Bob Dylan
Başlıktan tahmin edebileceğiniz gibi, geçen hafta 2016 yılının Nobel Edebiyat Ödülü’nü alan müzisyen-ozan ve yazardan bahsediyorum. Yeni yayımlanan bir kitap olmasa da, hayatınıza yeni bir soluk getirebilecek bir perspektif sunabilir belki. 2003 yılında Everest Yayınları tarafından yayımlanan Bob Dylan kitabını Gökalp Baykal yazmış. Halihazırda Nobel ödülü almış ve şu an popülerleşmişken tekrar ilgi görebilecek kitaplardan biri diyebiliriz.
Bob Dylan için şu kısa zamanda birçok şey söylendi, yazıldı ve çizildi. Nobel Komitesi’nin kendisini aramasına rağmen geri dönüş yapmadığı da geçen günlerde haber olarak çıkmıştı. Düşünün ki, Nobel komitesine geri dönüş yapmayan bir adam! Nobel ile ilgili olarak ne düşündüğünü en azından şu ana kadar bilemiyoruz. Çok fazla da bu tip ‘şey’leri umursamayan bir karakter. Bob Dylan hakkında bir uzmanı kadar nutuk atacak değilim tabii ki. Onu yıllardır takip edenler, her albümünü alıp dinleyenler, kitaplarını, şarkı sözlerini okuyanlar zaten söyleyeceklerini söylediler, söylemeye de devam ediyorlar. Benim ekleyebileceğim en önemli şey, Bob Dylan’ı klasik anlamda bir şarkıcı veya müzisyen olarak görmemek olurdu. Daha çok melodili edebiyat denebilir. Bu değerlendirmeyi de yazdığı şarkı sözleri ve kitapları üzerinden yapıyorum. Gerçi şaşırtıcı bir şekilde Nobel Edebiyat Ödülü ilk kez bir müzisyene verildi. Geçmiş ödüllere bakılınca biraz da kemikleşmiş akademik algının aksine, galiba farklı bir bakış açısıyla verildi. Biraz Dylan dönemine baktığımızda veya incelediğinizde kişisel olarak çok önemli müzisyenler de görüyorum. Bunlardan Johnny Cash, Leonard Cohen, Miles Davis, Aretha Franklin, Bob Marley, Neil Young, Tom Waits vb. müzisyenler aklıma bir çırpıda gelenler. Evet, biraz Amerikan ağırlıklı bir liste oldu, ama bu isimleri de bahsetmeden es geçmek olmazdı. Sözü fazla da uzatmadan kitabımıza gelelim.
Aynı zamanda Bob Dylan çok eleştirilen bir karakter. Bu eleştirilerin gerçeklik payı da yok değil. Birçok alanda eli olmasına rağmen, sürekli bir eleştiri yağmuruna tutuluyor. Buna Victoria’s Secret ve Pepsi’nin reklamlarına çıkmasını örnek olarak gösterebiliriz. Köksal, Dylan için pop müziği farklı bir katmana taşıyarak, bu kadar eleştiri bombardımanına tutulmasının reva mı olduğunu soruyor kitabında. Dylan’ı değerli kılan şey ise, müziğini belirli bir toplumsal sınıf veya zümre için yapmıyor, zaman ve mekandan bağımsız olarak şarkılarını üretiyor, söylüyor ve insanlara ulaştırıyor bir ozan bilgeliğinde. “Halk bunu istiyor” şiarını benimsememiş, özgün tarzını müziğine, şarkı sözlerine yansıtmış. Tüm bu konformizme karşı gelerek, kendine has bir tarzı olan Dylan, dünyada birçok insanın saygısını kazanmış. Bu kitap da bu saygıyı yerine getirerek, bizlere Dylan’ın detaylı bir portresini sunuyor ve yeni bir kapı açıyor.
Sevdiğim şarkılarından birinin videosunu ve sözlerini eklemek istiyorum. Sevdiğiniz bir kişiye de ithaf edebilirsiniz.
