Son birkaç yıldır bilgi kıtlığı ekonomisinden devingen bir bilgi furyasına geçtik. Google’dan Eric Schmidt’e göre şu anda, insan ırkı her iki günde bir, uygarlığın şafağından 2003’e kadar üretilmiş bilgi kadar bilgi üretiyor. Bu da günde yaklaşık 5 egzobit kadar veri demek oluyor, skor tutmak isterseniz. Bu zorlu görev, çölde büyüyen az bulunur bir bitkiyi bulmak değil, ama cangılda büyüyen spesifik bir bitkiyi bulmak noktasına geliyor. Bu bilgiyi kullanarak, gerçekten ihtiyacımız olan bir şeyi bulmak için yardıma ihtiyacımız olacak.
Kütüphaneler insanların bilgi için gittikleri yerdir. Kitaplar bilgi buzdağının sadece tepe noktasıdır: oradalardır ve kütüphaneler size özgürce ve yasal olarak kitap sağlayabilirler. Eskiden olduğundan çok daha fazla çocuk kütüphanelerden kitap ödünç alıyor; her türde kitap: basılı, dijital ve sesli. Kütüphaneler ayrıca, örneğin, bilgisayarı ya da internet erişimi olmayan insanların hiçbir şey ödemeden internetten yararlandıkları yerlerdir. İş imkanları araştırmak, iş başvurusu gibi konular da çevrimiçi olarak orada halledilebilir. Kütüphaneciler insanların bu dünyada yollarını bulmalarını sağlayabilir.
Tüm kitapların ekranlara geçeceğine ya da geçmesi gerektiğine inanmıyorum: Douglas Adams’ın bir keresinde bana işaret ettiği gibi, Kindle’ın türemesinden 20 yıldan daha uzun süre önce fiziksel haliyle kitap bir köpekbalığı gibiydi. Köpekbalıkları yaşlıdır: onlar dinozorlardan önce de okyanustaydı. Ve köpekbalıklarının hâlâ etrafta olmalarının sebebi, onların köpekbalığı olmaktan başka bir şeyi bu kadar iyi olamayacaklarından. Fiziksel kitaplar sağlamdır, yok etmek zordur, güneş ışığıyla çalışırlar ve elde iyi hissettirirler. Onlar fiziksel kitap olmakta iyiler ve onlar için her zaman bir yer olacak. Kütüphanelere aitler, kütüphanelerse çoktan e-kitaplara, sesli kitaplara ve DVD’lere ve internet içeriğine de sahipler zaten.
Okur-yazarlık artık daha önemli
Kütüphane bir bilgi havuzudur ve her yurttaşa eşit erişim hakkı verir. Sağlığa değgin bilgiler içerir. Akıl sağlığına da. Bir kamu alanıdır. Güvenlik alanıdır, dünyada bir sığınaktır. Kütüphanecileri içeren alandır. Geleceğin kütüphanelerinin nasıl olacağını şu anda hayal ediyor olmamız gerekir.
Okur-yazarlık, yazılı mesaj ve e-postanın olduğu yazılı enformasyon dünyasında her zaman olduğundan daha önemli. Okumaya ve yazmaya ihtiyacımız var, rahatlıkla okuyan, okuduğunu anlayan, nüansları fark eden ve kendilerini anlaşılır kılan dünya vatandaşlarına ihtiyacımız var.
Kütüphaneler gerçekten geleceğe açılan kapı. Dünya üzerinde yerel otoritelerin tasarruf etmenin kolay bir yolu olduğunu düşündükleri için kütüphaneleri kapattıklarını, bunu yaparken aslında gelecekten çaldıklarını fark etmediklerini görüyoruz. Açık olması gereken kapıları kapatıyorlar.
OECD’nin yaptığı son çalışma İngiltere’nin ‘’en yaşlı grupta hem okur-yazarlık hem matematikte yeterliliğin, cinsiyet, sosyoekonomik arkaplan ve çalışma alanları hesaba katıldığında en genç gruba göre daha yüksek olduğu tek ülke’’ olduğunu gösteriyor.
