Soru ve sorun şu: Yerebatan Sarnıcı zaten eşsiz bir tarihi belge, bir anıt yapı. Neden herhangi bir ucuz eğlence salonu gibi içine renkli ışıklar koyuluyor? Orasına burasına vasat eserler yerleştirliyor? Bu ışıklar ve vasat işler, bu anıt yapıyı perdelemiyor mu? Onun ziyaretçilerin ilgisini çekmek için renkli ve hareketli ışıklarla süslenmesin gerek var mı? Bu üç boyutlu süslemecilik bariz popülist bir uygulama değil mi?
İstanbul, Roma’nın başkenti olduğunda yani 4. yüzyılda dünyadaki en muazzam su sistemi, su kemerleri, eşsiz anıt niteliğindeki sarnıç ve su terazilerine sahipti. Tıpkı şehirsel topografya içindeki dünyanın en büyük Ortaçağ surlarına sahip olduğu gibi. İstanbul, Roma’nın başkenti olduğu tarihte muazzam bir su sistemine kavuşturuldu. Şehrin su kaynaklarına olan uzaklığı, muazzam bir yaratıcı zekayla, mimari anıtlarla, kompleks bir sistemle çözüldü. Sadece Yerebatan Sarnıcı değil, bu büyüklükte bir su sisteminin o tarihlerde dünyada örneği yoktur.
Yerebatan Sarnıcı ise şehrin pagan dönemine uzanan tapınak kalıntılarını, Hıristiyanlık öncesine ait anıtların parçalarını, yeraltında bir araya getirmiş eşsiz bir yapıdır. Ziyarete açıldığı 1987 yılından beri, bugüne kadar değerinin bilindiği, ya da kamu tarafı açısından iyi yönetildiği asla söylenemez. İmkansızlıklar içindeki kötü bir bürokratik aygıta dönüşmüş olan yerel yönetim, onu bir gelir kapısından farklı değerlendirmedi. Kapısında bilet kesmekten öte bir şey yapmadı.
İçeride ziyaretçiler için doğru dürüst bir gezi platformu dahi yapılmamıştı. Berbat bir şekilde aydınlatılıyordu. İnşa edildiği tarihten günümüze kadar ne bu su sistemi, ne de bu anıt yapı modern bir yaklaşımla, değerlendirilmedi.
Oysa böylesi bir anıt yapıyı ziyarete açmak, ziyaretçi yönetimi, aydınlatma, bilgilendirme, bağlar kurma gibi bir dolu bağımsız yaratıcı eylemlilik gerektirir. Bir yönetim planı ve mimari restorasyon projesine uzun zamandır ihtiyaç vardı.
Ayrıca diğer iki önemli büyük sarnıçlar, Binbirdirek ve Theodosius (Şerefiye) o tarihte ziyarete kapalıydı. Ancak özel izinle içine giriliyordu. Bu sarnıçlara ilgi duyanlar ile ilgili bir ziyaret programı, bilgilendirme yoktu. Ne zaman ki Büyükşehir Belediyesi’nin maddi olanakları genişledi, birçok alanda olduğu gibi restorasyon projeleri yaptırılmaya başlandı, işte tam bu noktada bir tür üç boyutlu süslemecilik, bu anıtları bir tasarım objesine dönüştüren aydınlatma fantazileri ortaya çıktı.
Yapılan iyi bir işi sonradan berbat etmek
Sarnıçlar elbette ki içine girip gezinmek için yapılmış yapılar değil. Ziyarete açmak, anıt olarak değerlendirmek modern zamanlara ait bir yaklaşım. Bu nedenle girişleri genellikle yalnızca bakım, temizlik için yapılan deliklerden ibaret. Bu sorunu çözmek ya da ziyaretçilerin içeri girmesi için yapılan değişikliği anıta zarar vermeden yapmaya çalışmak da bir mimari fikir üretimidir.
