‘94 yılından bugüne bir mücadelenin üzeri örtülen hikâyesi…
Şimdi sıra Nichanian’ın deyişiyle “imhanın da imhasına geldi”. Yani yaşanan hak ihlallerini ifşa eden, iyileşmeyi sağlayabilecek bir belgenin yok edilmesine. Sıra onda.
Bu mücadeleyi kazananlar, yani galipler size şunu söyleyecekler: “Bu Yetimhane projesi çok büyük bütçeler gerektiriyordu. Bütçeyi temin edemediğimiz için –onun iyice yıkılmasını, tamir edilemez hale gelmesini- bekliyoruz.”
Doğrudur. Ama şunu kimse sormayacak:
“Ortada bir fikir yokken nasıl bütçe olsun? Bütçe olsa, ne yapacaksınız? Fark yaratacak bir eylemsellik olmadan bütçe nasıl bulunur” diye eminim ki kimse sormayacak.
Üstelik çevre kıyımları, savaşlar ile dünya kıyamete doğru yol alırken.
Asıl söylenmesi gerekenler –yani italikler– söylenmeyecek.
Yetimhane’nin korunması için önce ortada zihinsel bir dönüşüm olması gerektiğini, fikir olmadan, hafıza özgürleşmeden bütçe de bulunamayacağını elbette ki kimse –yani sesi çıkanlar, galipler, Yetimhane üzerine fikir üretimini tekeline alanlar, hafızayı silmeye çalışanlar, alternatifleri bastıranlar– size söylemeyecekler.
“Hafıza mı? Elbette ki hatıralar da önemli” diyecekler.
Bir sonraki adımda ne söyleyeceklerini gelin birlikte tahmin etmeye çalışalım: “Bütçeyi temin etmek için Yetimhane’yi –bir kültür mirası olarak değil ormanın içinde ayrıcalıklı bir imar hakkı olarak gören– hayırsever yatırımcılarla anlaştık.”
Erkmerkezci “korumacılık”, çevre, afetler, güvenlik… hangi konuyla ilgili olursa olsun günümüzün en tehlikeli kavramı halini aldı. Tehlikeli olmasının nedeni kitleleri içerikle, gerçekleştirdiği gösteriyle aldatması. Bağımsız yapılarla aynı sözleri söylermiş gibi yaparken onların söylediklerini, yapmaya çalıştıklarını ele geçirmesi.
Son derece sinsi, içerden kuşatıcı, tehlikeler karşısında bağışıklıkları, dirençleri çökerten ve söz söyleme tekelini eline geçirmiş, hafızayı, farklı yapma biçimlerini imha eden, öldürücü bir “virüs” var karşımızda.
Çok açık ki bu kapalı uçlu yöntemlerle, bu araçsallaştırılmış dar bakış açısıyla başka bir çıkış yolu yok. Neoklasik dünya kendi üzerine yıkılıyor. Kendi öz yıkımını hazırlıyor. İstanbul’un kadim nüfusu yok oluyor.
Yetimhane’ye el konduktan sonraki koşullardaki gibi, Yetimhane’yi bir nesne, bir araç gibi gören erkmerkezci, fırsatçı zihniyet sürekli ve yeniden su yüzüne çıktı. Farklı, yaratıcı, yenilikçi bir çalışma yapma fırsatı adım adım ortadan kaldırıldı. Ne yapsalar nafile, sonuç ortada.
Sonunda 94 yılında Yetimhane’yi yıkıp yeni bir rezidans-otel binasına dönüştürmeye çalışan ve bizim de karşısında mücadele verdiğimiz mimar (Kızkulesi’ni 2000’li yıllarda rezil eden) galip geldi. Europa-Nostra Yetimhane İzleme toplantısında sahneye çıkıp, “eğer engellenmeseydik, şimdi bu toplantıyı o binada yapacaktık” diyebiliyor.
Bunları söylerken de şahsıma dönük olarak çatık kaşlarıyla ve hışımla bir bakış fırlatıyor.
Haklı değil mi? Sonuna kadar haklı.
Sevgili Emine Erdoğmuş’un girişimiyle, Yetimhane’nin strüktürel yapısının hala sapasağlam olduğunu tespit eden altı sayfalık bir rapor hazırlandı, ICOMOS üyeleri, bağımsız uzmanlar David Michelmore ve David Yeomans tarafından. Bu çelik (veya betonarme) bir strüktür üzerine tiyatro dekoru gibi yapılacak olan o inşaat projesini engellemek için. Korumacı geçinen piyasa mimarları ve temsil ettikleri turizm yatırımcıları Yetimhane’ye yıkmak isterlerken, 1994 yılında.
