A password will be e-mailed to you.

İçinde yaşadığımız dünyada, doğayla uyum içinde ve özenli bir şekilde var olmanın önemi giderek artıyor. Ekolojik krizler ve insan merkezli düşünme biçimlerinin yol açtığı tahribat karşısında, doğayla kurduğumuz ilişkilere dair yeni bakış açıları geliştirmek kaçınılmaz hale geliyor. Yapı Kredi Galeride açılan ve küratörlüğünü Burcu Çimen ve Didem Yazıcı’nın üslendiği Yeryüzü Halleri sergisi, ekolojiye odaklanan sanatçılar aracılığıyla bu ilişkilere dair eleştirel ve yaratıcı bir perspektif sunuyor.

Adını Birhan Keskin’in “Yeryüzü Halleri” adlı şiir kitabından alan sergi, Rozelin Akgün, Judy Chicago, Berna Dolmacı, Sibel Horada, Ekin Kano, Begüm Mütevellioğlu, Cengiz Tekin, Büşra Tunç, Gözde Mimiko Türkkan, Murat Yıldız ve Müge Yıldız’ın eserlerini bir araya getiriyor.      Resim, performans, fotoğraf, video, vitray, heykel ve yerleştirme gibi farklı disiplinlerden üretimleri içeren sergi, insan ve doğa arasındaki bağı yeniden düşünmeye davet ediyor. Sanatçılar, canlılarla kurduğumuz ilişkileri eşitlikçi bir tahayyülle ele alırken, doğayla olan etkileşimimizi toplumsal ve politik yapılar üzerinden değerlendirmeyi öneriyor.

Serginin küratöryel metninde yer alan “insan merkezli yaklaşımlardan uzaklaşarak, doğanın özne olduğu ve sömürüden arınmış bir dünyaya dair kolektif bir tahayyül sunuyor” önermesinden hareketle Judy Chicago’nun Garden Smoke (Bahçe Dumanı) ve Rozelin Akgün’ün Pine (Yama) be Yabani Otlar eserlerine odaklanarak karşılaştırmalı ve semptomatik bir okumasını yapacağım. Bu okumada Chicago’nun eril temsillere doğrudan meydan okuyan cüretkâr modernist tavrıyla Akgün’ün doğayla uyumlu, sürdürülebilir ve onarıcı naif yaklaşımı esas alınarak ilerletilecektir. Yazının sonunda da Chicago’nun müdahaleci ve dönüştürücü feminist tavrıyla Akgün’ün “ekolojik ve toplumsal yapıları onarma ve yeniden inşa sürecine” dair duyarlılığı karşılaştırılacaktır.

Feminizm, eril olanla mücadele

Chicago’nun Garden Smoke işi,  Atmospheres/Fireworks serisi (1970-1974 ve sonrası) kapsamında üretilmiş olup, feminist sanatın doğa ve mekânla kurduğu ilişkide önemli bir deneysel girişim olarak öne çıkar. Sanatçının sergide Bahçe Dumanı künyesiyle yer alan eserleri; doğal peyzajlar, kentsel alanlar ve mimari yapılar üzerinde gerçekleştirilen performatif videoları ve görsellerinden oluşuyor. Her bir video farklı bağlamlarda feminist ve mekânsal müdahale olarak okunabilir.

Purple Atmosphere, 1969, Fireworks, Santa Barbara *

Chicago, en ikonik işlerinden bazılarını geniş doğal alanlarda gerçekleştirmiştir. İlk videoda, açık alanda, çölde pembe ve mor dumanlar kullanarak, eril sanat söylemlerinde “sert” ve “sabit” temsil biçimlerine karşı, yumuşak ve akışkan bir sanat formu yaratır. Bu performanslarda renkli dumanlar kadar renkli kadın bedenleri de dikkat çeker. Doğayla iç içe geçen bedenler doğanın görsel renkleriyle uyumlu geçici sanat formları olarak sunulur. Dumanın geçiciliği, kadınların sanat tarihindeki görünmezliğiyle paralellik taşır. Doğanın ve dişil olanın birleşimini vurgulayan bu feminist yaklaşımın, kadın bedenlerini egzotik bir unsur olarak nesneleştirdiğine dair eleştiriler de yapılabilir. Bu eleştirileri şimdilik bir kenara bırakarak, Chicago’nun feminist sanat anlayışı bağlamında okumaya devam edelim.

