A password will be e-mailed to you.

Refik Anadol’un “Makine Halüsinasyonları: Mercan Rüyaları” adlı eseri, 29 Haziran itibariyle Van’ın yeni açılan Kültür-Sanat ve Gastronomi Merkezi Tariria’da. Sergi 7 Temmuz tarihine dek ücretsiz gezilebilir.

Anadol’un “Makine Halüsinasyonları: Mercan Rüyaları” adlı eseri, mercan görüntülerinden oluşan büyük bir veri tabanına dayanarak iklim değişikliğinin ciddiyetini ortaya koyan bir sanal gerçeklik simülasyonu. İlk defa 2023 yılında Dünya Ekonomik Forumu’nda sergilenen eser, sanatçının okyanus ekosistemlerinden ve mercan resiflerinin karşı karşıya olduğu tehlikelerden esinlenerek üretilmiş. Anadol, yaklaşık 100 milyon mercan görüntüsünü ham veri olarak kullanarak, iklim değişikliğinin mercan ölümleri üzerindeki etkisine dikkat çekmeyi ve mercanların korunması ile sürdürülebilirliğini vurgulamayı amaçlamış. Bu disiplinlerarası çalışma, ileri veri görselleştirme ve makine öğrenme tekniklerini kullanarak, gerçek mercanlara benzeyen üç boyutlu Yapay Zekâ Veri Heykelleri oluşturarak okyanus ekosistemlerinin restorasyonuna katkı sağlamayı hedefliyor[1]. Tariria’nın geniş ana salonuna yerleştirilen eser izleyicilere teknoloji içerikli bir gösteri olarak da ele alınabilir. Elbette böylesi bir ‘gösteri’ güncel sanatın önemli ve tartışmalı isimleri arasında yer alan Refik Anadol ve ekibi tarafından üretilince işler biraz karmaşıklaşıyor.[2]

Ben sergiyi gezerken, karşımdaki dev ekranın (bir anlamıyla aynanın) bana çağrıştırdığı iki konu üzerine düşünmeye başladım. Bunlar estetiğin ve tahakküm mefhumlarının kendileriydi. Bilindiği üzere ‘Yapay zekâ sanat eseri üretir mi?’, ‘Yapay zekânın yaratıcı olduğu söylenebilir mi?’ gibi yapay zekâ ve sanat arasındaki tartışmalı konular halen güncelliğini yitirmemiştir. Bence estetik kuramları ve güncel sanat tartışmalarının bu konuyu ele alırken ve tercihlerini her zaman için yapay zekânın sanat eseri üretemeyeceği tezi üzerine kurgularken yaşadıkları tek deneyimin tedirginlik ve tekinsizlik olduğu söylenilebilir.  Bunun en temel sebebi halen yaratma ve yaratıcılığın temel yasaları arasında o ünlü aura mefhumu saklı. Elbette sadece bu değil, yapay zekâ teknolojisinin günümüzde bu perspektifle eleştirilmesinin nedenleri arasında sadece yapay zeka teknolojisi değil sanatın toplumsal, kültürel bağlamlar dâhilinde iktidar ve sermayeyle olan ilişkisi ön plana çıkıyor. Bu yüzden tekniğin gözetim mekanizmaları, tahakküm ve sermayeyle olan dolaylı ve doğrudan ilişkileri yapay zekâ sanatının nasıl ve neden eleştirilmesi gerektiğini bizlere net bir biçimde açıklıyor. Bundan dolayı eleştirmenler bir nevi haklılar ama bence yapay zekânın iktidar ve sermayeyle olan ilişkilerinin yanında sanat tarihi ve estetik kuramları açısından tekinsiz görülmesinin bir başka önemli nedeni bulunmaktadır ve ben daha çok bunun üzerine eğilmek istiyorum. Tekinsizlik yapay zekânın gerçekten de estetik bir süje olarak görülebileceği ve otonom bir özne konumuyla kendi başına sanat eseri üreteceği zaman bu tartışmaların son bulacağı andan türemekte. Sadece tartışmanın son bulması değil, bu tartışmanın olanağını yaratan modern estetik paradigmanın üstüne kurulu olduğu batı antropolojisi de çökecektir. Yapay zekâ eğer herhangi bir şekilde insana gereksinim duymadan kendi kendine ‘bilinçli’ bir biçimde ‘sanat’ üretirse o zaman sanat ve estetik üzerine şimdiye kadar söylenilen her şey boşa çıkacaktır. Belki o zaman buna sanat yerine başka bir şey denilmesi gerekecektir. Bu da dijital sanatı kavramak ve anlamak için üretilmesi gereken virtüel kavramların oluşturulması gerektiğini gösteriyor.

