Her yıl olduğu gibi bu yıl da “New York Times Gazetesi Book Review” ekibi, yılın en iyi 10 kitabını seçti. Ekip çalışanlarının aylar süren tartışmalar ve detaylı bir değerlendirme sürecinin ardından hazırladıkları liste, bireysel kimliklerden tarihsel dönüm noktalarına, çağdaş ilişkilerden sosyal adaletsizliklere kadar geniş bir yelpazedeki kitapları kapsıyor. Yakın zamanda Türkçede de görmeyi sabırsızlıkla beklediğimiz bu kitaplara ve hikâyelerine daha yakından bakalım istedik.
Listede birbirinden farklı türlerde etkileyici eserler yer alıyor. Miranda July, cesur ve eğlenceli romanı “All Fours” ile okurları sıra dışı bir yolculuğa çıkarırken, Percival Everett’in “James” adlı kitabı Amerikan edebiyatına yeni bir soluk getiriyor. Kurgu dışı kategorisinde ise Lucy Sante’nin kendini bulma hikâyesini anlattığı “I Heard Her Call My Name” ve Jonathan Blitzer’in sınır krizine dair güçlü bir bakış sunduğu “Everyone Who Is Gone Is Here” dikkat çekenler arasında.
Listeye geçmeden önce, edebiyat tutkunları için harika bir önerimiz var: New York Times’ın 2000 yılından bu yana seçtiği En İyi 100 Kitap listesini incelediğimiz yazıya göz atabilirsiniz. Belki de sıradaki favori kitabınız tam da o listede sizi bekliyordur😊
Kurgu
“All Fours” – Miranda July
“The First Bad Man” ile çok satanlar arasına giren Miranda July, yeni romanı “All Fours” ile bir kez daha edebiyat dünyasının dikkatini çekmeyi başardı. Bu çarpıcı roman, yaşamını altüst eden bir kadının beklenmedik ve tuhaf yolculuğunu anlatıyor. July’nin kıvrak zekâsı, esprili anlatım tarzı ve insani yakınlığa dair derin merakıyla harmanlanmış bu hikâye hem şaşırtıyor hem de gülümsetiyor.
Romanda; evlilikle, sanatla ve bireysel kimlik arayışıyla boğuşan yarı-ünlü bir sanatçı olan baş karakterimiz, Los Angeles’tan New York’a kadar uzanacak bir araba yolculuğu yapmaya karar veriyor. Ancak ailesini geride bıraktıktan sadece yirmi dakika sonra otoyoldan çıkıp bir motelde kalmaya başlıyor. Bu spontane karar, geçici bir kaçış gibi başlasa da bambaşka bir yaşam yolculuğunun kapılarını aralıyor.
“All Fours”, esas olarak bir kadının özgürlük arayışını anlatıyor. Absürt bir gösteri ile başlayan roman, 45 yaşındaki bir sanatçının cinsel, romantik ve ev yaşamını yeniden tanımlama sürecini ince bir mizah ve dokunaklı bir şefkatle işliyor. Miranda July’nin kısıtlamalara meydan okuyan özgün tarzı, bildik olanı alıp onu yepyeni ve canlı bir şeye dönüştürme becerisiyle bu romanda da kendini gösteriyor.
Miranda July, sanata dair yenilikçi ve sınır tanımayan yaklaşımıyla tanınan bir yazar, yönetmen ve performans sanatçısı. 15 Şubat 1974 doğumlu July hem sinema hem edebiyat alanında kendine has bir şöhrete sahip. Film, kurgu, monolog ve dijital sunum gibi farklı alanlarda yaptığı işlerle tanınan sanatçı, “All Fours” ile okuyucularına yine unutulmaz bir deneyim sunuyor.
“Good Material” – Dolly Alderton
“Ghosts and Everything I Know About Love” ile çok satan yazarlar arasında yer alan Dolly Alderton, merakla beklenen ikinci romanı “Good Material” ile okuyucularına sıcak, zeki, komik ve son derece tanıdık bir hikâye sunuyor. Roman hem dostluk hem de kalp kırıklığı karşısında hayatta kalmayın yollarını sorguluyor.
