Robert Schuster, Manzoni’yle ilgili “Kendi Bokunu Konservelemiş Birinden Çok Daha Fazlası” başlığını atacak ve şöyle devam edecekti: “Bugünlerde saygısızlık her yerde kolaylıkla bulunabilen öylesine ucuz bir hisse senedi ki sanatçının nanik yapan bir etkinliğinin, radikal olarak adlandırıldığı bir dönemi hayal etmek kolay olmayabilir. Bu yüzden, neredeyse 50 yıl önce kavramsal şamatayı başlatan, kışkırtıcı bir İtalyan olan yaramaz Piero Manzoni’nin Gagosian Galeri’deki retrospektifi, daha ciddi bir döneme yapılan nostaljik bir tur gibi olmaktan çok, ayağınızı yerden kesen eserlere bir övgü gibi hissediliyor.” Zero sergisi dolayısıyla Zero sanatçılarını ağırlarken aklımızdan çıkarmamamız gereken bakış açısı bu.
Manzoni’nin kısacık hayatı (1933-1963 -ç.n.) düşünülürse, sanatı zevk alınacak çekicilikte, hatta biraz melankoli bile var içinde. 1957 yılında, hukuk derecesini bir tarafa attıktan ve var gücüyle resim yapmaya başladıktan sonra Manzoni, 24 yaşındayken, sanatı atom bombasına yönelten bir grup olan Nucleari’ye katıldı. Siyah katran üzerine yaptığı unutulması güç resimler, ürettiği önemli ilk eserlerin bir kısmıydı. Manzoni, kırmızı ve yanık kahverenginin bir anlığına görünüp kaybolmasına başkaldıran, girdap halinde dönen ve yığılan nesnelerle organik şekiller çıkardı ortaya.
Bu resimler genç bir insanın, yaşadığı endişeden esinlenerek geleceğe dair belirsizliğe bakışıydı. Ancak sürekli olarak huzursuzluk içinde olan Manzoni, savaş sonrası o döneme ait genel dürtüler olan saflaşma ve azalmaya doğru çekilirken bulduğunda kendini ham duygulardan hızla vazgeçti. Rauschenberg’in beyaza boyanmış resimleri veya Guy Debord’un imgesiz filmleri gibi daha önceki eserlerden aldığı tüyoyla, Manzoni ‘bütün gereksiz ayrıntıları’ devre dışı bıraktı ve görsel olarak renksiz ve üç boyutlu yüzeyler yaratmaya başladı. Bunların en iyileri, buruşuk bir kanvası porselen kiliyle kaplayarak yaptığı Achromes (Yves Klein’ın Monokromlarından esinlenerek, Akromlar, Renksizler –ç.n.) adlı seridir.
Akromlar, bütün o saygısız manifestolara ve bildirilere rağmen, Manzoni’nin zarif bir duyarlılığa sahip olduğunu ortaya koydu. Örneğin bir akıntının dalgalanan dokuları basit bir yaşama sevinci izlenimi uyandırır. Manzoni, daha az başarılı olan diğer malzemeleri, Akromlar’da kullanmayı denedi, bu malzemeleri giderek daha fazla azaltarak, sonunda sadece bir tutam tavşan tüyünü çerçeveleyip sergiledi. Nesne artık saçma bir düzeye ulaşmış, sonunda bir Fikir’den biraz daha fazlasına kadar geri çekilmişti. Ancak Manzoni’nin giderek daha fazla vurgu yapmak istediği şey Fikir’di; özellikle de basitçe ‘oluş’un, sanatı yarattığı nosyonuydu.
Hayatının son yıllarında kullandığı nesneler, varlığın kendisi için kaideler ve kutular olmaya başladı. 1959 yılında Manzoni, kağıt ruloları üzerine çeşitli uzunluklarda tekli siyah çizgiler çizdikten sonra, bunları karton borular içine yerleştirdi. En uzunu 2 buçuk mil (7 kilometre 200 metre-ç.n.) olan bu düzeneği galvanizli bir silindir içine yerleştirdi. Sadece işaretlenmiş silindirler görüyordunuz ama, Zaman’ı korumak içinmiş gibi görünen çalışma, orada belli bir keskinlikle duruyordu.
Ardından, Manzoni ‘sanatçının nefesi’yle balonları doldurdu; haşlanmış yumurtaları baş parmağıyla damgaladıktan sonra bunları yiyecek olarak dağıttı; destekçilerinin bedenlerini imzalayıp, onların bu sertifika aracılığıyla artık birer sanat eseri olduklarını açıkladı ve (iddiasına göre) kendi bokunu konserveledi ki bu en bilinen çalışmasıydı ve konserve örneklerini altın fiyatı bazında sattı. Gerekli açıklamalar eksik olmasına rağmen, nesneler etkileyici bir biçimde, ölüm sembolü gibi kendi kutularında durdular. (Başlangıçta normal olarak şişirilmiş olan) İki balonu, kısaltılmış bir varoluşa hala bağlıymış gibi duran iç karartıcı küçük gölcükler haline gelene dek eritip, ahşap kaidelerine yapıştırdı. Ağır bir içici olan Manzoni’nin sağlığı yavaş yavaş bozuldu ve 1963 yılında 29 yaşındayken öldü.
Kavramsalcılığın, kabulün ötesinde bir saçmalığa sürüklendiğini elbette ki düşünebilirsiniz. Tanınmış olmanın öğeleri, Manzoni’nin son eserlerinin parçası oldu ama, sanatta fazlasıyla heyecanlanan Manzoni, muzip biri olarak görülüp gözardı edilemeyecek kadar ciddiydi. Manzoni’nin bir Danimarka bölgesine diktiği basit, zekice ve merak uyandıran demir blok nosyonu, burada büyültülebilir bir fotoğraf olarak görülüyor. Sihirli Kaide’si (Magic Base), üzerine çıkan birini yaşayan bir heykele dönüştürüyordu, kaideyi tersine basılmış harflerle, ‘Dünyanın Temeli’ (Socle Du Monde, Base of the World) olarak adlandırmıştı.
Bir konudan diğerine atlamayan Manzoni, buruk bir sevimliliğe sahipti ve bizi tümüyle sanata çeviren biriydi.
(Robert Shuster’ın 2009 tarihli Bir Kışkırtma Çağrısı başlıklı yazısından derlenmiştir.)
Zero, Akbank Holding’in katkılarıyla 10 Ocak’a kadar Sakıp Sabancı Müzesi’nde.