A password will be e-mailed to you.

Umutlu olmak zor. Fakat belki de Zero sanatçılarının taşıdığı umudu sürdürmek en iyisidir. Zero sergisi Sakıp Sabancı Müzesi’nde gidin ve görün. Ama ‘Zero’ hakkında her şeyi öğrenmeden gitmeyin! 

ZERO

-Zero sanıldğı gibi Batı kökenli bir sözcük değil.

-Bugünkü anlamıyla matematikte ilk kez El Harezmi kullandı.

-Harezmi 8’den 8 çıktığında sonuca bir şey yazmak gerekir dedi buna Arapça “boşluk” anlamına gelen sifr adını verdi.

-Bu sözcük İtalyanca’ya zephiero olarak geçti daha sonra dönüşerek zevero olup ve son olarak da zero oldu.

-Fransızca’ya chiffre(rakkam, şifre, tutar) ve İngilizce’ye cipher(şifre) ve aynı zamanda zero olarak geçti.

-Bugünkü Türkçe’de de sıfır olarak kullanılmakla birlikte aynı kökenden gelen şifre ve zero kelimeleri de kullanılmaktadır.

-Antik Yunan’da sıfır ya da zeronun yeri yoktu.

-Antik Yunan’da yokun yeri yoktu çünkü bu kültür dolayısıyla da düşünce ve toplumsal hayat rasyonel geometrik ölçüler üzerine kurulmuştu.

-Modern düşünce ise Descartes’ın analitik geometrinin temelini atarak, sıfırı Antik Yunan geometrisiyle Arap cebirini birleştirdiği düzlemlerin orijin(köken) noktası olarak yerleştirmesiyle başladı.

-Modern özne de aynı zamanda Descartes’la bu orijin noktasından doğmaya başladı. Bu kendinin bilincinde olan özne aynı zamanda bilim ve teknolojinin de öznesiydi.

-Sıfırdan doğan bu özneye Kant modern metafiziği ve moral değerleri verdi.

-Hegel diyalektikle ve özel olarak efendi-köle diyalektiğiyle onun psişiğini keşfedip onu toplumsal alana taşıdı.

-Marx bu öznenin ait olduğu modern toplumsal alanın tuzaklarını ifşa etti.

-Nietzsche bu öznenin sahip olduğu modern metafizik ve modern değerlerin öldüğünü ve bunun bu öznenin başına büyük belalar açacağını haber verdi.

-Freud bu bilinçli öznenin derinlerine inerek orada onun bilinçaltı ve bilinçdışını keşfetti.

-Heidegger 1927’de bu özneyi tümden metafizikten ayırıp onu yeryüzüne indirerek onun bir “hiç” ya da belki yeryüzünde kaygyla titreyen bir sıfır olduğunu ispat etti.

-Foucault İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra 1966’da modern insanın artık öldüğünü söyledi.

-Jean-François Lyotard 1979’da Postmodern Durum adlı kitabında bilginin bilgi toplumunda değişen konumu nedeniyle yukarda söz ettiğimiz modern özneye ait büyük anlatıların artık bittiğini söyledi. Büyük anlatıların öznesi artık var olmayacaktı.

-Bilginin konumunu değiştiren bilim ve teknolojiydi.

-1980’lerde dili sinyal yani doğal dünyadan giriş var ve yok anlamına gelen 1’ler ve 0’lardan oluşan bilgisayar gündelik hayatın içine girdi. 1990’larda da internet.

-İnternetle birlikte her ne kadar uzaya çıkabilse dahi henüz orada yeni dünyalar keşfetme seviyesine ulaşamamış insanlık sanal bir evren fethetti.

-Büyük ve sonlu anlatıların yerini döngüsel sonsuz anlatılara bıraktığı bu sanal evrende yeni ve farklı bir özneleşme süreci de başladı. Bir biriyle bağlantılı anlatılar içinde sürekli ve durmaksızın yer değiştirerek göçmen karakteri gösteren bu özne insanın bir kez daha yeniden yapılanması ve tanımlanması süreçlerini de beraberinde getirdi.

-Posthuman ya da insanötesi ismiyle tanımlanan ve dili bilgisayarın 0 ve 1’leriden oluşup teknoloji ile yeniden yapılanan bu öznenin bugünü ve geleceğine dair çalışmalar hız kazandı.

-Muhtemelen gelecek programların yani 0 ve 1’lerin adım adım daha çok insan vucuduna ve beynine entegrasyonuyla gelişecek posthumanin geleceği olacak.

 

ZERO

-Zero, İkinci Dünya Savaşı’nın yıkıntıları üzerinden yarattıkları bir estetikle geleceğe pozitif bakmayı arzulayan bir umut hareketi. 

-Zero, 1957’de Heinz Mack ve Otto Piene tarafından Düseldorf’ta kuruldu. Birkaç sene sonra da Günter Uecker gruba katıldı.

-Zero kadrosunun merkezinde bu üç isim yer alsa da Yves Klein, Lucio Fontana, Pierro Manzoni gibi sanatçılar da grubun çalışmalarına dahil oldular. Zero’nun kuruluşu Avrupa Ekonomik Topluluğu’nun kuruluşuyla aynı yıla denk geldi. 