En iyi arkadaşlarının evindeki misafir odasındaki valizinin üzerinde yaşayan, stand-up komedyeni olarak kariyerinin nihayet başlamasını bekleyen Andy, hayatını mahveden ilişki sonrasında kendini toparlamaya çalışır. Biten ilişkisinin gizemini çözmeye uğraşırken kariyerinde yaşanan felaketlerle, sosyal medyanın neden olduğu paranoyalarla, hızla azalan arkadaş grubuyla ve 35 yaşında artık her şeyi anlamış olması gerektiğine dair artan bir şüpheyle yüzleşir. Andy’nin öğrenmesi gereken birçok şey var ve bunların en başında eski sevgilisinin hikâyesinin onun gözünden nasıl göründüğü geliyor.
Dolly Alderton, bu yeni romanında bizi; insanların birbirine neyi çekici bulduğunu, aralarını neyin bozduğunu ve gerçekten büyümek denen şeyin acılarını sorgulayan bir yolculuğa çıkarıyor. Londra sokaklarında geçen bu hikâye, klişeleri alt üst eden bir romantik komedi olarak dikkat çekiyor. Akıcı diyalogları, renkli karakterleri ve özgün bakış açısıyla “Good Material”, sadece bir romantik hikâye değil; aynı zamanda bağımsızlığın ve kişisel yolculuğun önemine dair düşündürücü bir anlatı. Andy’nin kendisi ve yaşamı hakkında anlattığı hikâyelerin ardındaki gerçeği bulmaya çalışması, her yaştan okuyucu için ilgi çekici olmayı vaat ediyor.
“James” – Percival Everett
Percival Everett’in “James” adlı romanı, Mark Twain’in klasik eseri “Huckleberry Finn’in Maceraları”nın aksiyon dolu, yeniden hayal edilmiş bir yorumu olarak dikkat çekiyor. Bu defa hikâye, köleleştirilmiş Jim’in bakış açısından mizahi bir dille anlatılıyor.
Jim, New Orleans’ta bir adama satılarak eşi ve kızından sonsuza dek ayrılacağını öğrendiğinde bir plan yapıncaya kadar yakınlardaki Jackson Adası’nda saklanmaya karar verir. Bu sırada Huck Finn, şiddet yanlısı babasından kaçmak için kendi ölümünü sahnelemiştir. Amerikan edebiyatının tüm okurlarının bildiği gibi böylece Mississippi Nehri boyunca özgür eyaletlerin genellikle güvenilmez vaatlerine doğru tehlikeli bir yolculuk başlar.
Roman, orijinal eserin pek çok anlatısal unsurunu korurken (nehirdeki sel ve fırtınalar, nehrin kıyılarında beklenmedik ölüm ve hazine bulmalar, sahte Duke ve Dauphin dolandırıcılarıyla karşılaşmalar gibi) Jim’in zekâsı, merhameti ve kendi hayatına dair planları radikal bir perspektifle yeniden işleniyor.
The Washington Post, Everett‘ı “modern Amerikan romancıları arasında en maceracı ve deneysel olanlardan biri” olarak tanımlıyor. “James”, bu yenilikçi yazarın yeteneğini bir kez daha kanıtlıyor ve edebiyatseverleri köleleştirilmiş Jim’in gözünden hem komik hem de dokunaklı bir maceraya davet ediyor. Everett, Jim’in sadece bir yardımcı karakter olmadığını, özgürlük için savaşan bir düşünür ve yazar olduğunu gözler önüne seriyor. Roman, Amerikan tarihinin en karanlık yönlerini irdelerken, aynı zamanda Twain’in eserine yeni ve güçlü bir bağlam kazandırıyor.
Everett’ın Türkçeye çevrilen tek kitabı 2022 yılında Booker Ödülü kısa listesine giren “Ağaçlar”.