Sanatçının performanslarında vücut boyama pratiği, kadın bedenini sanatın merkezine koyarak onu eril bakıştan özgürleştirme amacı taşır. Kadın bedenini standardize etmek yerine boyayarak ve anonimleştirerek kendi içinde biçimlendirir. Renkli dumanlarla peyzaj ve bedenleri dönüştürerek hem geçici bir estetik deneyim yaratır hem de ataerkil sanat anlayışına karşı bir alternatif sunar. Chicago, bu çalışmalarıyla doğa ve sanat arasındaki sınırları belirsizleştirerek, renkli bedenler üzerinden bir diyalog kurar. Dumanın akışkanlığı, rengi ve geçiciliği, eril yapıların katılığının karşısına, kadınsılıkla ilişkilendirilen duyusal ve değişken unsurları koyar.

Sergide yer alan diğer bir videoda, havai fişeklerin ateşlenmesiyle ortaya çıkan gül, kelebek ve elmas benzeri şekillerin feminist yorumuna dairdir. Sanatçının üretimlerinde geleneksel dişil semboller -üçgen, elmas, gül, mandala gibi formlar- kadınlık, doğurganlık ve güzellikle ilişkilendirilir. Chicago, bu formları havai fişek gibi patlayıcı ve dinamik unsurlarla birleştirerek, geleneksel kadınsılık kavramına yeni bir güç ve hareketlilik kazandırır. Güçlü bir aracı, yumuşak ve kadınsı olarak algılanan dişil sembollerle birleştirmek, sanatçının farklı bir sanat dili oluşturma yönündeki çabasını gösterir.

Bridge Atmosfere, 1971, Fireworks, Cal-State Fullerton campus, Fullerton CA.

Sanatçının diğer videosu, belirli anıtsal mimari yapıları dumanla bütünleştirerek, sert ve geometrik formlara karşı geçici ve yumuşak bir alternatif önerir. Modernist mimarinin rasyonel, işlevsel ve katı formlarına karşı, sanatta duygusallık ve geçiciliğin önemini vurgulayan bu videoda, yapıların çevresinde duman bulutları oluşturarak, mimarinin katılığını ve kalıcılığını sorgulanır. Maskülen olarak kodlanan mekânları, feminen olarak görülen renkli dumanlarla müdahale ederek, iktidar ilişkilerine dair eleştirel bir yaklaşım sunar.  Chicago, şehir içindeki mekanlarda gerçekleştirdiği duman yerleştirmeleri modern kent dokusuna feminist bir müdahale olarak okunabilir. Geçici bir renk değişimi yaratarak, kent peyzajının katı ve erkek egemen estetiğini sorgular. Kent, tarihsel olarak eril güç ilişkilerinin kurumsallaştığı bir alan olarak görülürken, Chicago’nun, renkli dumanları bu yapıyı geçici olarak yumuşatarak farklı bir duyusal deneyime açar.Kentin simetrik ve sert hatlarına karşı, düzensiz, biçimsiz ve değişken bir form getirerek mekânsal hiyerarşileri görünmez kılmaya çalışır.

Serinin konsepti ve feminist bağlamı

Chicago, “Bahçe Dumanı”  künyesi altında üretimleri, ataerkil sanat dünyasında egemen olan sert ve katı formlara karşı yumuşak, geçici ve duyusal bir alternatif olarak tasarlamıştır. Bu performatif ve geçici yerleştirmeler, doğa ile sanat arasında bir diyalog kurarken aynı zamanda beden performanslarına da yer vermesi feminist sanatın temel ilkelerini yansıtır. Chicago’nun üretimleri, kalıcı formların temsil mantığını reddederek ephemeral (geçici) sanat anlayışını benimser. Feminist formların kalıcılıktan ziyade deneyim ve etkiye odaklanması, erkek egemen sanat piyasasının maddi kalıcılık dayatmalarına karşı bir özgürlük alanı açar.

