1958’de boş bir galeri sergiledi. 1960’ta sahte bir gazete yayınladı. 1962’de varolmayan sanat eserlerinin sertifikalarını sattı. Bir yatırımcı değildi ama yerleştirme sanatının, kavramsal sanatın ve kurumsal eleştirinin bir habercisiydi. O mavinin yaratıcısı Yves Klein’ı Pepe Karmel’in Sanat ve Simya başlıklı Klein yazısıyla tanıyoruz.
1948’te 20 yaşındayken Yves Klein gökyüzü krallığı üzerinde hak iddia etti. (Thomas McEvilley, “Yves Klein: Boşluğun Fatihi”, 1928-1962, Houston, Sanat Enstitüsü, Rice Üniversitesi, 1982, S. 28’de, Klein ve arkadaşları Claude Pascal ve Armand Fernandez’in (daha sonra sanatçı Arman olarak tanındı.)
Klein ve arkadaşları, Nice’de kıyıda uzanırlarken, evreni kendi aralarında Yunan tanrıları Zeus, Poseidon ve Hades olarak paylaşmaya karar verişlerini anlatır: ‘Arman . . . hayvan dünyasının kontrolünü aldı… Claude (Pascal) bütün itkilerin korumasını üstlendi. Ve Yves . . . kendi hükümdarlığını, uzak gökyüzünün boşluğundaki mavi gibi, mineral olarak tanımladı.’
Varlığı monokrom mavi panellerde salınıp duran gökyüzünü, 1955 yılında resmetmeye başladı ama Klein’ın mavisi, gündüz vakti gökyüzünde görünen o hafif ve sönük renk değildir. Paris’in yaz gecelerinde saat dokuz civarında görünen, batan günün enerjisi hala atmosferden yankılanıyor ve trafik ışıkları yukarıdan kaynaklanan kıvılcımlar gibi görünüyorken ortaya çıkan karanlık, elektrik mavisidir bu.
Klein’ın mavi monokromları, her biri tek bir renk tonuna sıkıştırılmış olduğu için daha yoğun görünen, Van Gogh’un Yıldızlı Gece tablosunda rastlanan kinetik enerjiye sahiptir. Diğer resimleri de -kimi pembe, kimi altın sarısı, kimi insan bedeninin izlerinden etkilenmiş, kimi alev dalgalarıyla berelenmiş- bize olağanüstü bir güzellikten anlar sunar. Klein bu resimleri yaparken bile, resim ve heykeldeki geleneksel fikirleri reddeden bir olaylar dizisine imza attı.
1958’de boş bir galeri sergiledi. 1960’ta sahte bir gazete yayınladı. 1962’de varolmayan sanat eserlerinin sertifikalarını sattı.
Bir yatırımcı değildi ama, yerleştirme sanatının, kavramsal sanatın ve kurumsal eleştirinin bir habercisiydi.
Klein için resim ve heykel daha büyük bir sona götüren araçlardır.
1960 yılında ‘Eserlerim sadece külleridir sanatımın.’ der (Yves Klein, “Monokrom Macera” (1958), ed. Gilbert Perlein ve Bruno Cora, Yves Klein: Yaşasın Cisimsizlik, Nice, Modern Sanat müzesi ve New York, Delano Greenidge Baskıları, 2000, S. 77).
Amacı ilk sanatı ve ardından da dünyayı dönüştürmektir.
Birkaç yıl sonra Joseph Beuys gibi, Klein da kendisini bir şaman, yüreklerin bir mimarı, ruhun bir Napolyonu olarak görmeye başladı. Tarihin soğuk ışığı altında bir şarlatan, megolomani ve umutsuzluk arasında gidip gelen çılgın bir narsist gibi görülebilir ama Klein’ı tanıyan hemen herkes onu bir dahi olarak görmüştür (Klein’ın megalomanisi, 1958 yılında Amerika başkanı Dwight D. Eisenhower’a bir mektup yazarak, Fransız hükumetini devirmesini, böylece Fransız halkının düşüncelerini dönüştürmeyi amaçlayan ‘Mavi Devrim’i başlatabileceğini rica etmesi ile kanıtlanmıştır. Mektubun İngilizce çevirisi için; John Shipley, New York, H.N. Abrams, 1982).
Kısa ve beklenmedik kariyeri (1955-2002), 2000 yılından bu yana, Nice’de, Frankfurt’ta, Paris’te, Lugano’da ve Hirshhorn Müzesi ve Heykel Bahçesi’nde açılan ‘Yves Klein: With the Void, Full Powers’ (Yves Klein:Boşlukla, Bütün Güçler) Washington D.C.’de seçkin müzeler tarafından retrospektiflerinin sergilenmesine esin kaynağı olmuştur.
