

Anne “Beni dinle” dedi,
O gün Alageyik Kral’ın zaferi,
Canım oğlumun doğumuyla taçlandı,
Ve muhteşem öyküyle herkes onu öyle andı.

Avdı Edward’ın sevdiği, sadece av, Kılıcının kını altın, kendisi vurmaya tav, Oku, yayı yanından

hiç ayrılmaz, Dualarda, çiftlikte ise asla bulunmaz.

Bir zamanların güzel ülkesi artık yapayalnızdı,

Kral’ın gem vurulmuş narin atı bembeyazdı, Esnaf, terzi dükkânlarından atılmış, Marangoz, çiftçi bile ava katılmış.

Alet edevatı toz bürümüş,
Ahırlar, evler yarım kalmış, çürümüş, Çanaklar nemli, ayakkabılar patlak, Okullar boş, şiirler aksak.

Oktan yaydan fazlasını isteyen, Kandan bıkan insanlar, hepsi hayatını

isteyen!

Sıkıştırdılar geniş bir tepede geyikleri.

Avını isterse Edward böylece, Kuşatacaklardı, öldüreceklerdi zahmetsizce, Kral etrafındaki telleri görünce,

Baktı zavallılara sakince.

Ne fayda, sardılar çevresini,

“Aslında halkım siz, canavarları avlamak istemez,

Onlara kalsa neyi avlayacakları bilinmez.” Gözleriyle avını takip ettikçe,
Yaşlı Edward nasıl da kurnazdı

düşündükçe.

Geyiklerden biri damalı akgeyik, Diğeri gösterişli kırk dört budaklı bir

alageyik, Edward dedi: “İkisi de yaşamalı,

Hayatlarını bağışlıyorum, bunlar avlanmamalı.”

Minik geyik annesine,
Kralımız değil mi o, iki sürünün de deyince, Anne dedi “Sabırlı ol, cesur ol,
Kralımızın hikâyesinde anlatılacak bol.”

Gittiler sakince evlerine avcılar, Ortada gezecek geyik bırakmadılar, Et boldu, her gün birini avlarlardı, Nasılsa ellerinde bir dolu geyik vardı.

Orman geyikleri ise tuzakta, Birçoğu yaralanmış atılan oklarla, Keşke sadece oklar olsa, Kaçışırken ezilenler sayılmasa.

Her gün biri ölürken diğerleri sakat, Her sabah avcılar, korku, fecaat, Tuzaklardan kaçışan geyikler, Ormanda korku salınan yürekler.

Akgeyik, bir çift lafım var dedi,
Her gün versek içimizden bir adedi, Bu karmaşa, bu cinnet durur, Sürümüzden bir geyik bunu durdurur.

Acımız hafifler fakat ne hazin bir çare, Başlar öne eğik, geyikler biçare,
Her sürüden bir zavallı ölecek,
Kan donduran bu çile çekilecek.

Avcılar geyiği gördüler bacakları titreyen, Ne de harika bir hayvan, bu geyikler birer

Fırladı ok, vurdu geyiği yürekten, O gün başladı gelenek hepten.

Her sabah bir geyikti akıbete yürüyen, Günlerce, haftalarca bitmeyen,
Ta ki kura birine düşene dek,
Bir dişi karaca karnında bir bebek.

Anneydim ben, karnımdaki de sen, Paramparça olmuş, ne yapacağını

bilemeyen, Belliydi kuralları kuranın bütün,

Nabzım durmuş, öleceğiz topyekûn.

Yalvardım dizlerimin üstünde, “Ak geyik, Kura bana vurdu, halim bitik,
Karnımda bebeğim var, gebeyim,
Yeter ki doğsun, onu bırakıp gideyim.”

eren,

Fırladı ok, vurdu geyiği yürekten,

O gün başladı gelenek hepten.

Her sabah bir geyikti akıbete yürüyen,

Günlerce, haftalarca bitmeyen,

Ta ki kura birine düşüne dek,

Bir dişi karaca karnında bir bebek.

Anneydim ben, karnımdaki de sen,

Paramparça olmuş, ne yapacağını bilemeyen,

Belliydi kuralları kuranın bütün,

Nabzım durmuş, öleceğiz topyekun.

Yalvardım dizlerimin üstünde, “Ak geyik,

Kura bana vurdu, halim bitik,

Karnımda bebeğim var, gebeyim,

Yeter ki doğsun, onu bırakıp gideyim.”

Az zamanda büyür, kendi başına yaşar, O zaman onu bırakır, kaderime koşar, Elbet giderim ama yavrum ölmez, Hayır dedi kral, bu acı hiç bitmez.