Chicago, işlerinde renkli duman kullanarak mekana müdahale eder ve onu adeta resimsel bir yüzey gibi işler. Bu yaklaşımı Land Art gibi kalıcı sanat pratiklerine alternatif sunarak, sanatı galeri duvarlarının dışına taşır. Doğa içinde düzenlediği bu etkinliklerde pembe, mor, mavi ve turuncu gibi yumuşak ve pastel tonlarda dumanlar kullanır. Modernist sanat anlayışının kadınsı olarak dışladığı bu tonlar doğayla bütünleşerek izleyiciye rüya gibi, soyut bir deneyim sunar. Chicago’nun sanatsal pratiği, izleyicinin katılımına açık bir happening anlayışıyla birleşerek deneyim odaklı bir katılım sağlar. Bu duyusal deneyimler, sanatın kimler için ve nasıl üretileceğine dair geleneksel algıları sarsarken, sanatı yalnızca estetik bir ifade aracı olmaktan çıkarıp, aynı zamanda politik ve mekânsal bir müdahale pratiğine dönüştürür.

Ekolojik çelişki: feminist sanatın doğa üzerindeki etkileri

Chicago’nun Bahçe dumanı üretimleri, feminist bir doğa estetiği yaratmaya çalışırken, ekolojik bir çelişki de barındırır. Özellikle havai fişeklerin ve kimyasal boyaların doğaya olan etkileri sorgulanmalıdır. Renkli dumanlar ve havai fişekler, genellikle metalik tuzlar ve kimyasal bileşikler içerir. Bu maddeler toprağa ve suya karışarak ekosistemi olumsuz etkileyebilir.  Benzer şekilde, futbol maçlarında ve askeri alanlarda kullanılan dumanların çevresel etkileri genellikle göz ardı edilir. Bu noktada şu soru ortaya çıkar: Chicago’nun sanat pratikleri gerçekten doğa ile uyumlu mudur?

Çitle Durdurulmuş, (Bahçe Dumanı Serisi), 2020, Kağıt üzeri arşivsel pigment baskı, 50,8×50,8 cm **

Norbert Lynton Modern Sanatın Öyküsü kitabında benzer bir tartışmaya yer verir. Amerikalı sanatçı Newton Harrison’un kullanılmayan askeri roketleri atmosfere fırlatarak yapay bir “aurora borealis”*** yaratma projesini  örnek gösteren Lynton, bu tür sanatsal müdahaleleri “Bir megaloman şakası mıdır bu?” sorusuyla sorgular. Happening ve Land Art gibi büyük ölçekli sanatsal pratikler genellikle imkansız olanı gerçekleştirme iddiası taşır ve şok etkisi yaratmayı amaçlar. Dennis Openheim, Walter De Maria ve Christo ve Jeanne-Claude gibi sanatçılar da benzer şekilde doğaya ve mekana büyük ölçekli müdahalelerde bulunmuştur.  Chicago’nun üretimleri de bu sanatçıların müdahaleleri gibi geçicidir ve eserlerin satışı, genellikle belgelenmiş fotoğraf ve video edisyonları üzerinden gerçekleşir.

Feminist sanatın iç çelişkileri     

Chicago’nun işlerinde, kimyasal dumanlar ve havai fişekler kullanımı, sadece ekolojik açıdan değil, beden insan ve hayvan fark etmez, üzerindeki etkileri açısından da tartışmalıdır. Günümüzde havai fişeklerin patlamasının kuşların yön duygusunu bozduğu bilinirken, Chicago’nun doğaya ve bedene yönelik bu müdahaleleri eril tahakküme benzer bir iktidar pratiği geliştiriyor olabilir mi?