Aynı zamanda bu tür yapıların içinde yer alacak sanat eserlerinin bu eşsiz anıtın ilişkisi izleyicinin dikkatini çekmek için değil, aksine yapının çok katmanlılığı, tarihi dokusu ve malzemesiyle ilişki kuracak şekilde seçilmelidir. Hatta belki hiçbir şekilde bu yapıya eser yerleştirmemek gerekir.
Çünkü anata dair fikir vermek için anıtı orijinal haliyle karanlıkta bırakmak yeteri olabilir.
Belki zaman zaman bir aydınlatma yapılabilir. Hem anıtın cesameti, heybeti karanlıktan çıktığında belirir, hem de orijinal hali hakkında bir fikir verir.
Ama elbette bu böyle yapılırsa sarnıca bu kadar ziyaretçi trafiği olmaz.
Hiç ama hiç unutmuyorum. Yine şehrin Roma’nın başkenti olmasına işaret eden, eşsiz bir anıt olan ancak günümüzde bir şirket tarafından düğün, fuarcılık, defile, özel davet gibi “organizasyonlar” için kullanılan Binbirdirek Sarnıcı’nın yan duvarına delik açılmış. Bununla kalınmamış bir de yer döşemeleri yapılmış.
Binbirdirek Sarnıcı bir fuarcılık ve turistik hediyelik eşya mekanına çevrilmişti.
Bunu Theodosius (Şerefiye) Sarnıcı’nın restorasyonu takip etmişti. O da ışık oyunlarına sahne olan parası verildiği takdirde her türlü event için kiralanabilen bir mekana indirgenmişti.
Peki nedir bu gösteri merakı?
Aslında ziyaret edilmek için inşa edilmemiş olan yapıları, günümüzde ziyarete açmak, tarihlerine, işlevlerine işaret etmek modernleşmenin, bir entelektüel pratiklerdeki bir dönüşümün sonucu. Anıt fikrinin, kavramının oluşması yalnızca onun fiziki varlığına değil, zihinsel pratiklerin dönüşümüne denk geliyor. Bu eşsiz anıtlar, hiç şüphesiz tıpkı Ayasofya gibi şehrin bir Roma başkenti oluşu gibi eşsiz bir geçmişe işaret ediyorlar. Bu anıtların temsil ettikleri eşsiz tarihi, zihinleri keşiflerle aydınlatacak bilgileri, izleyicileri aktif hale getirecek katılımcı yöntemleri geliştirmek yerine nedir bu gösteri?
Neden önemli bir tarihi anıtın sergilenmesi ile yetinilmiyor, illa da başka şeyler -birtakım ışık oyunları- eklenme ihtiyacı duyuluyor?
Büyükşehir bu tür üç boyutlu süslemeci tavrıyla çok büyük bir bütçesinin olduğunu mu göstermeyi amaçlıyorlar?
Peki sadece Yerebatan Sarayı mı? Binbirdirek Sarnıcı’nın hali nedir? Bu anıtlar (Tekfur Sarayı’nda olduğu gibi) bu tür bir kullanıma açılarak acaba yeni bir Ortaçağ’a girdiğimiz mi ifade edilmeye çalışılıyor? Yalnızca onlar mı? Nedir sahiden Taksim’e adını veren Maksem’in hali? Yenikapı Transfer Merkezi’nin? Dünyanın en büyük Roma Limanı olan Theodosius Limanı’nın?
Acaba bir yönetim planına ve altını ısrarla çizeyim, kamu bütçelerini keyfi bir şekilde kullanan belediye şirketleri yerine dünyadaki başka tarihi şehirlerde olduğu gibi yeni bir organlaşmaya, bağımsız kurumların, kişilerin katılımına ihtiyaç yok mu? Bu temel ihtiyaç karşısında acaba neden kimsenin sesi çıkmıyor?
Neden kimsenin sesi çıkmıyor?
Neden hala “Yerel Sanat Politikası ve İlkeleri”miz yok?
Haydi bunların cevabını verelim.