-Zero kendini bir grup, bir hareket olmaktan çok bir fikir olarak tanımlar.

-Zero’nun ortaya koyduğu eserlerde formel kalıplar yerine “raster” resimler, strüktür, ışık, titreşim ve devinim önemli bir yer tutar.

-Zero sözcüğü akla ilk getirebileceği nihilist anlamın ötesinde onlar için yeni bir geleceğe yükselişin ilk adımın anlamını yüklenmiş bir sözcük.

-Zero’nun kuruluş yılı olan 1957’de uzaya ilk gönderilen araç olan Sputnik 1’in fırlatılışı esnasında geri sayımın son sayısı olan sıfır sayısı grubun kendine bu ismi vermesinin nedeni oldu.

-Zero’nun kurucuları Heinz Mack, Otto Piene ve Günter Uecker İkinci Dünya Savaşı’nın başlangıcını çocuk gözleriyle, savaşın ardında bıraktığı yıkımı ergen gözleriyle ve 1948’den sonra başlayan Almanya’nın toparlanması ve tekrar hızla yükselişini genç birer adam gözüyle gördüler.

-Zero üyeleri ister İkinci Dünya Savaşı’nın etkileri olsun ister bilim ve teknolojide olan gelişmeler olsun hayatta ve sanatta bir şeylerin sıfırdan başlaması gerektiğini düşünüyorlardı.

-Zero’nun estetiği tablo içinde o zamana kadar gelmiş biçim yapılarını yıkan yakarak, keserek ve ateş ederek sanat yapma tarzıyla İkinci Dünya Savaşı kadar sert ve kinetik devinimleri, parlaklığı ve sınır tanımazlığıyla bilim ve teknik kadar dinamik bir estetik sundu.

-Zero için bilim ve sanat birbirinin ayrılmaz parçaları olmalıydı. Otto Piene şöyle diyordu bir röportajda: “ Ne bilimsiz sanat sanattır ne de sanatsız bilim bilim.”

-Zero fikri ve sanat hareketi birçok sanatçıyla iş birliğine girerek ve yayılarak Avrupa, Amerika ve bazen de dünyanın belli başlı yerlerinde sergiler ve etkinlikler yaparak, bunlara katılarak 10 yıl boyunca sürdü.

-Zero 1967 yılına gelindiğinde üyelerinin artık hem bazı malzeme ve biçimlerde uzmanlaşması hem de dünyanın insanlar uzaya araç göndermişlerse dahi o kadar da iyiye gitmediğini fark etmeye başlamalarıyla dağıldı ve sanatçılardan her biri kendi yolunu çizdi.

-Zero üyeleri malzeme olarak Otto Piene ışığı, Heinz Mack’ın kinetiği ve Günter Uecker çiviyi daha çok kullandı. Aynı zamanda Yves Klein ismi mavi ile, Lucio Fontana ismi kesik ve deliklerle özdeşleşti.

 

ZERO VE ZERO

-İkinci Dünya Savaşı’nı gerçekleştirmiş orijin(köken) noktası sıfır olan modern- bilinçli öznenin savaş sonrasında tablolara resmedilmiş tüm hikayesi parçalanmalı, yakılmalı ve kurşunlanmalıydı Zero’ya göre. Böylece modern öznenin aklı başına getirilmeliydi.

-Zero’ya göre yine savaşın yıkımlarıyla aklı başına gelen özne artık savaşçı kimlikler yaratmış formel tablolar yerine bilimin ışığı ve enerjisiyle sanat eserleri yaratmalıydı.

-Zero grubunun aşık olduğu bu teknoloji miti bugün artık gerçekten de bir mitten fazlası olarak elektronik edebiyattan, imge üreten ya da bunları manipüle eden tüm bilgisayar programlarıyla sanatın bir parçası oldu.

-Yine de Zero’nun teknoloji ideali tam da istedikleri şekilde bir sonuç doğurmadı. Evren 1957’de görülenden çok daha büyüktü ve uzaya bir araç göndermekle insanlığın sorunları çözülmüyordu. Ve modern öznenin içindeki “hiç” ya da “zero” sürekli biçim değiştirerek yeni savaşlar yaratabiliyordu.

-Bugün teknolojinin çok daha gelişip sıfırın teknoloji dilinin anahtarı olduğu bir dünyada geleceğin paradokslarla dolu olduğunu görebiliyoruz: insan ve makine organizmalarının dostluk gibi görünen ama henüz adı konmamış savaşı, doğanın ve teknolojinin savaşı ve teknolojinin yarattığı gücün ulus arasında neden olduğu savaşlar… 

-Umutlu olmak zor. Fakat belki de Zero sanatçılarının taşıdığı umudu sürdürmek en iyisidir. Zero sergisi Sakıp Sabancı Müzesi’nde gidin ve görün. 1966’daki son ortak sergilerinde dedikleri gibi belki gerçekten de “Zero sana iyi gelir.”

Daha fazla yazı yok
2024-11-02 14:30:20