Özellikle seride yer alan vücut boyası kullanımı bu bağlamda kritik bir noktadır. Sanatta vücut boyası kullanımı, eski ritüellerden çağdaş performans sanatına, moda sektöründen, militarist kamuflaja kadar uzanan bir geçmişe sahiptir. Ancak, 1970’lerde tiyatro, moda ve performans sanatlarında yaygın olan yağ bazlı veya su bazlı boyaların kimyasal içeriği, günümüzdeki standartlarına göre zararlı seviyedeydi. Bu boyalar kurşun, cıva ve ağır metaller gibi toksik maddeler içerebilir ve deri yoluyla vücuda nüfuz edebilir. Chicago’nun performanslarında duman ve boyanın bir arada kullanılması solunum ve cilt sağlığı açısından ek riskler yaratabilir. Sanatın, kadın bedenini özgürleştirici bir araç olarak sunarken, dönemin kimyasal içeriklerine duyarsız kalınması, feminist sanatın etik çerçevesini sorgulamayı gerektirir.

Immolation, 1972, fireworks, California desert, CA. Performed By Faith Wilding

Chicago, eril tahakkümü eleştirirken doğa üzerinde militarist ve holigan pratiklere benzer bir tahakküm kuruyor olabilir mi? Eğer feminist sanat, eril sanatın yöntemlerini kullanarak doğaya ve bedene müdahale ederse, yalnız özne değişmiş olur; fakat yöntem ve sonuç aynı kalır. Bu durumda feminist sanat eril tahakkümü yeniden üretmeden nasıl bir alan açabilir? Eğer bu sorular göz ardı edilirse, feminist sanat, “Erkekler dünyayı mahvettiyse biz de mahvedebiliriz.” gibi totolojik bir yaklaşıma sürüklenir  ki bu, sanatsal ve etik olarak zayıf bir argümandır.

Feminizm, estetik ve yeni bir kadın imgesi

1970’lerde feminizm, dişil enerjiyi eril akıldan ayırarak bir karşı-estetik yaratmayı hedefledi. Ancak bu strateji, “dişil olan”ı belirli estetik kodlarla sınırlandırarak, yeni bir feminenlik ideali yaratma riskini taşır. Chicago’nun eserlerinde sıkça görülen stilize  kadın figürleri, kadın bedenini özgürleştirmek ya da öznel bir durum olarak görmek yerine egzotikleştirilmiş bir doğa fenomeni olarak sunar. Kadın figürlerinin vulva motifiyle idelize edilmesi, çiçekler, kelebekler ve mandalalar gibi doğal sembollerle özdeşleştirilmesi, feminist bir sanat dilinin doğayı ve bedeni romantize ederek yeni bir tahakküm alanına sürüklemesine yol açabilir.

A Butterfly for Oakland, 1974, fireworks and flares, Lake Merritt, Oakland CA. 

Feminist sanatın amacı, kadın bedenini eril tahakkümden kurtarmaksa, bu bedenin başka bir estetik ve politik kod içinde yeniden nesnelleştirilmesi, gerçek bir özgürleşme mi sağlar? Chicago’nun sanatı, feminist bir müdahale olarak konumlanırken, aslında kadın bedenini yeni bir kontrol biçimine maruz bırakan bir estetik stratejiye mi dönüşüyor? Eğer feminist sanat, doğaya ve bedene zarar vermeden alternatif yollar geliştirmezse, özgürleştirici bir pratik olmaktan çıkar ve yeni bir iktidar mekanizmasına dönüşür.

Şüphesis, Judy  Chicago’nun üretimleri, feminist sanat tarihinde önemli bir yere sahiptir. Ancak, ekolojik duyarlılık ve sağlık açısından eleştiriye açık bir çalışma olarak değerlendirilmelidir. Günümüz ekofeminist sanatçıları, doğaya zarar vermeyen alternatif yöntemler geliştirerek, feminist sanatı ekolojik açıdan daha tutarlı bir zemine oturtmaya çalışmaktadır. Bu bağlamda, sergide yer alan Bahçe Dumanı işleri, feminist sanatın erken dönem önemli örneklerinden biri olarak değerini korurken, ekolojik etkileri açısından da düşündürücü bir örnek olmaya devam etmektedir.