Kurallar belli, dönüş yok, Bebeğimle bana hayat yok, Başım önde, ümitsiz bir biçare, Gözlerim yaşlı ama ne çare.

Şükür ki kırk dört budak duyunca, Yakarışlarımı yakınlarda, tatlı karaca, GİT, YAŞA, yavrunu doğur!
Dedi üzülme, hadi koştur.

Havalara uçtum sözleri duyunca, Görünmemişti ölüm bize bir gün boyunca, Fakat başkasıydı ölüme yürüyecek, Yüreğim malum acıyla ezilecek.

Bir kuraydı vuracak hepimize ardınca, Başkası göğüsleyecek bu acıyı cesurca, Alageyik oklara doğru giderken, Serçelere baktı veda ederken.

Alageyik mi çekecek cefamı benim? Yok mu diyen cesurca üstlenirim? Homurdandı diğerleri geriden, Anladım bunlar benim yüzümden.

Geldiğinde kral inanamadı avcılar, Bu da neydi kocaman bir canavar, Adamlarıyla Edward da gelince, Efendim bu kırk dört budak deyince

Görkemlisin ama yok bu akıbetinde, Seni azlettim ya yerin yok ziyafetimde, Ak geyik ve seni kendime ayırdım,
Şu aksağı gönder, ona bayıldım.

Ben geldim onun yerine,
Cefası benimdir o bir gebe,
Ölmesin yavrusu var karnında,
İşini bitir, kemiklerimi göm bir çukurda.

Bendim ki kral ama uyuyan, Bir geyik oldu beni ayıltan, Dedi Edward, baktı boynuzlara, Demek gözün bu kadar kara?

Elbette veririm ki candır verilecek, Korkum yok, nasılsa hepsi geçecek, Ölüm de bir parça yaşamdan, Belki de eşimdir o, canımdan.

Elleri sakalında yine kralın, Memnun oldum dedi lakin, Kraldır ki her canı korumalı, Bu gerçektir ki ders alınmalı.

Sürünle beraber serbestsin,
Bana öğrettiğini herkese öğretesin, Soyunu devam ettir, huzurla yaşa, Özgürsünüz artık koşa koşa.

Kudretli geyik salladı başını,
Kralların kralı, ormandır bu geyiğin vatanı, Sürümü alıp yollara düşersem,
Ne olur diğerlerinin hali bilemem.

Oklar gece gündüz yağar,
Kederli dostlarım beni anar, Bunun bedeli bu mu olacak?
Bir karacayla bir bebek kurtulacak.

Fakat diğerlerinden sana ne, Alageyik kayada durdu sakince, Edward yine eli sakalında bekledi, Akıllısın derken boğazını temizledi.

Vicdanın temiz besbelli, Örnek olmalı bize temelli, Bu tuzağı hemen salıverelim, Geyik dedi, asilsiniz Kralım.

Edward dedi herkes özgür, daima barış, Fakat Alageyik kıpırdamıyor bir karış, Öyle ki bir tavşan durmuş, onu izliyor, Herkes susmuş, Alageyiği gözlüyor.

Açın kulaklarınızı da dinleyin, Destandır bu ulu bir geyiğin, Yavrumun doğumunda bugün, Zaferini yazdı Alageyiğin.

Tüm orman üzgün, hepsi tetikte, Uzun zamandır her yer ateşte, Dostlarımın omuzlarında tüm yük, Nasıl taşınır bilmem bu güçlük.

Delilik bu, kıyım, dehşet, kıyamet, Hiç bitmeyecek sanki bu eziyet, Biz gitsek de diğerleri çekecek,
Bu düzende haysiyetsizlik hepyek.

Haddi, merhameti yok, hepsi ölüyor, Yeryüzü kanla, kemikle örtülüyor, Diyorsun ki ormanı bırak, kurtar kendini, O zaman kim alacak benim yerimi?

Hepimizi bırak merhametli Kralım, Efsanesi ol bu özgür ormanın,
Sen istersen gelir hepimize barış, Sadece biz değil, ormanda her karış.

İnanamadı Edward duyduğuna, Adamları hayret ettiler bu cüretkârlığa, Kafası eğildi, iç geçirdi tekrar,
Çiftçi olacağız hepimiz aşikâr!

Senin yolunda bir talebeyim, Hepsini bırakın, yolumuza gidelim, İşte burada beni yendin,
Kazanan belli, sana aferin.

