A password will be e-mailed to you.

David Bowie’nin 66. yaş gününü, Neslihan Say’ın 1997 tarihli Negatif dergisine David Bowie’nin 50. yaş günü için yazdığı yazıyla  kutlamıştık. Say, bizim için yazısını da güncellemişti. David Bowie, bugün öyle büyük gazetelerin duyurduğu gibi hayata, kansere falan yenik düşmedi. 25. albümü çıktıktan sonra aramızdan ayrıldı. Ve iyi ki doğdu. iyi ki onu tanıdık…

 

1974. Yaz. Odamdayım. Aslan pozunda (anladınız tabii, hani belden aşağısı tutmuyor gibi bacaklar hafif kıvrık geride bırakılmış, iki kol dirseklerden kırık çapraz ileriye uzanıyor, baş aşağıya bakmasına rağmen gözler yukarıları hedeflemiş) oturuyorum halının üzerinde. Önümde, henüz canını almışım gibi duran şey ise ITT Schaub Lorenz teybim. Record düğmesi kırmızı, diğerleri siyah. O kırmızı düğmeyle, siyahlardan üzerinde PLAY yazanı basılı. Yani kayıt yapıyorum. Nefes almak yok, şakaklarımda gerginlik. Teybin mikrofonu çatal ayağın üzerinde radyoyu hedef almış, görevini yerine getiriyor dikkatle. Sanki NASA’da bir fırlatma anı yaşanıyor. Göbeği tırtıllı kumaş, yeşil ışıklı radyoda TRT 3 açık. Her an annem odaya girip kaydı mahvedebilir. Çok tedirginim.

Çalan parça çok güzel çünkü. Ve ne olduğunu henüz bilmiyorum. Her an bitebilir ve tam spiker ne olduğunu söylediğinde ben anneme hırçın el kol hareketleriyle durumun vahametini anlatmaya çalışıyor olduğumdan, duyamayabilirim. O zaman da bütün şımarıklığımla bas bas bağırabilir, yıkılan evrenin bütün sorumluluğu altında ezileceğini haykırabilirim yüzüne.

Neyse ki böyle bir şey olmuyor. Parça bittiğinde terbiyeli ve dikkatli kadın sesi “David Bowie’den Space Oddity adlı parçayı dinlediniz”, diyor. “Şimdi sırada… ” Yo hayır, kaydı durduruyorum. Bir an önce dinlemek istiyorum bu parçayı. başa sarıyorum kaseti. Bu ileri geri sarma düğmelerine devamlı basmak gerekiyor, çok can sıkıcı.

Yeniden dinliyorum. Ve galiba hayatımda ilk kez, tam içimde bir boşluk oluşuyor ve o boşluğun net karanlığında ılık bir çiçek açıyor… Yani aşık oluyorum. (Galiba ondan sonra da aşk benim için hep Space Oddity olsun istedim. Uzay, yalnızlık, insanlardan uzaklaştıkça artan ilgileri, kapıdan adım atmak, hiç olmamış bir şekilde yüzmek uzayda, uzakta mavi dünya gezegeni, o gün pek tuhaf görünen yıldızlar, kat edilen binlerce mile rağmen sükunet, belki de en iyisini bilen uzay gemisi ve “karıma onu çok sevdiğimi söyleyin, biliyor gerçi”… Sonra kopan bağlantılar, “Dünyadan Binbaşı Tom’a, devre koptu, bir terslik var, duyuyor musun Binbaşı Tom, duyuyor musun, duyuyor musun, duyuyor musun, duyuyor musun”… Sonra kapsülün etrafında yüzmek, aydan çok uzakta, dünya gezegeni mavi ve yapılabilecek hiçbir şey yok…)

O yıl Uzay Yolu seyrediyorum cumartesi öğleden sonraları.

Mister Spock en iyi arkadaşım, David Bowie ise biricik aşkım, can ortağım, kimselerin boy ölçüşemeyeceği. Duvarın boyaları döküleceği için gardırobumun üzerini kapladım posterlerle. Music Star dergi alıyorum, İngiliz devri, Glam Rock devri, Suzi Quatro’ya bayılıyorum. Siyah deri pantolon, deri bileklikler, zincirli kemerler, kat kat kesilmiş düz saçlar ve BAS GİTAR. Devil Gate Drive, 48 Crash, Can the Can söylüyorum sınıfta, kafamı sallayarak. İngilizce öğretmenlerimden birisi “kızınız çok şımarık” diyor anneme toplantıda. Sinir oluyorum o kadına. Neyse, benim işim uzayla zaten, yerdekiler beni etkilemiyor fazlaca.

Space Oddity dinliyorum bol bol. Usul usul giriyor damarlarımdan. daha ilk anda dozu aşmıştık zaten. Uzaya inanıyorum, bir gün hiçliğe gitmeye, tekliğe, ne erkek ne kadın olmaya, ironik bir sesle kendi kendime konuşmaya. Ve aşka.

