4-13 Kasım tarihleri arasında düzenlenecek olan 57. Selanik Film Festivali’nde Türkiye’den filmler yine Balkan Survey’in gözdesi. Bu bölüm kapsamında Zeki Demirkubuz toplu gösterisi de yapılıyor. Festivalin bu yıla özgü bölümleri arasında Philippe Grandrieux Retrospektifi ve kadın yönetmenlerin filmlerine ayrılan “Ona dair bildiğim 2 – 3 şey” göze çarpıyor.
Selanik Film Festivali, 4-13 Kasım tarihleri arasında yeni yönetimiyle izleyicinin karşısına çıkıyor. 57. Festival, Jim Jarmusch’un pür şiir “Paterson”ı ile açılacak, kapanış ise Stephanie di Giusto’nun “Muhteşem Loie / La Danseuse”ü ile yapılacak. sinema dünyası açısından, ilk ve ikinci filmlerin Altın ve Gümüş İskender ödüllerine talip olduğu Uluslararası Yarışma ve Balkan Survey’in yanı sıra Philippe Grandrieux ve Zeki Demirkubuz retrospektifleri önem taşıyor. Festival bu yıl, sinema sanatının en büyük ustalarından Jean – Luc Godard’ın bir filminin adını verdiği “Ona dair bildiğim 2-3 şey” bölümünü kadın yönetmenlere ayırdı.
Festival programı, yukarıda adı geçenler haricinde Yarışma Dışı, Open Horizons, Mirror / Image, Özel Gösterimler, Round Midnight, Lux Ödülü, Youth Screen, Panhelenik Film Eleştirmenleri Seçkisi, Leonardo Favio toplu gösterisi ve birçok alt bölüme ayrılan Yunan Film Festivali’nden oluşuyor. Bu zengin program da gösteriyor ki 57. Selanik FF, bir Bizans mozaiği gibi örüldü.
İstanbul’dan Selanik’e yol gider
Yunan Film Festivali’nde prömiyerlerin yapıldığı First Run bölümünde Derviş Zaim ile birlikte “Paralel Hayatlar” adlı belgeseli yöneten Kıbrıslı Panichos Chrysantou’nun “The Story of the Green Line” adlı filmi yer alıyor. Adı üzerine bu filmde Chrysantou Ada’yı ikiye bölen Yeşil Hat’tı konu alıyor. Fotini Siskopoulou imzalı, Yunanistan – Türkiye ortak yapımı “İstanbul Story” yılın sürprizlerinden. Filmde, İstanbul’a yaptığı beklenmedik yolculukta çocukluğuna dönen, annesinin sırlarını öğrenen Katya, ikileme düşse de kendine dair keşiflerde bulunuyor… Second View bölümünde ise “Baharatın Tadı” adlı filmiyle tanıdığımız Tasos Boulmetis’in yıl içinde Yunanistan’da gösterime giren yeni yapıtı “Mythopathy” var.
Çek bir İskender, altın olsun
Uluslararası Yarışma’ya üç Yunan yapımı seçildi. Stergios Paschos’un “Afterlov”ı, Yannis Sakaridis’in “Amerika Square”i ve Sofia Exarchou’nun “Park”ı. Toronto, San Sebastian ve BFI Londra film festivallerine seçilen “Park” Yunanistan’ın kriz dönemi gençliğinden bir kesiti terk edilen Olimpiyat köyünden manzaralar fonunda sergileyen çarpıcı bir film. “Afterlov” sıradışı bir çiftin marazi ilişkisini konu alıyor. “Amerika Square” ise bir baltaya sap olamamış bir adamın Yunanistan’a mülteci akınının karlı bir yatırıma çevirmeye çalışmasını konu alan bir toplumsal taşlama. Altın İskender adayları arasında bu yıl Cannes Film Festivali Belirli Bir Bakış bölümü ödülünü kazanan “Olli Maki’nin En Mutlu Günü” ve aynı bölümde yer alan, Güney Kıbrıs’ta geçen anti-militarist Fransız yapımı “Voir du pays” iddialı görünüyor.