Nice’te doğan Klein (1928-1962) iki ressamın çocuğuydu. Genç bir erkek olarak o ortama hafiften dokunduysa da asıl tutkusu judoydu. Japonya’da ileri eğitim aldıktan sonra, 1954’ün başında önde gelen savaş sanatları uzmanlarından biri olarak tanınacağını umarak Fransa’ya geri döndü. Fransız Judo Birliği’nin Japonya’dan alınan bir dereceyi kabul etmediğini öğrenerek alt üst olduktan sonra bir ressam olarak ünlü olmaya karar verdi.
Klein başından beri büyük biri olmasının kaçınılmaz olduğuna inanmıştı.
1 Ocak 1955’te, aslında ciddiyetle resim yapmaya başlamadan birkaç ay önce, ‘Sanırım bir dahiyim ben’ diye yazar günlüğüne. O ilkbaharda, renk algısı konusunda yoğun bir araştırma yapmış olan genç bir mimar olan kız arkadaşı Bernadette Allain’in yardımıyla resimler yapmaya başlar. Klein bir stüdyo açamadığı için ilk eserlerini ailesinin evindeki mutfakta yapmıştır.
Klein bugün tanınmasına neden olan o olağanüstü monokromatik resimleri neredeyse resme başlar başlamaz yapmıştır. Nefes kesen bir hızla ünlü olmuştur.
1955 Ekiminde açtığı özel sergi, sanat eleştirmeni Pierre Restany’nin ilgisini çekmiştir. Restany, sanat eserleri alıp satan Colette Allendy’den Klein’in resimlerini görmesini istemiştir.
Halka açık ilk sergisi Şubat 1956’da Allendy’nin galerisinde açılmıştır.
İkinci sergi Milano Galleria Apollinaire’de 1957 Ocak ayında açılmıştır. Gene 1957 yılında Paris ve Düseldorf’ta sergiler açmıştır. Sonraki yıl Almanya’da yeni bir opera binasının muazzam duvarlarına resim yapması için seçilmiştir.
New York ve Los Angeles’da sergi açmış ve ilk retrospektifini 1961 yılında Almanya’da gerçekleştirmiştir. 6 Haziran 1962’de, büyük olasılıkla Japonya’da çalışıp okuduğu sırada almaya başladığı anfetamin yüzünden kalp krizi geçirerek ölmüştür.
Klein’ın şaşırtıcı başarısı, kısmen deneysel çalışmalarda yetenekli olmasından gelir. 1955 yılında kompozisyondan tamamen yoksun çalışmaların sanat olarak düşünülmesi fikri akıldışı gibi görülüyordu. Gerçekten de, sanki halkın onunla hemfikir olmamasına meydan okurcasına, ilk sergisine ‘Monokrom Propozisyonlar’ adını vermişti.
1957’de eserleri kabul edilmeye başladığı zaman, Klein daha fazla risk alarak birbirine özdeş 11 mavi kanvası sergiledi ve izleyiciyi kendisini Picasso’yla karşılaştırmaya zorlayarak sergisine ‘Monokrom Propozisyonlar, Mavi Dönem’ adını verdi.
1958’de Iris Clert’teki ‘Boşluk’ adlı sergisine 3500 kişiyi davet etti. Sergide galerinin daha yeni beyaza boyadığı duvarlarından başka bir şey yoktu. 1960 yılında ‘Antropometriler’ adıyla halka açık yeni bir performans sergiledi, çıplak kadın yardımcılarından, kendilerine mavi boya sürmelerini ve geniş bir kanvasa bedenlerini bastırmalarını istedi. Bu sırada küçük bir orkestra Klein’ın kendi bestesi olan ‘Tekdüze Senfoni’ (Monotone Symphony) çalıyordu.
Sonraki yıl Bunsen yakıcılar ve alev makinalarıyla yaptığı bir dizi ateş heykelini ve resmini sergiledi.
Klein’ın yöntemlerinin toplam etkisi, monokromatik resimlerinin, sanki bütün görsel alanı ele geçirmişler gibi görünmesini sağlamaktır.
Jackson Pollock ve Barnett Newman gibi ressamlar bu etkiyi görüşünüzü tamamen dolduracak şekilde resimlerini duvar resmi boyutlarına dek büyüterek başarmıştır. Klein bunu bir taraftan ışığın kırılmasının neden olduğu dalgalanmayı (yazın otoyolda görülen miraj gibi) taklit eden dokularla içeriye doğru çizerek diğer taraftan da eserin köşelerini ve kenarlarını, sona eriyorlarmış gibi değil de, sanki solup gidiyorlarmışcasına yumuşatarak yaptı.
1960 yılı civarında ince, altın tabaka parçalarının gevşek örgüsüyle yüzeyi kaplayarak doku elde etmenin yeni bir yolunu buldu. Sadece bir tarafından sabitlenen tabakalar çevrelerindeki en ufak bir hava hareketiyle uçuştular ve buruştular.