Rozelin Akgün, Ekofeminizm sanatta alternatif bir yaklaşım

Rozelin Akgün’ün Pine (Yama) ve Yabani Otlar biyometeryal eseri, ekofeminist sanatın eril müdahaleci temsilden nasıl uzaklaşılabileceğine dair önemli bir örnek sunar. Bu eser, Judy Chicago’nun Bahçe Dumanı üretimleriyle karşılaştırıldığında, doğaya müdahale eden bir sanat anlayışı yerine, doğayla iş birliği yaparak üretmenin alternatif bir yolunu gösterir. Bu eserler, Judy Chicago’nun Bahçe Dumanı işiyle karşılaştırıldığında, doğaya müdahale eden bir sanat anlayışı yerine, doğayla iş birliği yaparak üretmenin alternatif bir yolunu gösterir. Akgün, feminist sanatın modernist tavrından kaçınarak, eril cüret ve güç pratiklerine başvurmadan sanatta nasıl bir dönüşüm sağlanabileceğine dair eleştirel bir karşıtlık oluşturur.

Pine (Yama), 2024, Biyomateryal, Değişken boyutlarda,

Yapı Kredi 80. Yıl Özel Üretim

Akgün’ün Pine (Yama) eseri, eril sanatın “yık-yap” mantığına karşılık, yama ve onarma gibi kavramlarla doğayı ve toplumun sürekliliğini sağlamaya odaklanır. Akgün, doğaya zarar vererek yeni bir anlam yaratmak yerine, mevcut tahribatı onarmaya yönelik bir yaklaşım benimser. Çay demi, kahve tortusu, kurutulmuş reyhan, nane ve portakal kabuğu gibi organik malzemeleri sanatının bir parçası haline getirerek, doğayla diyalog kuran bir üretim pratiği geliştirir. Bu yaklaşım, Chicago’nun doğaya yukarıdan bakan ve ona müdahale eden pratiğinin aksine, doğanın öznelliğini tanıyan ve onunla eşit bir ilişki kurmaya çalışan bir perspektif sunar.

Akgün’ün biyomateryallerle çalışması ve yerel organik malzemeler kullanarak doğayla kurduğu ilişki, ekofeminist sanatın eril tahakküm stratejilerini tekrar etmek yerine, sürdürülebilir ve onarıcı bir pratik olabileceğini gösterir. Bu anlayış, sanatı yalnızca estetik bir mesele olmaktan çıkararak, toplumsal hafıza ve geleneksel bilgiyle şekillenen etik bir imgesel pratiğe dönüştürür. Sanatçı, geçmişte kaybolan gelenekleri ve doğayla kurulan kültürel bağları yeniden hatırlatarak, ekolojik onarımın ötesinde, toplumsal adaletsizliklere dair metaforik bir eleştiri de sunar. Şiddet içermeyen bir estetik anlayışını benimseyen Akgün, kırk yama gibi atıl durumdaki organik artıkların geri dönüştürülmesiyle üretilen biyoplastik ve biyoderiden yamalar kullanarak yeni formlar yaratır. Bu formlar, şiddet içermeyen bir estetik strateji geliştirmesi gerektiğine dair güçlü bir örnek ortaya koyar.

Yabani Otlar, 2024, Biyometeryal, Değişen boyutlarda

Akgün’ün Yabani Otlar eseri, kadın dayanışmasına vurgu yapan ve topluluk temelli avcı-toplayıcılık pratiğini hatırlatan bir yaklaşıma sahiptir. Köklerin ve otların ihtiyaç doğrultusunda kadınlar tarafından toplanması ve bu unsurların ortak yaşam pratiklerinde yer alması, kadınların doğayla kurduğu sürdürülebilir ilişkinin bir göstergesidir. İlkel komünal toplulukların yaşam pratikleri ile örtüşen bu etik yaklaşım, doğayla iç içe yaşayan topluluklar arasında hala varlığını sürdürmektedir. Endüstriyel tarımın gelişmediği bölgelerde, özellikle teknoloji ve sanayinin sınırlı olduğu yerlerde avcı-toplayıcı pratikler hala devam etmektedir.

Akgün’ün pratiği sanatı ve doğayı daha etik bir ilişki içinde konumlandırır. Bu yaklaşım, insan merkezli düşünce biçimlerini sorgulayan ve ekolojik bilinci artıran bir etki olarak düşünüle bilir mi? Sanatçının doğayı bir özne olarak kabul eden yaklaşımı, ekolojik tahribatın temelinde yatan antroposantrik düşünce biçimlerine karşı radikal bir eleştiri değil pre-modernist toplumların yaşam biçimidir.