Ya da başka türlü söylersek, çocuklarımız ve torunlarımız bizden daha az okur-yazar ve matematikte daha az başarılı. Dünyada yol almakta, dünyayı anlamakta ve sorun çözmede bizden daha yetersiz. Yalanlara daha kolay inanabilir, yanlış yönlendirilebilirler, kendilerini buldukları dünyayı değiştirmede ve iş görmede daha yetersizler. Ve bir ülke olarak İngiltere, diğer gelişmiş ülkelerden geride kalacak çünkü nitelikli işgücünden yoksun olacak.
Kitaplar ölülerle iletişime geçmenin yoludur
İnsanlığın kendini kendinde inşa edişi, bizim, artık bizimle olmayanlardan öğrenme biçimimizle bilgiyi çoğaltarak gelişim göstermiştir; her seferinde sıfırdan ve yeniden öğrenerek olan bir şey değildir. Pek çok ülkeden daha eski olan masallar vardır, ilk kez anlatıldığı yerin kültüründen ve binalarından daha çok yaşamıştır.
Bana göre geleceğe karşı sorumluluklarımız var. Bir gün yetişkin olup dünyaya yerleşiyor olduklarını görecek çocuklara karşı sorumluluklarımız ve zorunluluklarımız var. Hepimiz -okurlar, yazarlar ve yurttaşlar olarak- zorunluluklara sahibiz. Burada bu zorunlulukları bir bir anlatmayı deneyeceğim.
Özel ya da kamusal alanda keyif için okumak gibi bir zorunluluğumuz olduğuna inanıyorum. Eğer keyif için okursak ve başkaları bizi okurken görürse, o zaman öğreniriz ve hayallerimizi uygulamaya geçiririz. Başkalarına, okumanın iyi bir şey olduğunu gösteririz.
Kütüphaneleri destekleme zorunluluğumuz var. Kütüphaneleri kullanmak, başkalarının da kullanması için onları yüreklendirmek ve kütüphanelerin kapatılmasına itiraz etme zorunluluğumuz var. Eğer kütüphanelere önem vermiyorsanız, bilgiye ya da kültüre ya da bilgeliğe de değer vermiyorsunuzdur. Geçmişin seslerini susturuyor, geleceğe zarar veriyorsunuzdur.
Sesli okumadan vazgeçmemeliyiz
Çocuklarımıza sesli okuma zorunluluğumuz var. Onlara keyif aldıkları şeyleri okuma. Bizim zaten sıkılmış olduğumuz öyküleri onlara okuma zorunluluğu. Vurguları yapma, öyküyü ilginç hale getirme zorunluluğumuz var. Ve onlar kendi başlarına okumayı öğrenseler de durmamamız gerekiyor. Sesli okuma zamanını, telefonların kontrol edilmediği, dikkat dağıtan dünyanın bir kenara koyulduğu bir kaynaşma zamanı olarak kullanmalı.
Dili kullanma zorunluluğumuz var. Kendimizi, sözcüklerin anlamlarını bulmaya ve bunları etkin kullanmaya, açık bir şekilde iletişim kurmaya ve kendimizi doğru ifade etmeye zorlamalıyız. Dili dondurmaya ya da ona saygı duyulması gereken ölü bir şeymiş gibi davranmaya kalkmamalıyız; onu yaşayan, akan, sözcükler ödünç alan ve böylece anlamların ve telaffuzların zamanla değiştiği bir şey olarak kullanmalıyız.