Adamlarımla duyduk öğretini, Hepimize öğrettin ferasetini, Şarkıları ormanın hür ve asi, Gözümüzü açtın seni gidi sinsi.

Koş güneşte özgürce baştanbaşa,
Bize erdem öğrettin hay aklınla bir yaşa! Küçüğünden büyüğüne türlü mahlûkat, Vahşi ormanda yaşıyor heyhat.

Derinlerde cıvıldayan bir serçe, Ulu geyik hâlâ duruyor bilgece, Sallıyor boynuzlarını sağa sola, Uçarken uzaklardan bir atmaca,

Kırlangıçlar dans ediyor dallarda, Alageyik hareler görüyor kanatlarda, Bir kartal, bir baykuş, bir karga, Şarkılarının hepsi birer mana.

Heyhat, hepsi ölecek majeste, Dedi Alageyik, tetikte, Kralım söyleyin ama neden, Oklarınızdır hep göğü delen?

Bu gazabın nedenini bilmeyenler, Yüceliğiniz onlara da değer, Gönül kapınızı açın ardına dek, Yakışır size kuşları da azletmek!

Hay aksi bir de güçlü derlerdi bana, Savaşçıyım fakat şuna bir baksana, Hem inatçı hem sofu, boyun eğmeyen, Alageyik doğruldu cesurca cevaben.

Lider dedi zor yolu seçendir, Diğerleri için acıları çekendir, Doğru yola sapan eğilmez, Herkese özgürlükten vazgeçilmez.

Haşmetli kral indi mağrur atından, Güçlü ellerini kavradı kılıcından, Ulu geyiğe dönüp baktı alaydan, Tükürükler saçarken ağzından.

Peki ne olacak balıklar, Unutulacak mı alabalıklar?
Ulu geyikle kral göz göze, Onları düşünmemen bir mucize.

Kralım ne kadar da bilgesiniz, Nehirleri siz aklıma getirdiniz, Göllerin, nehirlerin o gümüşi sakinleri, Onlarsız akın akın coşar mı nehirleri?

Sesi çıkmaz bazılarının ayrıyeten, Somon mesela yüzmez mi tersten? Yayındır gecelerin kralı,
Geyik tedirgin ama etkiledi kralı.

Kaldı yiyecek sadece zerzevat, Meyve yemeli bir de hububat,
Bu insanları ne ile beslenmeli? Fazla seçenek bırakmadı budaklı.

Gözün kara, eyvallahın yok, Gerçi kavganda nedenin çok, Mantığın doğru, yolun aşamalı, Balık bile özgürlüğe ulaşmalı.

Bugünden tezi yok her tür canlı, Hürdür ormanlarda adamakıllı,
Yaşlı Edward çağırdı adamları, haber

salındı, Yüreğim şimdi gördü dedi, gözüm açıldı.

Canlılar ki benim kadar korkar yürekten, Budur benim size emrim, mirasım

emaneten, Avdan, tuzaktan uzak bir orman,

Çocuklarım dedi size armağan.

Alageyik baktı ormana neşeyle, Kuşlar cıvıldar, gökyüzünde sevgiyle, Sincaplar, tilkiler hatta ördekler, Dönen talihlerine gülerler.

Gözlerinden süzülen bir damlayla, “Sonunda” dedi Alageyik kararlılıkla, Tabiata gösterdi gözündeki yaşla, Her canlının değerini anlamla.

Kırk dört serçe kondu boynuzlara, Korkusuzca başladılar şarkılara, Ulu geyik döndü neşe küpüne, Hoplayarak koştu özgürlüğüne.

Kral dedi “Kapıları açın,
Çakılı tuzakları kaldırın”, Saçılırken geyikler dört bir yana, Edward’ın iyiliği çıktı meydana.

Yaşlı Edward tuttu sözünü tez zamanda, İnşa etti bu anıt çemberi meydanda, Dedi, “Çalın, söyleyin, hatırlayın adını, Kırk Dört Budaklı Geyik baladını.”

Sesi zor duyuluyor annesine dek, Ayakta zor duruyor titrek, Doğru mu diye annesine soran, “Yüce kral mıydı bizi kurtaran?”

O akşamüstüydü senin doğumun, İşte bu çayırdaydı gün bugün, Düşün ki dedi anne geyik, Herkes birbirine karşı nazik.

Edward’ın savaşını sona erdiren,
Her şeyin iyiye varacağını söyleyen, Kızıl Geyik Kral, boynuzları kırk dört

budaklı,

Annem hemen bana bunu anlatmalı.

 

Daha fazla yazı yok
2024-11-22 09:40:39