Danny Boyle, Slumdog Millionaire, 127 Saat gibi Oscar adayı filmlerden sonra tam bir yaz filmi olan Trans ile karşımıza çıkıyor.
Trans, Danny Boyle’ın ünü yakaladığı Trainspotting’deki yaratıcı zekasını hatırlatan bir film. Bu filmde, Renton’ın tuvalete dalarak uyuşturucu aradığı sahneyi yaratan adamla tekrar karşılaşıyoruz.
Filmin açılış sekansında, kahramanımız Simon, Rembrant’ın kaybolan bir tablosu, Storm on the Lake of Galilee’den bahsediyor. Bu tabloda Rembrant’ın yer aldığını fakat onu bir daha kimsenin göremediğini çünkü tablonun bir şekilde kaybolduğunu anlatıyor. Bu bilgileri bize veren Simon ise tablo açık artırmalarında çalışan, kafasına aldığı darbe sonucu kısa-dönem hafızasını kaybetmiş bir güvenlik görevlisi. Bu durumda Rembrant’ın kaybolan tablosu, Simon’ın kaybolan hafızasını temsil ediyor. Simon’ın, çalınmasını engellemeye çalıştığı ve kafasına darbe almasına neden olan tablo ise Fransico de Goya’nın Witches’ Filght tablosu.
Witches’ Flight tablosunun pek çok farklı okuması yapılıyor. Fakat bu filmle bağlı okumasını yapmaya çalışırsak, Witches’ Flight’ın, sadece fantaziden ibaret, korku temsili düşmanlar hakkında olduğu söylenebilir. 1481-1834 arası İspanya’da Avrupa’nın pek çok şehrinde olduğu gibi engizisyon mahkemeleri hukuku sağlıyor. Bu dönemde, şu an “bazı” ülkelerde de olduğu gibi bir hayali düşman aranıyor. Aranan düşmanlar ise cadılar adı altında tanımlanıyor. İspanyol’lar bu “faiz cadıları”na karşı savaş açıyor ve kendileriyle aynı fikirde olmayan ülke vatandaşlarına bu bahane ile saldırıyor. Goya bu savaşı, altı tablodan oluşan Cadı serisiyle eleştirdiği için Fransa’ya sürgüne gönderiliyor. Witches’ Flight tablosunda da kafasını öne eğmiş, gerçekleri görmekten çekinen, cadı fantazilerine inanan adamın ruhu, bu fantaziler tarafından işkence görüyor.
Film de ise, Simon, korkularıyla yüzleşmek yerine onu bastıran, aynı tablodaki gibi kafasını önüne eğmiş, havada olanlara bakmayan, daha doğrusu neden korktuğunu bilemeyen bir karakter. Simon, bu belirsizliği sonlandırmakta ısrar ediyor ve tabloyu bulduğunda sorularının cevabını da bulacağını düşünüyor. Filmi ve Simon’ın hayallerini yönlendiren psikiyatr Elizabeth ise yalanı yaşamanın daha kolay olacağını söyleyerek, Simon’ı durdurmaya çalışıyor. Elizabeth de kendi kişisel korkularıyla yüzleşmek yerine bunları bastırmayı tercih ediyor. Bu mental savaş, giderek alevleniyor ve filmin ilerleyen dakikalarında, kaybolan tablonun ortaya çıkmasının, neyi ortaya çıkaracağı sorusu daha da güçlenir hale geliyor.
Danny Boyle, Trainspotting’de faydalandığı, uyuşturucu yüzünden ortaya çıkan halisinasyon motivasyonunu bu filmde, hipnoz altındaki bir adamın düşlerine yüklüyor. Böylece Boyle, istediği kadar eğlenebileceği bir fantastik dünya yaratıyor. Bu dünya, bize, bir çok akılda kalıcı görsel sunmayı başarıyor. Fakat Inception, Etranal Sunshine of a Spotless Mind’ın konularını, Enter the Void’un görsellerini andıran bu eğlenceli oyun dünyası, kendini bir anda Duplicity’nin (bu filmi bilmiyorsanız iyi bir nedeni var) takip edilemezliğine bırakıyor. Bu takip edilemezlik hissi, filmin karmaşık olmasından ziyade seyircinin ilgisini kaybetmesinden kaynaklanıyor. Zaten her şeyin her an değişebileceğini tahmin eden seyirci, bir süre sonra filmin süprizlerinden etkilenmiyor. Film, bir anda elinde tuttuğu en büyük kozu böylece kaybetmiş oluyor. Ayrıca, filmin içindeki aksiyon sahnelerinin beklenenden az olduğunu da buraya eklememiz gerekiyor.
Filmin son sahnesinde ise; Witches’ Flight tablosunun devamlı renk değiştirdiği etkiliyici bir sekans yer alıyor. Tablo, bu sekansın sonunda boş bir tabloya dönüşüyor, korku unsuru ortadan kayboluyor. Kazanan, korkularıyla yüzleşenler oluyor.