Uluslararası performans sanatı platformu Performistanbul sanatçısı Ekin Bernay’ın, Londra,’daki Victoria and Albert Museum tarafından davet edilerek Performistanbul ortaklığında gerçekleştirdiği “Atlas” adlı 33 dakikalık yeni performansı, 26 Kasım’da izleyicilerle buluştu. Londra’daki müzenin Raffaello odasında, Friday Late kapsamında gerçekleşen ve hayatta kalan en eski müzik kompozisyonu olan Seikilos Epitaph’ın bestesinden ilham alan performansın yolculuğu Şubat 2021’e dayanıyor. Bernay ile performansın ortaya çıkış süreci, ilham kaynakları ve gelecek projeleri üzerine sohbet ettik.
“Yaşarken parla
Hiç korkma
Hayat sadece kısa bir süre için var
Ve zaman, hakkını talep ediyor”
Seikilos Epitaph
“Atlas” performans fikri nasıl ortaya çıktı, performansı tasarlarken nelerden ilham aldınız? Araştırma süreciniz nasıl geçti, neler deneyimlediniz?
“Atlas” fikri dokuz ay içerisinde yavaş yavaş oluştu. Omurgalar, ormanlar, ağaçlar, ağaçların altındaki iletişim kanalları üzerine düşünürken ben ve öteki arasında o kadar da fark olmadığını hissettim. Hissettiğim şeyi karşımdakine de nasıl aktarabilirim diye düşünürken bu araştırma “Atlas”a kadar uzandı. Ve bu sırada kafatasımızı omurgamıza bağlayan C1 isimli omura da atlas denildiğini keşfettim, bu da bir aydınlatma yaşattı. Uzun bir araştırma ve aylarca yaptığım kazıma sonucunda bu noktaya geldi. Çok yoğun bir süreçti. Biraz daha üzerine oturursam tekrar değişecekti o yüzden tekrar değişmeden paylaşmak istedim.
V&A Museum tarafından davet edildiğinizde neler hissettiniz, ilk aklınızdan geçen neydi?
V&A Museum tarafından davet edilmek tabii ki çok güzel bir duygu. Çok önemli bir alan. O alan içerisinde kendime ve bize dair bir şeyler anlatabildiğim için heyecanlıyım. Raffaello odası özellikle içerisinde bulunduğumda kendimi özel hissettiğim bir yer. Müzenin ötesinde performansı bu odada gerçekleştirmiş olmak benim için çok anlamlı.
“Sanat sadece hazmettiğimiz bir şey olmanın bir adım ötesine geçecekse, bizi gerçekten fiziksel olarak aktive edecekse, ben ve öteki arasındaki sınırı kaldırabilecekse belki bu konuda daha büyük bir katkım olabilir. Bunun sorumluluğuyla içimdeki ateşi devam ettirmeye çalışıyorum. O ateşin peşindeyim, dünyaya daha çok yayılmak istiyorum.”
“Atlas”, Performistanbul iş birliğinde oluşturulmuş bir performans. Uzun yıllardır birlikte çalışıyorsunuz. Bu performans kapsamında nasıl bir fikir alışverişi ve yaratım süreciniz oldu?
Performistanbul ile birlikte çalışmak bana her zaman büyük bir güven duygusu veriyor. Aklıma gelmeyen detayları düşünüp süreç içerisinde bana gerçekten çok destek oluyorlar. Onlarla çalışmak her zaman çok keyifli ve insan kendini daha az yalnız hissediyor. Süreç içerisinde kaybolmamamı -geri gelebilecek kadar kaybolmamı- sağlıyorlar. O yüzden destekleri benim için çok önemli. Çalışmalarımızın bir sonraki aşaması olan doğru şekilde paylaşma ve kanalize etme safhasında da onlarla birlikte yol almak çok güzel. Ve ayrıca Performistanbul’u Londra’daki en önemli müzelerin birinde gördüğüm için ayrıca çok mutluyum. Çünkü büyük emeklerle ayakta tutulan bir platform aslında. Hepimiz için çok güzel bir gelişme oldu bence.
Performansın bir hakikat arayışıyla yola çıktığını söylüyorsunuz. Bu arayış sizi benliğimizin merkezi omurgaya ulaştırıyor. Performans bir içe dönüş olduğu kadar bir yandan da evren ile bütünleşme, sınırları/kalıpları aşma yolculuğu diye düşünüyorum. Siz ne dersiniz?
Performans benim için içinde yaşadığımızdan farklı bir boyut. Kesinlikle bir bütünleşme hissediliyor. Çünkü ben ve öteki ayrımı, sınırları yumuşuyor, iç içe geçmeye başlıyor. Hissettiğim yaratıcı güç benden gelen bir güç değil aslında, evrenin ve yaşamın kendisinden geliyor. O enerji akışı bana bağlandığında gerçekten kendimi “olmam gerektiği gibi” hissediyorum. Bu yüzden de izleyiciyi izleyen olmaktan çıkarıp kendi olduğum yere nasıl getiririm sorusu var hep aklımda. Ve bu sorgulamayı önemli buluyorum.
“Kendime de bir mesaj olarak aldım sanırım çünkü o zaman benim de duymam gereken bir şeydi. Zaman geçiyor, ben geçmeden ne kadar parlayabilirim?”