Biz yazarlar -ve özellikle çocuklar için yazanlar, ama tüm yazarlar- okuyucularımıza bir zorunluluğumuz var: doğru şeyler yazmak, bu, özellikle gerçekte olmayan yerlerdeki, gerçekte olmayan insanlar hakkında anlatılar yazarken önemli. Doğru olan, gerçekleşen olaylarda değil, bizim kim olduğumuzda. Kurgu doğruyu söyleyen bir yalandır, nihayetinde. Okuyucularımızı sıkmamak, onların sayfaları çevirmelerini sağlamak gerekir. Tereddütlü okuyucu için en iyi kür, sonuçta, okumadan edemedikleri bir anlatıdır. Ve okuyucularımıza doğru şeyler anlatarak silah ve zırhlarını vermeli, bu yeşil dünyadaki kısa ömrümüzde toparladığımız ne bilgeliğimiz varsa aktarmalıyız; ama vaaz vermemek, ders anlatmamak ve önceden hazmedilmiş ahlakı ve iletileri, yetişkin kuşların yavrularını beslerken yarı çiğnenmiş kurtçukları vermeleri gibi, okuyucunun gırtlağından aşağı tıkmamalıyız. Ayrıca, asla ve asla, hiçbir koşulda, kendimizin okumak istemeyeceği herhangi bir şeyi çocuklar için yazmamalıyız.
“Çocuklarınızın zeki olmasını istiyorsanız, onlara masal okuyun”
Çocuklar için yazanlar olarak yaptığımız işin önemli olduğunu anlama ve kabul etme zorunluluğumuz var, çünkü eğer biz çocukları okumaktan ve kitaplardan uzaklaştıracak şekilde bu işi batırır ve sıkıcı kitaplar yazarsak, kendi geleceğimizi kısaltmış, onlarınkini daraltmış oluruz.
Etrafınıza bakın; ciddiyim. Durun bir an için ve içinde bulunduğunuz odaya bakın. Çok açık olduğu için unutulmaya meyilli bir şeye işaret edeceğim. O da şu: görebildiğiniz her şey, duvarlar dahil, bir noktada hayal etmiş olduklarınızdır. Birisi sandalyeye oturmanın yere oturmaktan daha kolay olduğuna karar vermiş ve sandalyeyi hayal etmiştir. Birisi, ben Londra’da, şu anda yağmur yağarken, size konuşurken ıslanmamamız için bir yol hayal etmiştir. Bu oda ve içindeki şeyler ve bu binanın içindeki diğer her şey, bu şehir varoluyor çünkü insanlar defalarca ve ardı arkası kesilmez biçimde bir şeyleri hayal etmiştir.
Bizim bir şeyleri güzelleştirme zorunluluğumuz var. Bulduğumuz bu dünyayı eskisinden daha çirkin bırakamayız, okyanusları boşaltamaz, problemlerimizi bir sonraki nesle bırakamayız. Arkamızı temizlemek zorundayız, çocuklarımızı basiretsizce mahvettiğimiz, gerektiği kadar önem verilmemiş ve sakatlanmış bir dünyayla bırakamayız.
Siyasetçilerimize ne istediğimizi söyleme zorunluluğumuz var; okumanın değerli yurttaşlar yaratmadaki önemini anlamayan, ayrıca bilgiyi korumak ve sürdürmek, okuryazarlığa teşvik etmek için bir şey yapmak istemeyen hangi partiden olursa olsun siyasetçilere karşı oy kullanma zorunluluğumuz var. Bunun parti siyasetiyle ilgisi yok. Bu, insanlığın ortak meselesi.
Bir keresinde Albert Einstein’a çocuklarımızı nasıl zeki yapabiliriz diye sormuşlar. Cevabı hem basit hem de bilgece olmuş. ‘’Eğer çocuklarınızın zeki olmasını istiyorsanız,’’ demiş, ‘’onlara masal okuyun. Eğer daha da zeki olmalarını isterseniz, onlara daha fazla masal okuyun.’’ Einstein okumanın ve hayal kurmanın önemini anlamıştı. Umarım çocuklarımıza okudukları ve okundukları, hayal kurdukları ve anladıkları bir dünya veririz.
Kaynak: Neil Gaiman, Why our future depends on libraries, reading and daydreaming, The Guardian (Neil Gaiman’ın The Reading Agency’de yaptığı konuşmanın metnidir)