Naiflik ve Mevcut Yapılarla İlişki

Akgün’ün doğayla uyumlu ve sürdürülebilir yaklaşımı, kimi zaman mevcut yapıların eleştirisinden uzak, daha çok “iyileştirici” naif “geriye yönelik” bir tavır olarak görülebilir. Kapitalist ve sömürgeci sistemlerin yarattığı ekolojik tahribatı doğrudan eleştirmek yerine, bu sistemlerin içinde “iyi niyetli” bir alternatif sunma eğiliminde olduğu düşünülebilir. Akgün’ün doğayla iş birliği içinde üretim yapması, doğanın sömürülmesine karşı bir direnç noktası oluştursa da, bu yaklaşım sistemin kendisini dönüştürmekten çok, onun içinde “daha iyi” bir pratik geliştirme çabası olarak da değerlendirilebilir. Sanatçının pratiği, doğayı sömüren mevcut temsillerle zıtlaşmak yerine, onarım ve dönüşüm süreçlerini geriye çevirmeye odaklanır. Bu durum, onun sanatının insan merkezli sistemlerin işleyişini doğrudan sorgulamadığı eleştirisine yol açabilir. Oysa ekofeminist sanat, yalnızca doğayla uyum içinde üretim yapmayı değil, aynı zamanda doğanın metalaştırılmasını, eril tahakkümü ve kapitalist sömürü mekanizmalarını da eleştirmeyi gerektirir.

Akgün’ün pratiği, doğayla kurduğu hassas ilişki nedeniyle bu eleştiriyi doğrudan değil, dolaylı yoldan gerçekleştirir. Günümüz geç kapitalist mantığına karşı avcı-toplayıcı ilişkisine benzer bir doğal durum pratiğe dikkat çeker. Ancak bu yaklaşımın riskleri de göz önünde bulundurulmalıdır. Eğer Akgün’ün pratiği yalnızca sürdürülebilir ve ekolojik bir sanat biçimi olarak kalır ve sistemin temel yapısal sorunlarını tartışmaya açmazsa, ekolojik sanat içinde “zararsız” ve “uyumlu” bir estetik çerçevede değerlendirilir. Bu durumda, sanatı mevcut sistemin içinde eriyerek onun devamlılığını pekiştiren bir alternatife dönüşebilir.

Öte yandan, eğer Akgün’ün pratiği, insan merkezli düşünce biçimlerini radikal bir şekilde sorgulayan, doğayı özne olarak kabul eden ve ekolojik bilinci derinleştiren bir etki yaratırsa, gerçek bir dönüşüm potansiyeli taşıyabilir. Bu, doğa ile sanat arasındaki ilişkiyi yalnızca estetik veya malzeme düzeyinde değil, politik ve ontolojik bir boyutta ele alan bir yaklaşım anlamına gelir. Sanatçının doğa ile kurduğu ilişkinin niteliği, pratiğinin yalnızca “onarıcı” bir jest olarak mı kalacağını yoksa sistemin kendisini sorgulayan bir araca mı dönüşeceğini belirleyecektir.

Pine (Yama), 2024, Biyomateryal, Değişken boyutlarda,

Yapı Kredi 80. Yıl Özel Üretim

Akgün’ün pratiği bir “düzeltme” mi yoksa bir “dönüştürme” eylemi mi olarak konumlanacak sorusu, onun sanatına yönelik eleştirel okumanın derinliğine ve sanatçının kendi konumlandırmasına bağlıdır. Eğer pratiği, kapitalist sistemin doğayı sömürme biçimlerini meşrulaştıran bir “eko-estetik” düzeyinde kalırsa, etkisi sınırlı olacaktır. Ancak eğer sanatı, doğanın metalaştırılma biçimlerini görünür kılan ve bu düzenin değişmesini talep eden bir araç olarak konumlandırırsa, yalnızca sanatsal bir önerme değil, aynı zamanda politik bir müdahale olarak da değerlendirilebilir.

