Çekil ile yakınlaşmam 2001 yılında oldu. Okulda, atölyesindeydik. Öğrencilerinin yardımıyla işlerini birbiri ardında çıkarıyor, açıyor, elinde işlerinin parçalarını tutuyor, onları sanki kutsal nesnelermiş gibi hürmetle evirip çeviriyor, dokunuyordu. Bu ziyaret benim için, kişinin tarih hakkında bildiği her şeyin tekrarlana tekrarlana artık bıkkınlık veren kurgusallaşmasının aniden sonlandığı anlardan biriydi.
Bir uluslararası hikaye daha yazılmalı ve tarihe bir ihtilaf koridoru daha açılmalıydı.
Cengiz Çekil 1945 yılında, Orta Anadolu’nun kasvetli topraklarında dünyaya geldi. Ankara’da Gazi Orta Muallim Mektebi’nde öğretim gördü. Erken cumhuriyetin becerilerinin somut örneklerinden olan Gazi ülkeye öğretmen yetiştiriyordu. Okulun “Resim-İş” bölümü İstanbul’un prestijli Güzel Sanatlar Akademisi’ne kıyasla gayet mütevaziydi. Farklı mecraların kullanımına hakim, temel bir sanat tarihi bakışına sahip eğitmen mezun veren mektebin ilk hocaları arasında Anadolu’nun canlı görsel folkloru üzerine önemli kitaplar yazan Malik Aksel de vardı. Çekil, tıpkı kendisinin bir sınıf büyüğü olan İsmail Saray gibi, Aksel’in yazılarından özellikle etkilendi. Saray’ın babası bir tabela ressamı, Çekil’in babası ise motordan saate her türlü aleti tamir edebilen bir ustaydı. Gazi’deki öğrencilerin çoğu gibi onlar da orta sınıf beyaz Türkler’den değil, misyon yüklenmiş yatılı okul öğrencileriydi. Çekil okulu, koridorlarında batılı şaheserlerin kopyalarının asılı olduğu, mutfağından iyi yemekler çıkan, bir ev gibi sıcak, yoksul genç öğrenciler için mükemmel bir ortam olduğunu hatırlıyor.
Çekil, Gazi’den mezun olduktan sonra,Türkiye’nin doğusundaki Van’da iki yıl öğretmenlik yaptı ve 1970 yılında École Nationale Supérieure des Beaux-Arts’da ikinci bir lisans eğitimi için devlet bursuyla Paris’e gitti. Paris’te, Türkiye’de doğup yaşamış olmanın getirdiği ağırlıklardan ferahlayarak, belirgin bir yerel aksan barındıran, mazbut, dokunsal bir kavramsalcılıkla ilgilenmeye başladı. Profesörü Étienne Martin’e karşı daha sonra da devam edecek bir yakınlık geliştirdi ve özellikle Joseph Beuys, Duchamp ve Sarkis’ten etkilendi. İşlerindeki tutumluluk ve sadelikle zamaneleri arasında benzersizdi.
Çekil’in bu tavrı, ekolojik modernizm veya tüketim ve atık kültürüne karşı kuramsal bir karşı duruş değildi. Sınırlı malzemeyle ihtiyatlı ve israfsız çalışmanın pratik bir yansıması olarak başlamış olabilecek bu durum amentüsüydü. Sosyalist oluşumlarda yer alıyordu. 1975’te Türkiye’ye dönerken üzerinde siyasi malzemelerle trende göz altına alındı. Sivil polisler tarafından işkence gören Çekil, çok sevdiği Beuys kitabına el konulmasının ardından doğrudan siyasetten çekinmeye başladı.
Sanatçı en etkili işlerinden biri, bir dehşet ve tevekkül ifadesi olan Günce’yi, bu dönemde üretti. Her gün bir sayfasına “Bugün de yaşıyorum” mührünü vurup, o günün tarihini attığı 1976 tarihli bu eser bugün MoMA’nın daimi koleksiyonunda yer alıyor. İşlerinde hafif ve taşınabilir, hacimsiz malzemeleri yeğledi. Sert siyaseti ortamın gündelik yaşam üzerindeki baskısı karşısında sığınacak bir çevresi olmayan ve İstanbul’un konukseverlik göstermediği Çekil, bir gazetenin ön sayfalarındaki tüm yazıları örterek dilsizleştirdi. Eğlenceli, müstehzi derecede umutlu, folklorik ve hafif Bildirileri’ini (1977) üretti: “Mutluluklar dilerim; Maşaallah; Ömür biter yol bitmez; Allah’ın dediği olur”. Sınırlı sayıda çoğaltılarak sokaklarda dağıtılan siyasi bildiriler gibi teksir kağıdına basılan Bildiriler bir beyanda bulunmaktan kaçınıyor ve kaderi zerafetle kabul ediyordu.