“Martyr!” – Kaveh Akbar
Kaveh Akbar’ın ilk romanı “Martyr!”, hayatımız boyunca devam eden anlam arayışımıza övgü niteliğinde bir eser. Roman, İranlı göçmen bir ailenin oğlu Cyrus Shams’ın; sanatçıların, şairlerin ve kralların sesleri rehberliğinde Brooklyn Müzesi’nde son günlerini geçiren ölüm döşeğindeki bir ressama kadar uzanan anlam arayışını takip ediyor.
Cyrus Shams, şiddet ve kayıp mirasıyla yüzleşen genç bir adam. Annesi, Tahran semalarında düşen bir uçak kazasında hayatını kaybetmiş. Babası ise Amerika’da tavuk keserek yaşıyor. Cyrus; bir alkolik, bir bağımlı ve bir şair olarak şehitlere olan takıntısı aracılığıyla geçmişinin gizemlerini incelemeye başlar. Bu arayış onu, İran sınırlarındaki savaş alanlarında ölmekte olanlara ilham ve teselli vermek için Ölüm Meleği gibi giyinen bir amcasına ve annesine, Brooklyn’deki bir sanat galerisinde keşfettiği ve kim ya da ne olduğuyla ilgili yeni sorular sorduran bir tabloya götürür.
Akbar’ın romanı, komik, tamamen orijinal ve derinlikli bir anlatı sunuyor. “Martyr!”, günümüz kurmacasının önemli ve parlak yeni seslerinden birinin gelişini müjdeliyor.
Kaveh Akbar’ın şiirsel anlatımı, kayıp bir ruhun hikâyesini etkileyici bir şekilde canlandırıyor. Roman, yas, bağımlılık ve anlam arayışı üzerine dokunaklı bir anlatı. Sürprizlerle dolu bu hikâye, hayatın karmaşıklığı ve güzelliğine de bir övgü niteliğini taşıyor.
“You Dreamed of Empires” – Álvaro Enrigue
Hayal gücünü zorlayan Meksikalı yazar Alvaro Enrigue, “You Dreamed of Empires” ile Aztek İmparatorluğu’nun Tenochtitlan’ın düşüşünü yeniden kurgulayan halüsinatif ve çarpıcı bir sömürge intikam hikayesi sunuyor. Álvaro Enrigue, 16. yüzyıl Tenochtitlan’ında geçen bu romanıyla tarih ve mizahı harmanlıyor. Moctezuma’nın Hernán Cortés ile yüzleşmesini konu alan eser, kültürlerin çarpışmasını zekice ele alıyor. İmparatorluk entrikaları, mizahi bir dille anlatılırken, tarihin hem trajik hem de ironik yönleri ustalıkla işleniyor.
1519 yılının bir sabahında, Hernán Cortés ve ordusu Tenochtitlan’un -günümüzün Mexico City’si-, şehir kapısından içeri girer. O günün ilerleyen saatlerinde; iki dünyanın, iki imparatorluğun, iki dilin ve iki olası geleceğin çarpıştığı anda, şehirde Moctezuma ile tanışacaktır. Cortés’in yanında dokuz kaptanı, askerleri ve iki çevirmeni vardı: Eski köle olan Rahip Aguilar ve bir eski prenses olan Malinalli.
Törensel bir karşılama yemeğinde Moctezuma’nın hem kardeşi hem de eşi olan prenses Atotoxli tarafından karşılanan İspanyollar, şehirdeki ilk günlerinde neredeyse her şeyi berbat eder. Moctezuma siyasi, manevi ve fiziksel bir dönemeçte tanrılardan yanıt ararken halüsinojenlere başvurur. Cortés ve adamları ise bu esnada labirenti andıran sarayda bekletiliyordur. Ancak Cortés’in kaptanlarından Jazmín Caldera, şehrin görkemi karşısında büyülenirken, şehre kolayca kabul edilmelerinin ardındaki riskleri sorgulamaya başlar: Buradan çıkabilmek bir yana, bu imparatorluğu fethedebilmek mümkün müdür?