Türk Sinemasında 100 Unutulmaz Karakter
Geçen haftalarda tanıttığım siyasi kitaplardan sonra sinema çalışmasıyla devam edelim. Türk Sineması’nın karakterlerine göz atalım biraz da. Burak Acar tarafından hazırlanan ve editörlüğünü Esra Ertan’ın yaptığı ‘Türk Sinemasında 100 Unutulmaz Karakter’ adlı kitap Edebi Şeyler Yayınevi tarafından yayımlandı. Bu kitap, bağımsız sosyal sinema platformu Fil’m Hafızası’nın Edebi Şeyler Yayınevi ile işbirliği sonucunda hayata geçmiş. ‘Türk Sinemasında 100 Unutulmaz Karakter’ denilince aklınıza kimler geliyor? Sesinizi duyar gibiyim? Benim aklıma daha eski oyuncular ve oynadıkları karakterler geliyor. Mesela, Şener Şen geliyor, çocukluğumun ve gençliğimin sanatçısı Kemal Sunal, Türkan Şoray, Kadir İnanır, Hale Soygazi, Gülşen Bubikoğlu, İlyas Salman, Sadri Alışık, Tarık Akan ve özellikle de gerçek ismi Adela olan Adile Naşit. Hepsi başlı başına Türk Sineması’nın en değerli noktasında duruyorlar oyunculuklarıyla. Sadece oyunculuklarıyla mı? Canlandırdıkları karakterler de hala hafızalarımızda yer etmiş şekilde duruyor hiç çıkmamacasına. Tüm bu karakterleri tek tek saymaya gerek yok aslında. Birkaç örnek vermek gerekirse, ‘Fosforlu Cevriye’, ünlü selamıyla ‘Turist Ömer’, Hababam Sınıfı’nın unutulmaz karakteri ‘İnek Şaban’ ve İlyas Salman’ın oynadığı çarpıcı karakter ‘Çiçek Abbas’ gibi. Şöyle bir soru da sorabilirsiniz: ‘Sadece eski karakterler mi var bu kitapta?’ Hayır, tabii ki! Zaten bu kitabı da önemli da kılan bu farklılığı. Günümüzün farklı eğilimde çekilmiş Türk Sinemasındaki karakterleri de okuyabileceksiniz. Bunlardan birkaçını saymam gerekirse, Kış Uykusu‘nun ‘Aydın’ı, Seren Yüce’nin ilk uzun metrajlı yönetmenlik denemesi olan Çoğunluk filmindeki ‘Mertkan’ karakteri, Dönersen Islık Çal’daki ‘Travesti’, Uçurtmayı Vurmasınlar filmindeki ‘Barış’ ve daha niceleri…
Kapsamlı bir şekilde hazırlanmış kitapta, herbirini sinemada izlediğiniz karakterleri okuyacaksınız. 100 fotoğrafla eşliğinde genel bir panaromayı sunan çalışmanın en önemli tarafı, farklı tür ve yönelimden karakterlerin seçilmesi. Bu karakterler, toplumsal yapıyı da ortaya koyuyor ve tahlil yapmak daha kolaylaşıyor. İster siyasi ister kültürel taraftan ele alınsa da, çok kıymetli bir perspektif sunarak kendi yaşadığımız toplumu sinema üzerinde okumamıza ve tahlil yapmamıza yardımcı oluyor. Bu kitaba Yekta Kopan’dan Mine Söğüt’e, Küçük İskender’de Cem Altınsaray’a kadar, 45 farklı ve değerli isim destek vermiş. Günümüzde kaybettiğimiz çok sesliliği ve demokrasiyi düşünerek okumak ufkumuzu açmak adına yararlı olacaktır.
Casus
Müzik, sinema derken biraz da edebiyattan bahsedelim. Gündem yeterince karışık ve moral bozucu zaten. Haftanın yeni kitaplarına birçok kez ‘best-seller’ olmuş bir yazarla devam edelim. Kimden söz ediyoruz: Paulo Coelho tabii ki. Ana akım bir seçim olmasına rağmen, ilerleyen günlerde bu romanı üzerinde çok konuşulacaktır. Bu ay itibarıyla Can Yayınları tarafından yayımlanan Casus’u eminim ki Coelhoseverler zaman kaybetmeden hemen alıp okuyacaklardır.