Kibarlıklarından olacak, bundan hiç söz edilmedi.
Bu gayrımenkul yatırımcılarının tezgahladığı otel projesine karşı sivil toplumun neler yaptığından, nasıl bir mücadele verdiğinden hiç söz edilmedi.
Buna karşılık Dışişleri Bakanlığı tarafından kabul görmediği –ya da engellendiği, o da yarım ağızla, neredeyse bir fısıltı halinde- söylendi.
Buna “bir gerçeği başka bir gerçekle örtme tekniği” diyorlar.
Hatta Kızkulesi’ni mahveden mimarın söylediklerine neredeyse “tuh tuh, keşke o tarihte yeniden inşa edilseymiş” diyecekleri kadar da kibarlık gösterildi.
Ama bu kibarlığın, ya da geçmişin çarpıtılmasının asıl neyin üzerinin örtülmek istendiğini de ifşa ettiğini görmek mümkün: Bu araçsallaştırıcı, sekülerleşmemiş, çıkara bağımlı, tipik neoliberal ekonomik dönüşüm modeli şehirdeki kadim nüfusunu, Rumların kamusal varlığını -kiliseler dışında kalanları– “akar”a çevirerek-dönüştürerek imha etmeyi hedefliyor.
Peki bağımsızlar, sivil toplum nasıl etkisizleştirildi? Öyle değil mi, bu soruyu sormanın artık zamanı gelmedi mi? Kibarlıktan kırılmanın zamanı değil.
Sivil toplumun da yenilgiyi kabul etmemesi, ilkeler konusunda daha güçlü bir mücadele yaratması ve kamuoyunu yanına alması gerekirdi.
Örneğin bağımsız sivil toplum, fikir üretimi alanını, özgürlükleri savunarak ve uluslararası kamuoyunu yanına alarak daha dirençli olabilirdi. STK’lar, kamu kurumları içinde yuvalanarak, onların adını kullanarak iş takipçiliği yapan, kendilerine çıkar ve kariyer sağlayan kişilerin kuralları ihlal etmelerine karşı.
Evet, kabul edelim, yenildik. Ama yalnızca bu Yetimhane mücadelesinde mi?
Yenilginin işaretleri: Kibarlıktan kırılmak
“Yetimhane neden yıkıldı? Gelecekte bu soruyu soranlar olursa benim için cevabı şu: Kibarlıktan!
Yetimhane binasının Europa-Nostra’nın “En çok Tehdit Altındaki 7 Miras Listesi”ne alınmasının üzerindeki örtüyü kaldırmanın zamanı geldi.
1903 yılında tapuya tescil edilen, 1929’da bu tapu kaydı tekrar güncellenen, 2005 yılında açılan davanın 2007’de AİHM’e taşınmasıyla gelişen ve 2010 yılında sahiplerine iade edilen ve 2018 yılında Europa-Nostra’nın “En çok Tehdit Altındaki 7 Miras Listesi”ne alınan Yetimhane için yapılan başvuru, 2015 yılında İstanbullu Rumların Evrensel Federasyonu (IREF) ile sürdürülen program çerçevesinde Büyükada’da misafir edilen gönüllülerin de katılımıyla hazırlanmıştı. Patrikhane’nin görüşü alınmış, arşivinden belgeler derlenmiş, ilgili bir kamuoyu konudan haberdar edilmişti.
Amaç Yetimhane’nin korunması için uluslararası kamuoyunun, STK’ların ilgisini çekmek, yapılacak çalışmaların normlara uygun olmasını sağlamaktı.
Ancak başvuru 2017 yılına bırakıldı. 2018 yılının “Avrupa Miras Yılı” ilan edilmesinin öğrenilmesi de bu ertelemede etkili oldu.
Bu önemli tarihte, Avrupa Birliği delegasyonun başında olan Büyükelçi Christian Berger ve Eşi Marilena Georgiadou’nun bir konser için Heybeliada’ya gelecekleri tesadüfen öğrenilince, görüşmeler yapılarak programlarına konuldu.
Program büyük bir memnuniyetle kabul gördü ve dünya basını geniş yer verdi. Sivil girişim tarafından Splendid’de bir yuvarlak masa ve basın toplantısı düzenlendi. Ayrıca Yetimhane’nin kapısına tam beş aylık bir uğraşla, riskler nedeniyle içeri alınmayan ziyaretçiler için bir enformasyon panosu yerleştirildi.