“You Dreamed of Empires”, Tenochtitlan’ın zirve dönemini canlandırıyor ve onun kaderini yeniden kurguluyor. Eşsiz yazımıyla Enrigue, fetih anını devrim niteliğinde bir karşı saldırıya dönüştürürken tarihe fantastik bir pencereden bakıyor ve benzersiz anlatısıyla bir rüya kadar gerçek ve sarsıcı bir roman ortaya koyuyor.
Kurgu Dışı
“Cold Crematorium” – József Debreczeni
Holokost edebiyatının nadide eserlerinden biri, 70 yılı aşkın bir sürenin ardından İngilizce olarak ilk kez okurlarla buluştu. Macar gazeteci ve şair József Debreczeni’nin unutulmuş anı kitabı “Cold Crematorium”, Auschwitz’in içinden bir bakış sunuyor.
Debreczeni, 1944 yılında Auschwitz’e vardığında, yaşam beklentisi yalnızca 45 dakikaydı. Gaz odalarına gönderilmeden önce yarı ölü mahkumların gruplara ayrılması, soyulması ve “seçimden” geçirilmesi işte bu kadar sürüyordu. Ancak o, bu kaderi atlattı ve korkunç bir yıl boyunca bir dizi toplama kampında çalıştı. Bu yolculuk onu, Dörnhau’daki zorunlu çalışma kampının “Soğuk Krematoryum” olarak adlandırılan sözde hastanesine götürdü. Burada çalışamayacak kadar zayıf mahkumlar infazlarını bekliyordu. Ancak Sovyet ve Müttefik ordularının yaklaşmasıyla, yerel Nazi komutanları toplu cinayetlerin sonuçlarından çekinerek geriye kalan mahkumları ölüme terk etmeye karar verdi.
Auschwitz’in kurtuluşundan sağ çıkan Debreczeni, yaşadıklarını hemen kaleme aldı. “Cold Crematorium”, Nazizmin en sert ve acımasız eleştirilerinden biri olarak kabul ediliyor. Gazetecilik yeteneğiyle kaleme alınmış olan bu anılar, soğukkanlı ve duygusallıktan uzak üslubuyla edebi değeri yüksek bir tanıklık sunuyor.
Debreczeni’nin Auschwitz’i “Auschwitz Ülkesi” olarak adlandırdığı bu anılar, kolayca sınıflandırılamayacak bir eser. “Cold Crematorium”; okuyucuyu, hayatta kalma ve insan kalma mücadelesine dair benzersiz bir yolculuğa çıkarıyor.
“Everyone Who Is Gone Is Here” – Jonathan Blitzer
Bir New Yorker yazarından, ABD-Meksika sınırındaki insani kriz hakkında destansı, yürek burkan ve derinlemesine araştırılmış bir anlatı: Güney sınırında sahip oldukları her şeyi riske atan göçmenlerin ve onların kaderini belirleyen politikacıların hikayesi.
ABD-Meksika sınırına ulaşan yüzbinlerce insan, evlerinden çok uzaklara seyahat ediyor. Büyük bir çoğunluğu El Salvador, Guatemala ve Honduras’tan gelse de daha uzaklardan gelen göçmenler de var. Kimi zulümden, kimi suçtan, kimi ise açlıktan kaçıyor. Bu, onların sınır ilk geçiş girişimi olmayabilir; içlerinden birçok kişi daha önce ABD’den sınır dışı edilmiş. Ancak, evleri yaşanamaz hale geldiği için ABD hâlâ güvenlik ve refah umutlarının tek adresi. Şanslarını denemek zorundalar.