Paulo Coelho’nun Simyacı adlı kitabını okumuştum. Birçok insanın etkilendiği, yere göğe koyamadığı, hayatına uyarlamak istediği kitap: Simyacı. Coelho bu kitabını varoluşçuluk felsefesine dayanarak yazdığını düşündürtmüştü o dönemlerde. Hep bir bedelle karşı karşıya kalan insanı ve zorlukları kendi varoluşunu ve ne istediğini bilerek koyan bir karakteri tasvir ettiğini düşünürüm. Yeni romanı ‘Casus’ da Mata Hari ile avukatının arasındaki yazışmalardan yola çıkarak kurgulanmış. Cesur adımlar atmış, hayatını riske etmiş ve bedel ödemekten çekinmeyen biri olarak adlandırılmak ve kabul görmek isteyen bir kadın. Tek suçu özgür kadın olmak istemesi. Sınırları aşmak ve ötesine gidebilmek, başını eğmeden. Bu kitapta yaşamın ve aşkın gizemlerini Mata Hari’nin özgürlükçü ve direnen kadın portresi ile bulacaksınız. Kitabı, kısa bir süre içinde sosyal medyada kahve ve kitap fotoğraflarının yanında görmeye başlayacağız demek…
Küre
Şimdi de sıra bir şiir kitabının tanıtımına geldi. Bu haftanın yenilerinden Murathan Mungan’ın Metis Yayınları’ndan çıkan Küre adlı şiir kitabı.
Murathan Mungan deyince akan sular durur, üstünde iki üç kez düşülmesi gereken bir şair, yazar ve entelektüeldir. Mungan duruşu, mücadelesi ile kalplere, vicdanlara en direkt yoldan seslenen bir cesaret timsalidir. Onun en çok kullandığı kavramlardan, sözcüklerden biri olan ‘korelasyon’u çok sever ve kullanırım. Örnekleri bu sözcük ile vermenin anlamını ve değerini bilirim. Korelasyon ile ne demek istediğini anlarım, bilgisi, duygusu ve vicdanıyla konuşan insanın. O yüzden herkesin bir gün Murathan Mungan ile tanışmasını, konuşmasını ya da dinlemesini isterim. Kitaplarını okumasını ya da bir söyleşini dinlemesini öneririm. Mutlaka insan dair, yaşama dair ayrıntıları dolu dolu bulabilir, her anlamda yeni bir yolu açabilir. Şimdi de yeni şiir kitabıyla bizleri başka bir yaşamın varlığına doğru götürüyor. O zaman Mungan’ın sürekli okuru olanlar ile şiirleri sevenler şiir sanatı üzerine olan görüşlerini topladığı bu kitabı bir an önce alsın.
“Şiir sanatı üzerine görüşlerimi içeren poetik kitapçıklar dizisinin ilk kitabı… Şiirin tükenmez kıvılcım ocağından aklımın payına düşenleri paylaşmak istedim. Bunun için de birçok düşünce ve deneme kitabının vazgeçilmezi olan ‘fragman’lar biçiminde ilerleyen bir tarzı tercih ettim.
“…Onca yaşa karşın, yolun yarısına bile gelemeyenlere ne demeli? Bazı uzaklıklar yıllarla kapatılmaz. Uzaklık, içi doldurulması gereken bir bilgi çeşididir.
“Şiir üzerine, sonra da kendi şiirimiz üzerine düşüncelerimiz de kolay oluşmaz. Herhangi bir konuda düşünce oluşturmaktan çok daha uzun ve zahmetli bir süreçtir bu. Şiirin çoğu kez sahibine bile yabancı, uzak, ele geçirilmez evreninde sezgi, içgörü, bilgi, deneyim, zevk, görgü, incelik, fikir, buluş, keşif ve benzeri belirleyenler, kendi fizik yasaları içinde yer değiştirip dururlar. Şiirin kendi iç takvimi vardır; gündelik dünyanın kullandığı takvimle bazen örtüşür, bazen örtüşmez. Bu nedenle, hiçbir zaman o güne kadar öğrendiklerinizle yetinip, artık kendinizi gönül rahatlığıyla kendiliğinden çalışan bir düzeneğe bağlayamazsınız, sürekli uyanık ve diri, dahası “tedirgin” olmanız gerekir. Dünyanın belki de en eski sanatının hâlâ sürdürülüyor, sürdürülebiliyor olmasında şu saydıklarımın toplamından oluşan tedirginliğin payı vardır. Şiir tereddütleri olanların sanatıdır.” -Murathan Mungan*
*Kitabın tanıtım metininden alıntıdır.