Bütün bu gelişmelerden (ve başvurudan) konuyu kendileri için bir kariyer ve çıkar konusu haline getirmek isteyen kişiler rahatsız oldular.
Yapının yalnızca “mimari açıdan ele alınması gerektiği” görüşünü belirttiler.
Oysa çok açık ki Yetimhane’nin sahiplerine iadesinde, bugüne kadar yıkılmamasının ve Europa-Nostra’ya yapılan başvurunun arkasında, bir sivil toplum ve bir hak mücadelesi bulunuyor.
2017 yılında The Marmara Oteli’nde düzenlenen toplantıya Patrikhane’yi temsilen Laki Vingas katıldı. Patrikhane bu başvuru için ikna edilmişti, bu buluşmadan önce. Sivil girişim ve İREF (İstanbullu Rumların Evrensel Federasyonu) tarafından hazırlanan bu başvuru dosyası bu toplantıda Europa-Nostra yerel temsilcisine elden verildi.
Kısa Liste’ye kalan 83 başvuru içinden Yetimhane’nin “En Cok Tehdit Altındaki 7 Miras Listesi’ne gireceği epey önceden de belli olmuştu.
Bu gelişme Europa-Nostra Bilim Kurulu üyelerine Prof. Dr. Işık Aydemir tarafından bir görüş-değerlendirme yazısı-raporu iletilmesiyle yaşandı.
Bu raporda Yetimhane ile ilgili başvurunun 2007 yılında AİHM tarafından kabul edilmesinin ve 2010 yılında sahiplerine iadesinin diğer el konmuş olan mülkler için de bir örnek teşkil ettiği, bu sayede 36 Beyannamesi’nde yer alan mülklerin iadesinin yolunun açıldığı belirtildi.
Dolayısı ile kültür mirası ile hukuki gelişmeler, iyileşmeler ilişkisi yanında bu yapının zorla tehcir edilmiş olan şehrin kadim nüfusu, Rumlar açısından taşıdığı hafıza değeri ayrıntılı bir şekilde ortaya konmuş, açıklanmış oldu.
Listeye alınmasında son derece etkili olan ve meseleyi çok yönlü değerlendiren bu raporun iletilmesinden de bu kişiler, gene kibarlıklarından olmalı, fena halde rahatsız oldular.
Yetimhane konusunda söz söyleme tekelini ellerinde bulunduranlar gene dediğim gibi kibarlıklarından olacak, bugüne kadar sustular. Tek dertleri kendilerine de pastadan bir pay verilmesiydi.
Önce engellemeye çalıştılar. Sonra da başka çareleri olmadığı için, kendileri yapmış gibi gösterdiler. Onlara kalsa bu gelişmelerin hiç biri yaşanmazdı.
Bugün gelinen nokta üzüntü verici. Her ne kadar emek veren, bir şeyler yapmak için çırpınan insanların değerli emeklerini minnetle anmak gerekirse de. Umutlar artık bir yatırımcının, gayrımenkul girişiminin Yetimhane’ye ormanın içindeki müstesna bir yerdeki imar hakkı olarak değerlendirmesi.
Kar paylaşımı yöntemiyle bu gayrımenkul yatırımı geliştirme ve inşaat işini üstlenmesi. Bildiğimiz piyasacı dönüşüm modeli. Yetimhane üzerinden kendilerine imtiyaz elde etmeye çalışanlar “artık gerçeklere dönmenin zamanı geldi, sizin yüzünüzden yıkıp yeniden yaptıramadık” diye bizi azarlıyorlar.
Yerden göğe kadar haklılar. Onların iştahlarını kaçırdık. Çok zaman kaybettirdik.
Çünkü daha baştan kültürel miras meselesinin basit bir “koruma” problematiği içinde ele alınmasının hangi noktaya varacağı belliydi.
Oysa 2015 yılında Atina’da ve Büyükada’ya gelen gönüllü çalışma gruplarıyla iyileştirici bir enerji ortaya çıkmıştı. Ama resmi STK’larla, koruma alanındaki nesneleştirici şiddetle bu gelişmeler silinmeye çalışıldı.
Evet,yenildik. Bu çok açık. Ama bu mücadele burada bitmeyecek. Karşımızdakilerin ne yaptıklarını artık çok iyi biliyoruz ve onları çok iyi tanıyoruz.
(Not: Bu yazıyı Yetimhane konusundaki ilkeli duruşlarıyla tanıdığım Sevgili Emine Erdoğmuş’a ve Sevgili Işık Aydemir’e ithaf ediyorum.)