Yeldeğirmenleriyle savaşmaktır tiyatro… Hele İzmir’de: Tiyatro Terminal ve Don Kişot’un Görülmedik Serüveni… Gizem Elif Asil’e teşekkürle…
Benim İzmir’li yıllarımda, turneyle, özellikle Fuar zamanı şehre gelen İstanbul ve Ankara ekipleri sayesinde tiyatro izlenirdi. 1940’larda ise Büyük usta Avni Dilligil’in de yer aldığı İzmir Şehir Tiyatrosu’nun varlığını annemlerden duymuşumdur. Bu arada İzmir Devlet Tiyatrosu’nu es geçtim. Oyunlarının sık değişmemesi geçmişle ilgili kayıtlarıma yer etmiş. Şimdilerde ise "taşra" seyircisini daha kolay cezbedebilecek yerli seyirlik oyunların tercih edildiğini görüyorum programlardan.
Uzun zamandır, özellikle İstanbul tiyatroları tüm yıl boyunca bir ya da birkaç gün oyun oynamak üzere şehre geliyor; performanslar Konak ve Karşıyaka’daki salonlarda sahneleniyor. Fuar "düşen" bir değer olduğundan beri Açıkhava Tiyatrosu’na mekan olarak rağbet edilmiyor.Bu arada küçük yerel toplulukların tiyatrolarının varlığı, şehirdeki yine küçük afişlerden gözüme çarpıyor. Kısacası, görgü ve nüfusun getirdiği rağbet olduğu halde tiyatro açısından pek hareketli değil İzmir. Oysa, mezunu olduğum bir İzmir lisesinin, bence pek hoş olan tiyatro salonundan yetişti Haluk Bilginer, Şahika Tekand, Volkan Severcan…
Dokuz Eylül Üniversitesi’nin Tiyatro Bölümü’nün başında bir tiyatro devi, Özdemir Nutku bulunuyor. Ve yine bu Üniversite’nin mezunları televizyon dizilerinin ayrıcalıklı ve sanırım çoğunluk oyuncuları. Tüm bu birikimle gittim, Fuar’ın içindeki İzmir Sanat’ın yaklaşık üç yüz kişilik salonunda Tiyatro Terminal’in sahnelediği Don Kişot’un Görülmedik Serüveni oyununa. Klasik amfi biçimindeki, sevimli ama akustiği bence bozuk yaklaşık üç yüz kişilik salon tamamen doluydu ve en fazla otuz kişi hariç, 20-25 yaş arası üniversite öğrencileriydi seyirciler. Üretenleri ve zihniyetleri genç olan tiyatroların seyircisi de genelde gençlerden oluşuyor ama İstanbul Şehir Tiyatroları’nın salonları hariç ( diğer salonlar çok küçük), bu kadar gencin tiyatro izleyişine tanık olmadığımdan mı bilmem; oyunun özellikle ilk yarısında seyirci tepkileri yüzünden konsantrasyonumu sahne üzerinde toplayamadım.
Uzun zamandır çok depresan bir süreçten geçmenin de etkisiyle, aslında "kopmaya" neden olmayacağını düşündüğüm sahnelerdeki çılgın ( histerik dememek için) kahkahalar replikleri kaçırmama neden oldu. Bu kahkahalara, salonun akustik sorunu ve oyuncuların nefes ayarlayamamaları nedeniyle teklemelerinin sıklığı da eşlik etti. Hele seyircilerin fotoğraf çekmeleri… Fotoğraf çekmeme konusunda bir anons yapılmamış olmasını da garipsedim, doğrusu.
Dolayısıyla bildiğimiz "felsefi" Don Kişot metninin yaratıcı uyarlamasının detaylarını yakalamakta kimi zaman zorlandım. Bu uyarlama, tiyatronun iç sorunları ve işleviyle iktidar ilişkisi gibi bu kadim görsel sanatın sıkıntıları üzerinden, aslında halk-yönetici açmazına da sembolik bir gönderme yaparak, tarihsiz ve bu nedenle güncel bir problematik üzerine inşa edildiği için ciddi anlamlar taşıyor. Ama gerek dekor ve kostüm, gerekse yabancılaştırma sağlayan kimi diyologlar bu ağır problematiği hafifletmiş. Klasik eserlerin, onu oynayacak tiyatro ekibinin yaşadıkları üzerinden sahnelenmesi biçimindeki dramaturjiyi bu yıl İstanbul’da, Tatavla Tiyatro’nun Lysistata’ında da (http://sanatatak.com/view/Cinsellik-Var-Cinsiyetcilik-Yok-Baris-ya-da-Lysistratanin-Dusleri/2084) görmüştüm. Yabancılaştırmayı çok kolaylaştıran bir postmodern üslup olarak değerlendiriyorum bu tarz dramaturjiyi. Bu oyunda da çok başarılı bir girip çıkma var, oyuncuların oyunu çıkarma süreciyle oyunun klasik metni arasında. Ancak müzik ve ışıktaki ciddi sorunların da olumsuz etkisiyle, bu giriş çıkışlar tüm metne çok başarılı dahil edildiği halde, oyuncuların performansına yani sahneye pek de başarıyla yansımıyor.
Kostümdeki karmaşa da, sahnedeki bu giriş çıkışları olumsuz etkiliyor. Dekor, tek tek parçalar olarak bakıldığında dramaturjiyle uyumlu ama, sahne küçük olduğu için lüzumsuz bir kalabalık haline dönüşebiliyor. Koreografi de özellikle yabancılaştırmak için ve/veya katharsis işleviyle olumlu bir katkıda bulunuyor oyuna; pek başarılı bulmadığım müzik, dans sahnelerinde seyirciyi çok iyi yakalıyor. Özellikle, Dulcinea’nın arkadaşıyla çamaşır astığı sahnenin Carmen’den mülhem katkısı neşelendirici bir unsur.
Ben Don Kişot’un Görülmedik Serüveni’ni üçüncü gecesinde izledim. Özellikle oyuncuların performansının, tekrarlandıkça oyunu daha yükselteceğine eminim. Özenle hazırlanmış küçük ama kapsamlı oyun broşürünün başarısına da değinmeden bitirmek istemem. İzmir’in kültürel sermayesine bu genç katkının izlenmesini öneririm.
Tiyatro Terminal’in repertuarı zengin. Bu oyunla kalmayın. Kentin kültürel sermayesinin İstanbul’a kaçmasını önlemenin bir yolu da onların şevkini alkışlamaktır.