Yarışmadaki on yedi filmi değerlendirecek jürinin başkanı İranlı usta Amir Naderi. Yönetmenin yeni filmi “Mountain” festivalin dünya sinemasından ana seçkisi Açık Ufuklar’da gösterilecek. Diğer jüri üyeleri Tunuslu görüntü yönetmeni Sofian El Fani, Fransız senarist Frédérique Moreau, Amerikalı film küratörü Peter Scarlet ile Yunanlı yönetmen ve akademisyen Eva Stefani’den oluşuyor.
İlle de Balkanlara hükmedeceğiz!
Selanik Film Festivali’nin genel karakterine damgasını vuran, Theo Angelopoulos’un Balkanlardaki ortak kültürümüze odaklanma görüşüdür. Festivalin Balkan Survey başlıklı bölümü bu coğrafyanın ortak kültürlerinden izler taşıyan özgün sinemalarının toplu halde izlendiği, ilginin odak noktası olan seçkilerinden biridir. Türkiye sinemasının yükselişiyle birlikte bu bölüme seçilen filmlerin sayısı da arttı. Bu yıl da yurt içi ve yurt dışından ödüllü üç filmimiz, Reha Erdem’in “Koca Dünya”sı, Mehmet Can Mertoğlu’nun “Albüm”ü, Barış Kaya ve Soner Caner’in “Rauf”u Balkan Survey’de gösterilecek.
Bu bölümün retrospektifi de Zeki Demirkubuz’a adandı. Türkiye sinemasında toplumsal gerçekçiliğin atardamarı olan Demirkubuz’un bütün filmleri Selanik’te gösterime sunulacak: Antonioni’nin “Cinayeti Gördüm”ünü andıran gizemi ve modern hayat eleştirisi yaptığı ilk filmi “C Blok”… Anlattığı marazi aşk öyküsüyle kült haline gelen “Masumiyet”… Kötülüğün kökeni dair sosyolojik analiziyle örnek oluşturan “Üçüncü Sayfa”… Yabancılaşma ve kayıtsızlık temalarını ele aldığı, Camus’nün “Yabancı”sının yerlileştirilmiş uyarlaması “Yazgı”… Kadın erkek ilişkilerini, sınıfsal çerçevede sarsıcı biçimde ele aldığı “İtiraf”… Dostoyevski tutkusunu “Suç ve Ceza”ya yaptığı göndermeyle somutlaştırırken yönetmen olmayı da sorguladığı “Bekleme Odası”… “Masumiyet”teki kahramanlarının geçmişine dönerek adını aldığı kavramın insan hayatındaki etkisini sorgulayan “Kader”… Bresson sinemasına tutkusunu dolaylı biçimde yansıtan Nahid Sırrı Örik uyarlaması “Kıskanmak”… Dostoyevski’nin “Yeraltından Notlar”ını günümüz Türkiyesine göndermeler dizisi haline getirdiği “Yeraltı”… Sartre’ın aynı adlı eserinin özüne sadık uyarlaması “Bulantı”… Adeta yönetmenin bütün temalarının ve geçmiş filmlerinin buluştuğu ve izleyiciyi yakar hale geldiği en yeni filmi “Kor”…
Kadınların göz ardı edilemeyen yükselişi
Genel olarak film endüstrisinde ve dünya festivallerinde kadın yönetmenlere ayrımcılık uygulandığını sürekli vurguladıkça ne çok iyi film olduğunu fark ettirmeye başladık. Selanik FF, 57. etkinliğinde yaptığı seçkiyi umarız ileriki yıllarda programın içine yedirip kadın sinemacıların erkeklere oranını yükselterek sürdürür. Bu yıl adını Godard’ın ünlü filminden alan “Ona dair bildiğim 2 – 3 şey” bölümünde yılın öne çıkan kadın yönetmenlerinin işlerine yer verdi. Son dönemde kazandığı ödüllerle kendinden sıkça söz ettiren Anna Muylaert’in Berlin Film Festivali’nde LGBT filmlerine verilen Teddy Ödülü’ne aday gösterilen ve Manner dergisi Okuyucu Ödülü kazanan “Don’t Call Me Son”ı aile ilişkilerini ve cinsiyet tercihlerini sorguluyor.