Yıllar sonra bir arkadaşım, “sevdiğin müziklere dikkat et, onları sevmen tesadüf değil” diyor. Aklıma ilk gelen başka bir David Bowie parçası oluyor: Five Years. (Artık David Bowie’nin birden fazla parçasını biliyorum). Beş yılımız kaldı diyor şarkıda, hiç tadılamayacak, çoktan kaçırılmış bir geleceğin acısı var sesinde. korkuyorum. Aynı arkadaşım el falıma bakıp, beş yıl içinde bir hastalık geçireceğimi, atlatırsam uzun yaşayacağımı söylüyor . ‘(Üç yıl sonra trenin altına atıyor kendini ama. Neden diye hiç sormuyorum kendime.)

Büyüyorum yavaş yavaş. David Bowie de öyle. Bu gezegenin insan hikayelerini dinliyoruz birlikte. Değişiyoruz. 

Şimdi artık ben 50 yaşına geldim. David Bowie de oldu 66. Allah hepimize uzun ömürler versin.

“Bowie hastası” diye bilindiğimden, bir şey anlatmam lazım oldu. Fakat anladım ki sıfırdan bir David Bowie yazacak değilim. Bir vakitler kendisi için bir şey yazdığımı hatırladım. Güvenli yerdir zannederek sakladığım sandıktan buldum. Buldum ama diğer birçok şeyle birlikte (20’li yaşlarda yaptığım çizimler vb.), sandığın içine sızan su nedeniyle çürümüştü (sandığın üzerine saksı koyan da benim). Neyse ki bozulmamış haldeydi.

Okurken, ölmüşüm de gizlediğim anılarımı bulan birisiymişim gibi kendim için hüzünlendim. Fakat zaman içinde çevirmen/redaktör insan olduğum için, hatalar aradım. İlk gözüme çarpan, tarif ettiğim pozisyonu “oturuyorum” şeklinde tamamlamam. Öyle oturulmaz ki yahu, olsa olsa uzanılır 🙂 Sonra, teypteki düğmenin üzerinde yazan PLAY değil, START olacakmış; yazıyı yazdığım zaman internet yoktu ve işte aklımda öyle kalmış, yahut düpedüz uydurmuşum 🙂 Bir de şunu hatırladım: Aslında spiker “spays oditi” demişti. Yani Spice Oddity. Onu belirtmemişim, yahut bir şekilde silinmiş yazıdan. Bilmiyorum.

Onun dışında, iyiydi. Peki, aradan 15 sene geçmiş. Bu zaman zarfında neler mi oldu?

Maalesef dişlerini yaptırdı!

Onun dışında, biz yine deliler gibi Bowie dinledik. Konserlerini, stüdyo kayıtlarını, kliplerini izledik. Bu yaşımızda bas bas bağırarak eşlik ettik. Şikayetler aldık alt komşudan tabii. Gönül mahallemizden biri addedip, çekiştirdik de biraz kıskançlıkla.

Güzel dişli resimlerini birbirimize gönderip, “ah ulan, ahhh” dedirttik. Ha, bu arada çocuğu filan da oldu. Hatta karısı İman’ın kızıyla fotoğrafı karşımıza çıkınca bulup paylaştık; “yahu kız tam ikisinin karışımı, uzaylı gibi” filan dedik. Ha pardon, arada kalp spazmı geçirdi. Artık konserini izleme ihtimalimiz tamamen yok oldu, diye sahte bir yoksunluk hissettik, bir nevi rahatladık aslında. O güzel dişli resimlerine bakıp, “of ya, keşke yaptırmasaydı” dedik.

Sevgilimiz bize doğum günümüzde David Bowie panosu yaptırdı geldi. Şaşırdık ama acayip sevindik.

Geri dönüp güzel dişli resimlerine bakıp iç geçirdik. Şu haliyle New York sokaklarında böyle havalı havalı taksi çevirirkenki fotoğraflarını paylaştık.

Eski güzel dişli resimlerine bakıp bir kere daha hayranlık duyduk. Yetmedi, o eski dişleriyle çekilmiş bir fotoğrafını (ama çok tatlı) paylaştık ve mesela “Aaaaa tahrik unsuru var ama” gibi cevaplar alıp hınzırca gülümsedik.

Biz bu minvalde giderken, David Bowie de işte meğerse boş durmamış, yine kendini oldurmaya devam etmiş, aşmış filan. Albüm yapmış. Bir de klip çekmiş ki, maazallah. İstemiş ki, biz onun güzelliğini hatırlayalım. Peki, öyle olsun. Bir kere daha iyi ki doğdun diyoruz biz de sana David Bowie.

Daha fazla yazı yok
2024-11-02 15:32:40