Devletten aldığı burs karşılığı zorunlu hizmet kapsamında atandığı İstanbul’daki manasız memuriyet sürecinden sonra, yavaş bir Ege kenti olan İzmir’e sığındı. Burada lisansüstü eğitimini tamamlayıp Ege Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nde ders vermeye başladı ve zaman içinde okulun efsanevi “hoca”sı oldu. Çekil, İzmir sokaklarını atölye gibi kullandı. Küçük sanayi atölyelerinden, eskici dükkanlarından sıradan ve düşük yoğunluklu nesneler kullandı, seçkinlikten uzak malzemelerle çalıştı. Zanaate, alçakgönüllü bir estetik anlayışına, malzeme ile kurulan şeffaf ilişkiye karşı derin bir saygısı vardı. Sanat dünyasının sınırlarında, tümüyle geri çekilmeden ama övgüler de beklemeden çalışabilme becerisiyle tanındı. Kimse Çekil’in hayatı boyunca bir kez bile bir toplantı, bir tavsiye ya da bir sergide yer alma talebinde bulunduğunu görmedi.
Çekil 12 Eylül darbesi sırasında İzmir’deydi. İşlerinde ordu ile belli belirsiz bir çatışma görülmeye başladı ama aynı zamanda diktatörlüğünün ardından çok talep gören Atatürk heykellerinden yapma fırsatını buldu. Bu üretim, çocuklarından biri özel bakıma ihtiyaç duyan sanatçı için ek bir gelir kaynağı haline geldi. Öğrencileri Çekil’in heykelleri ile uğraşmak ve onu kurnazca tiye almakta vakit kaybetmediler.
Saltanatı olan İzmir’de hayatını öğrencilerine adadı. Davudi, gür sesi ve heyecan verici tiradları alameti farikası oldu. Kendisinden uzak olmayan sanatçılarla 1980’lerde İstanbul’daki “Öncü Türk Sanatı” ve takip eden efsanevi sergilere katıldı. 1986’daki “Joseph Beuys’un Anısına, Bir Başka Sanat” sergisi gibi projelerin İzmir’de düzenlenmesine yardım etti. Bu yıllarda yerel folklora dayanan müdahaleler üretti. Yere serilmiş bezlerin bir nevi çerçeve vazifesi gördüğü, üzerinde karpuzdan hediyelik eşyalara kadar çeşitli malların yatayda sunuluşuna “sergi” adı verilmesini değerlendirdi. Yer çekimine boyun eğerek, dikey sergi mekânlarının hiyerarşik düzenini hiçe sayarak, yerle bağ kurmayı önemsedi.
Çekil ile yakınlaşmam 2001 yılında oldu. Okulda, atölyesindeydik. Öğrencilerinin yardımıyla işlerini birbiri ardında çıkarıyor, açıyor, elinde işlerinin parçalarını tutuyor, onları sanki kutsal nesnelermiş gibi hürmetle evirip çeviriyor, dokunuyordu. Bu ziyaret benim için, kişinin tarih hakkında bildiği her şeyin tekrarlana tekrarlana artık bıkkınlık veren kurgusallaşmasının aniden sonlandığı anlardan biriydi.
Bir uluslararası hikaye daha yazılmalı ve tarihe bir ihtilaf koridoru daha açılmalıydı.
İstanbul’a geldiği 2010 yılındaki ilk ve son retrospektifine çalıştığım için kendimi çok şanslı sayıyorum.
Kenti çok sevdi; narin ve hasta bedenini sergiden sergiye taşıdı; sigarayı bile bıraktı. Üzerinde çalıştığı bir iş olduğunda görüşürdük. Son ziyaretim, aile içi şiddete de dokunan, belirgin renklerdeki kumaşların dantel şeritlerle sınırlandığı, 144 adet basit tuval çerçevesinin sırtları üzerine, ortalarında kadın cinsel organını andıracak şekilde büzülmüş parlak sarı temizlik bezleri olan enstalasyonunun hazırlıkları esnasındaydı. Hınzır ama aynı zamanda da af dileyen bir ifadeyle bunun onun ilk feminist işi olduğunu söyledi. Zerafetinden hiçbir zaman vazgeçmeyen Çekil’in son günlerini İzmir’de, ona son günlerine kadar iyi bakmış olan bu uysal kentte geçirmeyi seçmiş olması şaşırtıcı değil.
Vasıf Kortun, yazının ingilizce orijinali sanatçının vefatının hemen ardından Artforum dergisinin (“Passages”) anma yazıları bölümü için yazıldı.