Jonathan Blitzer, benzersiz bir araştırma ve dramatik bir anlatımla, bu devasa ve durmak bilmeyen krizin bir gecede ortaya çıkmadığını gösteriyor. On yıllardır süregelen hatalı politikalar ve yaygın yolsuzlukların bir sonucu olan bu kriz, Orta Amerika’daki kronik siyasi çatışma ve şiddet nedeniyle yaşamları altüst olan insanların hikâyelerini Amerikan aktivistlerin, hükümet yetkililerinin ve karmaşık göç politikalarının ardındaki politikacıların hikâyeleriyle iç içe işliyor. Sınırın iki yakasında yaşamları değişen insanları derin bir empatiyle ele alırken, Amerikan hayatının kalbine iniyor. Ülkenin çalkantılı siyasetini ve kültürünü şekillendiren bu önemli ve etkileyici hikâye, Amerika’nın geleceğini de belirleyecek güçte: Politikalar, bireylerin hayatlarını nasıl şekillendiriyor?
“I Heard Her Call My Name” – Lucy Sante
“I Heard Her Call My Name” ikonik bir yazarın, sanatsal gerçeği arama hayaliyle dolu ancak kendi cinsiyet kimliğinin gerçeğinden kaçınarak geçirdiği bir yaşamın ardından nihayet kim olduğunu kabul etme yolculuğunu da anlatan zarif anıları aynı zamanda. Lucy Sante, cinsiyet kimliği, yazarlık ve kendini yeniden keşfetme üzerine cesur bir otobiyografi sunuyor. Sante’nin yaşam yolculuğu sadece bir bireyin değişimi değil, aynı zamanda kimliğin farklı yönlerine dair güçlü bir keşif sunuyor.
Lucy Sante, uzun bir süre kendini hiçbir yere ait hissedemedi. Belçika’da, muhafazakâr işçi sınıfından Katolik bir ailenin tek çocuğu olarak doğdu ve ailesi Amerika Birleşik Devletleri’ne taşındığında köklerinden koparıldı. Ancak 1970’lerin başında New York’a taşınıp bohem bir topluluk içinde kendi insanlarını bulduğunda ilk kez kendini evinde hissetti. Bazıları uyuşturucu ve AIDS yüzünden genç yaşta hayatını kaybederken bazıları şaşırtıcı bir şekilde ünlendi. Sante, bu iki kaderin kıyısında dolaşırken, aynı zamanda saygın bir yazar olarak kariyerini inşa ediyordu.
Sante’nin anıları, kişisel anlatının iki ipliğini bir araya getiriyor: yaşamının genel akışını ve içsel ve dışsal bir uyuma doğru adım adım gerçekleştirdiği son zamanlardaki geçiş sürecini. Sante, bu belirsiz ilk adımlarını anlatırken ironik bir yaklaşımı var; altmış yıl boyunca bir erkeğin kimliğinde, erkeklerin dünyasında yaşadıktan sonra kadın olarak öğrenmesi gereken pek çok şey olduğunu keşfetti.
“Reagan” – Max Boot
Bestseller biyografi yazarı Max Boot, Hollywood yıldızı ve televizyon sunucusu olarak ünlenmesine rağmen bir o kadar da gizemli kalan Ronald Reagan’ın çığır açıcı bir portresini sunuyor. Reagan, Amerikan siyasetinde dönüştürücü bir muhafazakâr çağ başlatmış olsa da derin çelişkiler barındıran bu adam, en yakınındakiler için bile bir muamma olarak kalmıştır. Boot, Reagan’ın bu anlaşılmazlığının cazibesine katkıda bulunduğunu düşünerek efsanenin ardındaki gerçek kişiyi ortaya çıkarmayı amaçlıyor.
Yüzden fazla yeni röportaj ve binlerce yeni belgeden yararlanan Boot, Ronald Reagan’ın Amerika üzerindeki etkisini sorguluyor, siyasi mirasını hem eleştirel hem de derinlemesine bir analizle inceliyor. “Damlama ekonomisi” teorisinden Soğuk Savaş’ın sonuna, İran-Kontra skandalına kadar pek çok konuda çarpıcı içgörüler sunan bu biyografi, son yılların en etkileyici başkanlık biyografilerinden biri olmanın yanı sıra modern Amerikan tarihini anlamak isteyenler için vazgeçilmez bir kaynak.