Feminizm ve Eko-Feminizm Karşılaştırması: Judy Chicago ve Rozelin Akgün

Feminizm ve eko-feminizm arasındaki temel fark, doğayla kurulan ilişki biçiminde ve sanatın dönüşüm gücüne dair taşıdığı yaklaşımdadır. Feminist sanat, çoğunlukla erkek egemen sanat yapılarıyla yüzleşen, onları doğrudan eleştiren ve müdahaleci bir strateji benimserken, eko-feminist sanat, doğayla birlikte var olmayı, onunla iş birliği yapmayı ve onarım süreçlerine odaklanmayı vurgular. Bu bağlamda, Judy Chicago’nun çatışmacı ve provokatif feminizmi ile Rozelin Akgün’ün uyumlu ve onarıcı eko-feminizmi belirgin bir tezat oluşturur.

Judy Chicago: Feminist Provokasyon ve Erkek Egemen Sanata Müdahale

Chicago, feminist sanatın öncü isimlerinden biri olarak, sanat aracılığıyla cinsiyet ve güç dinamiklerini sorgular. Erkek egemen sanat dünyasının geleneksel görkemini yıkmayı hedeflerken, kimi zaman bu görkemi yeniden üretmekle de eleştirilmiştir.

Mekâna Müdahale: Bahçe Dumanı serisinde, kamusal alanlarda geçici müdahalelerle mekânın görünürlüğünü ve dönüşümünü araştırır. Renkli dumanlar ve havai fişekler gibi etkileyici unsurlar kullanarak, izleyiciyi anlık duygusal ve entelektüel bir tepkiye sürükler.

Doğa ve Kadınlık: Doğayı, feminist ifadeler için bir tuval olarak kullanır ve güç ilişkilerini sorgulamak için onu dönüştürür. Ancak bu yaklaşımı, doğayla ortaklaşa değil, onu bir malzeme olarak işleyen bir stratejiyi barındırır.

Kamusal Sanat: The Dinner Party gibi büyük ölçekli enstalasyonlarla, kadın tarihini görünür kılmayı amaçlar ve kamusal alanda feminist bir diyalog başlatır.

Performans Sanatı: Kamusal alanda sergilenen ve izleyicinin doğrudan deneyimlediği müdahalelerle feminist mesajını aktarır.

Eleştiri: Chicago’nun sanatının, eril sanatın ihtişamını ve müdahaleci tavrını farklı bir formda yeniden ürettiği öne sürülmüştür. Sanatının provokatif ve anıtsal yapısı, onun eleştirdiği eril sanat anlayışıyla benzer dinamikleri içerebilir.

Rozelin Akgün: Ekofeminist İş Birliği ve Doğayla Onarıcı İlişki

Akgün’ün sanatı, eril sanatın “yık-yap” mantığına karşı, onarım ve sürdürülebilirlik kavramları etrafında şekillenir. Onun pratiği, doğayla birlikte üretim yapmayı, onunla ortaklaşa çalışmayı ve var olan ekolojik zararları iyileştirmeyi amaçlar.

Ekofeminist İş Birliği: Yama gibi çalışmalarında, çatışmadan çok onarım ve birlikte var oluşu vurgular. Geleneksel sanat üretim süreçlerine karşı, sürdürülebilir ve doğayla uyumlu bir alternatif geliştirir.

Doğayla Ortaklık: Doğayı yalnızca bir tema veya araç olarak değil, bir özne olarak ele alır. Ekolojik bakım, karşılıklı bağımlılık ve sürdürülebilir üretim anlayışını sanatına dahil eder.

Organik ve Yerel Malzemeler: Kahve tortusu, kurutulmuş otlar, portakal kabuğu gibi biyolojik olarak parçalanabilen malzemeler kullanarak, doğanın atıklarını sanatsal sürecin bir parçası haline getirir.

Süreç Odaklı Yaklaşım: Sanatını tamamlanmış bir nesne olarak değil, malzemelerin yaşam döngüsüne dahil olan ve topluluk katılımını teşvik eden bir süreç olarak ele alır.