Bu dayanıksızlıkları nedeniyle resimler ne yazık ki ya camların ardında sabit tutularak ya da Lucite (şeffaf plastik -ç.n.) kutularda gösterime sunuldular. Aynı yıl Klein ‘Antropometriler’ini yapmaya başladı. Monokromlarının anlaşılmaz duygusallığıyla karşılaştırılırsa, Klein’in kalça ve göğüs düzenlemeleri, ‘soyut’ (çıplak kadın dergilerinin orta sayfasında bedeni bölen –ç.n.) orta sayfa çizgisi gibi, çoğu kere hüzünlü ve geleneksel bir görünüme sahip gibiydi.
Aynı şekilde, 1961-62 yıllarındaki alev resimleri de yüceliğe zorlanmıştı ama sonuçta daha çok, düşük bütçeli özel efektlerin sonucu gibi göründüler. Kleinseverler, onun sadece resimleri ve heykelleriyle yargılanmasını haksız bularak bu duruma karşı çıkabilirler ama, Klein’i postmodernizmin bir öncüsü olarak görmek için, eylemlerinin özelliklerini ve bunları açıklamada kullandığı dili bir tarafa bırakarak, performanslarına olabilecek en genel kavramlarla bakılması gerekir.
Klein’ın düşünceleri, dinseverlikten Gülhaçlılığa (Rose Cross yanlıları, mistik felsefeyi insan ilişkilerine uygulama yanlısı dini grup –ç.n.) dönen Max Haindel’in Sembolist mistik düşüncesinden kaynaklanır. Heindel 1909 yılında Gülhaçlının Kozmo-Kavrayış (The Rosicrucian Cosmo-Conception) adı altında bilimel bir eser yayınladı ve Klein 19-20 yaşlarındayken bu kitabın Fransızca çevirisiyle tanıştı. İyisiyle kötüsüyle, Klein’ın estetiği Heindel’den kaynaklandı.
McEvilley Klein’ın düşüncelerini aşağıdaki gibi açıklamıştır:
“Yves’in ‘saf resimsel duyarlılık’ adını verdiği ruhani içerik, bu duyarlılığı kendinde saflaştıran ve soyutlayan simyacı/sanatçı tarafından sanat eserine zerk edilmiştir. Bu, yıllar sonra bile olsa, kendi duyarlılığını başarıyla geliştirmiş olan bir izleyici tarafından resimlerde deneyimlenebilir. O halde sanat algısal değil, aşırıalgısal bir deneyimdir. Görsel olarak birbirine özdeş iki resimden birinde bu ruhani içerik varsa, o resim bir sanat eseridir, diğeri ise değildir. Duyarlı bir izleyici bunu bir bakışta fark eder.” (McEvilley, S. 26 ve 46).
Klein’ın arkadaşları ve destekçileri için, onun böyle bir saçmalıktan söz ettiğini duymak utanç verici olmalı.
Bu sorunu annesi, 1958 yılındaki 30. doğum gününde Klein’a Hava ve Düşler (Air and Dreams) adlı kitabın bir kopyasını vererek çözdü. Temel imgelemeleri yorumlama konusunda uzman olan ünlü edebiyat eleştirmeni Gaston Bachelard’ın bir kitabıydı bu. Bu kitaptan sonra Klein sık sık Bachelard’ın ‘Başlangıçta hiç bir şey yoktu, sonra derin bir hiç bir şey varoldu, daha sonra mavi bir derinlik varoldu’ sözlerini sık sık alıntıladı.
Bachelard’ın başka bir kitabı Ateşin Psikanalizi (The Psychoanalysis of Fire), Klein’ın ateş resimlerine ve ateş heykellerine esin kaynağı olabilir (Klein ve Bachelard üzerine, McEvilley, S. 50-52; Rosenthal, S. 113-14; ve Stich, S. 77-78’e, ve 89., 90. Notlara bakınız).
Klein’ın sanata dair fikirlerinin çoğu tam bir saçmalamadır ve Klein’ı postmodernizmin önemli bir teorisyeni olarak göstermek başarısız olmaya mahkumdur. Böyle olmasına rağmen modern sanatın birçok sanatçısı eserlerini saçma sapan teorilere dayandırırlar ve çoğu kere, sanatçıların bu teorilerle olan ilişkilerinden öğrenilecek şeyler vardır.
Zero, Akbank Holding’in katkılarıyla 10 Ocak’a kadar Sakıp Sabancı Müzesi’nde.
(Pepe Karmel, New York Üniversitesi sanat tarihi bölüm başkanıdır. 1910-2010 yılları için soyutlama tarihi üzerine bir kitap üzerinde çalışmaktadır.)