Bu Perşembe – 9 Nisan- ve Cuma -10 Nisan- İşsanat’ta çağdaş dansın yükselen bir ismi Jessica Lang dans topluluğu sahne alacak. Lang ile gösterisi öncesi kısa ama öz konuştuk.
Ezgi Çelik: Tüm dünyada kapalı gişe performanslara imza atıyorsunuz. Repertuvarınızı ülkelere göre mi düzenliyorsunuz? İstanbul’a özel ne yapmayı planladınız?
Jessica Lang: 2015 sezonunda İstanbul’un da aralarında olduğu 8 ülkede performanslar planladık. Bunların bir kısmı gerçekleşti, bir kısmı da önümüzdeki aylarda geçekleşecek. Her temsil bizim için ayrı bir heyecan oluyor. İstanbul’a daha önce hiç gelmedik, dolayısıyla bizim için yepyeni bir tecrübe olacak. Bu sezona özel bir repertuvarımız var, temsillerin gerçekleşeceği gün sayısına göre programı belirliyoruz. Örneğin İstanbul’da iki gece sahne alacağız. Lines Cubed, The Calling ve Scape adlı eserleri her iki gece de sahneleyeceğiz. Bunlara ek olarak birinci gece White ve Mendelssohn Incomplete isimli eserlerle, ikinci gece ise Aria ve Among The Stars isimli eserlerle izleyici karşısında olacağız. Repertuvarın çeşitliliği bizim çok önem verdiğimiz bir konu. İzleyiciler bizi izlerken her duyguyu tatsın, her lezzeti tatsın istiyoruz.
Koreografilerinizde doğaçlamaya ne kadar yer var?
Hayatın içinden gelen her duygu ya da olay esere ya da koreografiye kaynak olabiliyor. Bazen dansçıların vücutları ve o andaki duruşları da zihnimde farklı imgeler oluşturabiliyor. Topluluğumuzdaki dansçıların her biri hem klasik bale hem de modern dans alanında eğitimli. Dolayısıyla klasik baleden öğeler içerse de kendimize özgü bir dilimiz olduğunu düşünüyorum. Çok yoğun ve disiplinli prova süreçlerimiz oluyor elbette. Kusursuz bir iş ortaya koymak istiyorsanız böyle olmak zorunda. Ama kusursuz bir performans sergilemeye çalışırken duygularımızı tamamen dışında tutmuyoruz elbette. Sahneye planlı bir şekilde çıksak da duygularımızın, mimiklerimizin, seyirci ile kurduğumuz o görünmez ama kuvvetli bağın her performansta kendini farklı bir biçimde hissettirdiğine inanıyorum.
Müthiş tasarımcılarla birlikte çalışıyorsunuz. Bu işbirliği sizin performanslarınıza nasıl bir katkı sağlıyor?
Bir işin başarısı sadece dansçıların yeteneği ya da koreografinin diliyle ilgili değil. Ben bunun bir bütün olarak ele alınması gerektiğine inanıyorum. Müzik, kostümler, ışık, performans sırasında kullandığınız materyaller, görseller, videolar… Hepsi çok önemli. Tüm bu saydığım bileşenler bizim topluluğumuzun dans dilini oluşturuyor. Dolayısıyla bizim topluluğumuzu farklı kılmak konusunda sahne arkasında birlikte çalıştığımız ekibimizin katkısının ve payının çok büyük olduğunu söyleyebilirim.
Geçtiğimiz yıl “The Wanderer” isimli eserin prömiyeri gerçekleşti. Bu sene ise “Wounded Warriors” (Yaralı Savaşçılar) isimli bir projenin hazırlığı içinde olduğunuzu öğrendik. Eserlerinizi dünya gündemine göre şekillendirdiğinizi söyleyebilir miyiz?
Tam olarak böyle bir iddiamız ya da amacımız olmasa da en başta da söylediğim gibi hayatın içindeki her olgu ya da olay bizi birtakım temalara yönlendirebiliyor. Bazen görsel sanatlardan, şiirden, edebiyattan, bazen ise insandan ve insan ilişkilerinden de etkilendiğimiz oluyor.
Uzun zaman farklı topluluklarla çalışmış biri olarak, kendi dansçılarınızla çalışmak yaratıcılığınızı nasıl etkiledi?
Olumlu yönde katkı sağladığını söyleyebilirim. Zaten kendi dans topluluğumu oluşturmak istememin en büyük nedenlerinden biri de buydu. Çok uzun yıllar, sizin de söylediğiniz gibi çok farklı gruplarla çalıştım. Her bir proje benim çok değerli, birlikte iş yaptığım insanlar gerçekten çok başarılıydı, çok iyi işler çıkardık. İnanılmaz tecrübeler edindim. Ancak proje bazlı çalışmanın birtakım dezavantajları da olabiliyor. Çok uzun zaman bu şekilde çalışınca, bir süre sonra kendi potansiyelinizi tam olarak yansıtamıyorum hissine kapılıyorsunuz. Bende de bu şekilde bir duygu yavaş yavaş başlamıştı. Şimdi çok daha sistemli bir düzenimiz var. Bu benim yaratıcılığımı da besliyor. Ruhu ve bedeni özgür bırakmak bir dansçı için çok önemli olsa gerek.
Kültürlerin bu özgürleşme sürecini etkilediğini düşünüyor musunuz?
Bunun sadece dansçılar için değil tüm insanlar için çok önemli olduğunu düşünüyorum. İnsanın kendinin, bedeninin, ruhunun farkında olması çok önemli. Dansı sadece bedensel bir ifade biçimi olarak düşünmemek lazım. Dans, ruhsal ve zihinsel ve bedensel bütünlüğü ifade ediyor aslında. Bu bütünlüğün en sağlıklı şekilde sağlanmasında çevresel faktörler, kültürel öğeler elbette etkili olabilir. Ama insan kendini eğitebilen, geliştirebilen bir varlık. Kişisel farkındalık, bedensel, zihinsel ve ruhsal özgürlüğün de geliştirilebilir olduğunu düşünüyorum. Sanatın da bu anlamda yol gösterici bir unsur olduğunu söyleyebilirim.