Ödüllü Estonyalı yönetmen Kadri Kõusaar, New York Tribeca FF seçkisinde yer alan “Mother”da, vurulup komaya giren oğluna fedakarca bakan anneye odaklanırken bir yandan da herkesin her şeyi bildiği küçük kasabada bu polisiye olayın bir türlü çözülememesini ironiyle ele alıyor. Amerikan bağımsızları arasından “Old Joy”, “Wendy ve Lucy”, “Meek’s Cutoff” ve “Gece Planı / Night Moves” ile sıyrılan Kelly Reichardt “Certain Women” ile iddialı görünüyor. Üç yetenekli Amerikalı aktrisin, Kristen Stewart, Michelle Williams ve Laura Dern’ün canlandırdığı güçlü kadın portreleri aracılığıyla günümüz ABD’sinden bir kesit sunuyor.
Hollandalı Mijke de Jong’un “Layla M.”i Toronto FF’de geçer not aldı Anglosakson eleştirmenlerden ama netameli bir konuya değiniyor. Orta sınıf ailesinin okumasını istediği Fas kökenli, liseli Layla’nın İslamofobiye tepki olarak dine ilgi duyması, bir de köktendinciye aşık olup Yemen’e gitmesi üzerine gelişen olayları anlatıyor. Gençlik isyanının bir başka yüzünü ise Locarno’da Altın Leopar için yarışan “By the Time It Gets Dark”te izleyeceğiz. Taylandlı yapımcı ve yönetmen Anocha Suwichakornpong, ’70’li yıllarda diktatörlüğe karşı eylemlere katılan bir kadın oyuncu ve meslektaşları arasındaki ilişkilerden örülü, karmaşık bir yapı kurarak ülkesinin yakın tarihini yansıtıyor.
Philippe Grandrieux, sinemaya rağmen
Dünyayı arzunun durdurulamayan gücüyle yönetilen kaotik, çılgın, yaşanmaz bir yer olarak, sinemayı ise bu arzunun yansıması olarak gören Philippe Grandrieux, zamanımızın en ilginç yaratıcılarından biri. Klossowski ve Artaud’ya göndermeler yaptığı ünlü Cahiers de Cinema makalesinde, onun sinemanın akademik kurallarını bir yana bırakarak yarattığı eserlerin -büyüleyici etkilerinin yanı sıra- kaynağı konusunda bir nebze olsun aydınlanmıştık. İnsan bedenini her daim odağa alan, en karanlık ve doğal arzularını, sevişmek kadar öldürmeyi, arzuladığı bedeni yiyip yutmayı da, hayat dolu olduğu kadar ölüm saçan insanın duygularını çiğ ve çıplak biçimde ortaya serer.
57. Selanik FF’de Grandrieux retrospektifi uzun metrajlı film, belgesel, video art ve enstalasyon yapan bu çok yönlü sanatçıyı hakkıyla tanıtacaktır. İlk filmi “Sombre”u (1998) İstanbul Film Festivali’nde izlediğimizden beri müptelası olduk Fransız yönetmene.
Chantiers Films “Yeni Hayat / La vie nouvelle”i (2002) gösterime sokmaya cesaret etti! “Göl / Un Lac” (2008) ise festival programı dışına çıkamadı. “Il se peut que la beauté ait renforcé notre résolution – Masao Adachi” (2011) belgeselini atladıysak da müzelik çalışmaları “White Epilepsy” (2012) ve “Meurtrière” (2015) imgelerinin gücüyle teslim aldı sanatseverleri. 156 dakikalık “Malgre la nuit”de (2015) sergilediği ilişkiler yumağı seksi, şiddeti, acıyı harmanlayan bir film.
Genellikle sinema konusunda bu denli kuramsal çalışmalar yapanların filmlerinde daha mekanik bir yapı olur, daha biçime yönelik çalışırlar oysa Grandrieux’nün her filmi tüyler ürpertici bir duygu yoğunluğuna sahip… Bu yüzden de 57. Selanik FF programını tek başına cazip kılmaya yetiyor.