“Atlas”ın bir diğer ilham noktası ise hayatta kalan en eski müzik kompozisyonu olan Seikilos yazıtında* yer alan beste. Performansın beste ile kurduğu diyalog nedir?
Seikilos Epitaph’ı ilk duyduğumda çok etkilendim. Dünyadaki en eski kompozisyonu nasıl bilmiyoruz, yaşayan herkes nasıl buna hâkim değil diye çok şaşırdım. Sözleri de son derece güçlü. Yaşamakla, yaşarken parlamakla ilgili. O yüzden aslında romantik bir bağ olmasının ötesinde biraz da bildiğim en eski kanaldan gelen bu melodinin bilgisi sadece bende kalmamalı, hepimize ait olmalı diye düşündüğüm için de altını çizmek ve herkese tekrar dinletebilmek istedim. Kendime de bir mesaj olarak aldım sanırım çünkü o zaman benim de duymam gereken bir şeydi. Zaman geçiyor, ben geçmeden ne kadar parlayabilirim?
Kendi özünüze yaklaşmak umuduyla insan vücudunu yapı bozuma uğratıyorsunuz. Bu çalışma ve üretim sürecinde pandeminin etkisi oldu mu?
Pandeminin kesinlikle çok etkisi oldu. Ben değiştim öncelikle, hepimizin olduğu gibi. Ama eski dünyayı çok özlüyorum. Bu hasret duygusu beni biraz daha ağır ve yalnız yapmaya başladı. O yüzden, yine, tekrar, her zaman olduğu gibi kendimi yenileme, dönüştürme, iyileştirme umuduyla daha sezgisel davranarak bir performans tasarladım. Şu an çıkan, olması gereken bu. Herhalde kendi ölümlülüğümle de bu şekilde yüzleşiyorum diye düşünüyorum.
Tate performansınız pandeminin etkilerinin çok daha yoğun hissedildiği bir dönemde, kimsenin olmadığı boş bir odada geçmişti. Şimdi ise belki uzun bir aradan sonra ilk defa izleyicilerle birlikte bir performans gerçekleştirdiniz. Nasıl bir deneyimdi?
İzleyiciyle olmak, aynı odada bulunmak konusunda çok heyecanlıydım çünkü gerçekleştikten sonra görülecek bir detay vardı. O detay izleyicinin konumunu benim için tamamen değiştiriyor. Bunun benim bedenimde yaratacağı etkiyi görmek tuhaf oldu. Ama bedene, harekete ve birlikte ürettiğimiz enerjiye o kadar çok inanıyorum ki ve hepimiz öyle özlem doluyuz ki bu birlikteliklere bu yüzden “yaşadığımızı hissettiğimiz” bir akşam oldu.
Tate, V&A Museum gibi dünyaca ünlü müzeler, NIKE gibi önemli markalar ile işbirliğinizle dikkat çekiyorsunuz. Bu işbirlikleri ister istemez akla “sırada ne var?” sorusunu getiriyor. Gelecek projeleriniz arasında neler yer alıyor?
Bazı hedeflerim var. Bu hedefler kendim için çıtayı yükseltmemle oluşuyor. O yüzden bu yolda adım adım, taşlarımı dizerek devam edeceğim. Yine de uzun vadede performans, hareket, beden ve yaratıcı dünyaya kendi bakış açımdan katmaya çalıştığım şey konusunda daha büyük bir keşif yapmak istiyorum. O keşfi henüz yapmadan ne çıkacağını bilmiyorum ama bir şeyler dönüşmeli. Sanat sadece hazmettiğimiz bir şey olmanın bir adım ötesine geçecekse, bizi gerçekten fiziksel olarak aktive edecekse, ben ve öteki arasındaki sınırı kaldırabilecekse belki bu konuda daha büyük bir katkım olabilir. Bunun sorumluluğuyla içimdeki ateşi devam ettirmeye çalışıyorum. O ateşin peşindeyim, dünyaya daha çok yayılmak istiyorum.
*Seikilos Mezar Yazıtı, 1882-1883 yıllarında Aydın- İzmir demir yolunun inşaatı sırasında Tralleis antik kentinde bulunan ve üzerindeki beste ile bilim insanlarının ilgisini çeken Eski Yunan gömüt taşı. Yazıt için MÖ 200-MS 100 yıllarına uzanan tarihler verilir ama genel kanı, MS 2. yüzyıla ait olduğudur. Kimi kaynaklara göre Seikilos adlı kişinin karısı Euterpe’ye, kimi ayrıntılı incelemelere göre ise babasına aittir. Yazıtta, Seikilos’un yazdırdığı şarkının sözleri, notaları ve gömüt yazısı alt alta yazılmış olarak bulunur. “Seikilos’un Şarkısı” olarak tanınmakta ve günümüze dek kalan en eski müzik yapıtlarından biri olarak bilinmektedir. 1966’dan bu yana Danimarka Milli Müzesi’ndedir. Gömüt Taşının altındaki açıklamada şu sözler yazar:“Ben bir taşım, bir imgeyim. Seikilos ölümsüz anısının sonsuz bir belirtisi olarak beni buraya koydu.”