“The Wide Wide Sea” – Hampton Sides
New York Times çoksatan yazarı Hampton Sides’tan, Keşif Çağı’nın en çarpıcı yolculuğunu ve Kaptan James Cook’un Hawaii’deki ölümünü konu alan epik bir anlatı.
12 Temmuz 1776’da Britanya tarihinin en büyük kâşifi olarak yüceltilen Kaptan James Cook, HMS Resolution adlı gemisiyle üçüncü yolculuğuna çıktı. İki buçuk yıl sonra, Hawaii adasındaki bir sahilde, yerel halkla yaşanan bir çatışmada öldürüldü. Peki yerli halklara ve kültürlere duyduğu saygıyla tanınan Cook, bu trajik sona nasıl geldi?
Hampton Sides, Cook’un son yolculuğunu büyük bir ustalıkla anlatırken, Cook’un mirasını da ele alıyor ve 1700’lerin keşiflerini şekillendiren çabaları ve tehlikeleri gözler önüne seriyor. Aydınlanma Çağı’nın en önemli figürlerinden biri olarak kabul edilen Cook; üstün denizcilik yetenekleri, insancıl liderliği ve bilime adanmışlığıyla tanınıyordu. Ünlü doğa bilimci Joseph Banks, Cook’un ilk yolculuğuna da eşlik etmişti. Yerli halklara olan ilgisi de dikkat çekiciydi. Hatta bu son yolculuğunun ilan edilen amacı, Londra’da büyük ilgi gören Tahitili Mai’yi memleketine geri götürmekti. Önceki seferlerinde Cook, Avustralya’nın doğu kıyısı da dahil olmak üzere Pasifik’in büyük bölümlerini haritalandırmış ve birçok yerli halkla ilk Avrupa’nın temasını gerçekleştirmişti. Mürettebatına iyi davranıyor ve karşılaştığı toplumları yargılamadan merakla anlamaya çalışıyordu.
Ancak bu son yolculuk farklıydı. Cook değişmişti, disiplini sağlamak için kırbaç cezasına başvuruyordu ve gemilerini defalarca tehlikeye atmıştı. Alışılmadık bir şekilde, yerli halkın hırsızlık olarak görülen davranışlarına karşı şiddetli misillemeler emretmişti. Bu durum, büyük ihtimalle gizli emirleriyle ilgiliydi: Britanya’nın emperyal rakiplerinden önce toprakları haritalandırıp talep etmek ve efsanevi Kuzeybatı Geçidi’ni keşfetmek. Cook’un niyeti ne olursa olsun, bilimsel çabaları sömürgecilik kılıcının keskin ucuydu ve ilk temasların sonuçları dünya genelindeki yerli halklar için felaketle sonuçlandı. Cook’un açık ve örtülü görevleri arasındaki gerilim Hawaii kıyılarında doruğa ulaştı. İlk kez karaya çıkışı uyum içinde gerçekleşti ancak Pasifik Kuzeybatısı ve Alaska kıyılarını haritalandırdıktan sonra geri döndüğünde, Hawaiililere yönelik istismarcı yaklaşımı ölümcül bir çatışmaya yol açtı.
Geçtiğimiz yılın listesinde hangi kitaplar vardı?
Kurgu
The Bee Sting – Paul Murray
Chain-Gang All-Stars – Nana Kwame Adjei-Brenyah
Eastbound – Maylis de Kerangal
The Fraud – Zadie Smith
North Woods – Daniel Mason (Türkçesi Kuzey Ormanları, Holden Kitap)
Kurgu dışı
The Best Minds – Jonathan Rosen
Bottoms Up and the Devil Laughs – Kerry Howley
Fire Weather – John Vaillant
Master Slave Husband Wife – Ilyon Woo
Some People Need Killing – Patricia Evangelista