Yerel ve Samimi Pratikler: Büyük ölçekli kamusal müdahaleler yerine, yerel topluluklarla birlikte yürütülen, doğrudan ekolojik etki yaratan projelere yönelir.

Ekolojik Bilinçli Sanat: Doğa ile sanatı iç içe geçirerek, ekolojik sanat üretimi için sürdürülebilir bir model sunar.

Eleştiri: Akgün’ün pratiği, sistemin kendisini dönüştürmek yerine, mevcut yapılar içinde bir onarım sunması nedeniyle yerel bulunabilir. Feminist sanatın çatışmacı ve eleştirel tavrına kıyasla, onun doğayla uyumlu ve sürdürülebilir yaklaşımı, radikal bir dönüşüm önerisinden ziyade pre-modern bir üretim biçimi olarak görülebilir. Eğer pratiği, kapitalist sistemin doğayı sömürme pratiklerini doğrudan sorgulamadan, sadece bu sistem içinde bir “düzeltme” mekanizması olarak kalırsa, ekofeminist sanatın potansiyel dönüşüm gücünü sınırlayabilir.

Chicago’nun Çatışmacı Feminizmi ve Akgün’ün Uyumlu Eko-Feminizmi

Judy Chicago’nun feminist sanatı, erkek egemen sanat yapılarıyla doğrudan yüzleşirken, Rozelin Akgün’ün ekofeminist yaklaşımı, onarıcı ve iş birlikçi bir etik sanat anlayışına dayanır. Chicago, sanat ve aktivizmi birleştirerek toplumsal dönüşümü hedeflerken, Akgün doğayla kurulan etik ilişkiyi merkeze alır ve ekolojik bilinci artırmaya yönelik bir sanat pratiği geliştirir.

İki sanatçının yaklaşımları arasındaki bu temel farklılık, feminist sanatın nasıl farklı yönlere evirildiğini de gösterir. Chicago’nun sanatı, doğayı ve kamusal alanı provokatif bir şekilde dönüştüren müdahaleci bir feminizmi temsil ederken, Akgün’ün sanatı, doğayla diyalog kurarak var olan zararları onaran ve ekolojik sürdürülebilirliği önceleyen bir pratik sunar.

Bu karşılaştırma, feminist ve ekofeminist sanatın dönüşüm potansiyellerini anlamak açısından önemli bir çerçeve sunmaktadır. Feminist sanat, geçmişte erkek egemen sanata karşı bir mücadele aracı olarak ortaya çıkmışken, ekofeminist sanat, insan merkezli düşünce biçimlerini sorgulayarak doğanın özne olarak kabul edildiği bir sanat anlayışını geliştirme potansiyeline sahiptir.

Sanatın Ekolojik ve Toplumsal Etkileri

Judy Chicago ve Rozelin Akgün’ün sanatları, farklı feminist ve ekofeminist yaklaşımları temsil etmelerine rağmen, her ikisi de sürdürülebilir bir geleceğe odaklanır. Chicago, güçlü görsel ve kavramsal müdahalelerle toplumsal cinsiyet dinamiklerini sorgularken, Akgün, sanat ve ekolojiyi bir araya getirerek doğayla uyumlu bir üretim modeli geliştirir.

Bu bağlamda, “Yeryüzü Halleri” karma sergisinin küratöryel metninde yer alan şu ifade anlam kazanıyor: “Sanatçıların yaklaşımları, malzeme seçimleri ve araştırma konuları, canlılarla eşitlikçi bir tahayyül üzerinden kurulan ilişkilere dayanıyor.”

Sergi, 30 Mart 2025 tarihine kadar sanatseverlerle buluşmaya devam edecek.

* Yazıdaki Kullanılan görsel ve künyeler: https://judychicago.com sitesinden alınmıştır.

** Orijinal eser ismi: Bithday Bouquet for Belen, 2019, Fireworks performance

***Aurora borealis: kutup ışıkları, Kuzey ve Güney kutup bölgelerinde gökyüzünde görülen, yeryüzünün manyetik alanı ile Güneş’ten gelen yüklü parçacıkların etkileşimi sonucu ortaya çıkan doğal ışımalardır.

Daha fazla yazı yok
2025-03-18 02:38:36