İnsanı diğer canlılardan ayıran en önemli bilişsel yetinin sanat olduğu pek çok kez dile getirilmiştir. İnsanın özsel olarak ayırıcı ve onu tanımlayıcı tarafında sanatın her zaman özel bir yeri bulunmaktadır. İster insana herhangi bir töz atfedilmesin isterse sayısız niteliği arasında canlılar arasındaki o ‘eşsiz’ yeri vurgulansın. Kültür kuramları ve özel olarak estetik kuramı özellikle on sekizinci yıl sonrasında sanatın üreticisini insan olarak ele almıştır. Bu nedenle insandan özerk bir biçimde üretici konumu alabilecek bilişsel bir varlık söz konusu olduğunda, bütün bir antropolojik söylem çökecektir. Elbette bunun yakın gelecekte olma ihtimali yine tartışmalı bir konu üstelik burada bilinç mefhumu yine tartışmaya açık fakat yapay zekâ üzerine geliştirilen tartışmaların genel kapsamında teknolojik aygıtın hiçbir zaman için duyumsayamayacağı nedeniyle bu üretim şeklinin bir yaratı biçimi olarak değerlendirilemeyeceği sonucu doğuyor. Neticede yapay zekâ şu veya bu imge kümeleri arasında bir bileşim gerçekleştirirken o imgeyi görmüyor, ‘gördüğü’ şey bir sayı kümesi.[3] Zaten eğer bunu görebilecek bir donanım sağlanırsa buna süper zekâ denilecek ve bilince erişmiş olacaktır. Bunun için halen vakit var ama çok geç olmadığı söyleniliyor.[4] Bu nedenle yapay zekânın estetik bir süje olarak ele alınacağı vakit çok geç değil ama onu insan gibi duyumsamadığı için eleştiren bir estetik tavır var.

R.H. Lossin’nin Refik Anadol’un “Gözetimsiz—Makine Halüsinasyonları—MoMA—Akışkan Rüyalar” sergisi üzerine yazmış olduğu eleştiride, serginin basın bülteninde ve izleyicilerin varsaydığının aksine Yapay zekânın birtakım imajlar görmediğini vurguluyor ve Yapay zekânın herhangi bir duyumsama yetisi olmadığından merak uyandırıcı olmadığını ifade ediyor.[5] Yapay zekâ bu anlamıyla bir hesap makinesinin bir sayıdan diğer bir sayıyı çıkarmayı ‘bilmesi’ van Gogh’un Yıldızlı Gece (1889) isimli resminin mavi ve sarı renklerden oluştuğunu “biliyor”.[6] Şimdi Lossin’in yapay zeka üzerine tasavvur ettiği duyumsama gücü insan canlısının perspektifi açısından geçerli bir argüman ama argüman mantığının yapısal bileşenleri açısından sorunlu bir ileri sürüş. Aynı argüman farklı nedenlerle hayvan bilişselliği açısından ele alındığında hayvanlar da herhangi bir biçimde sanat üretmemektedir. Çünkü bu argüman mantığına göre bütün bir duyumsama, algılama yetisi özne ve nesne ayrılığı üzerine insan üzerinden oluşturulmuştur. Yapay zekâ tartışmasının yaratıcılık kısmında yatan problem modern sanatın özünde yatan estetik süje, estetik obje, değer ve yargı bileşenlerinde saklı. [1]   Yapay zekâda bir nevi yağlıboya gibi, mermer gibi bir malzeme bu yüzden yapay zeka ile üretilen sanat eserleri[7] açısından estetik süje kolektif bir üretici grubun iş birliğiyle gerçekleştiğinden yaratıcı-sanatçı mitine göre değerlendirme kriterleri oluşturmak yanlış sonuçlar doğuruyor. Yapay zekânın kendisi bir sanat nesnesi olarak, yaratım sonrası süreç olarak ele alınmıyor (Bourriaud buna bilindiği gibi post prodüksiyon süreci demekte) daha çok bir insan gibi estetik bir süje olarak ele alınamayacağı için ‘işin’ estetik boyutu ve gizliden gizliye sanatçı mitinin halesi kaybedilmiş aurası tartışılıyor. Bu boyut esasen özne ve nesne ayrımını pekiştiren (buna modern estetik kuramının kendisine örnek verebiliriz) ya da onu görünürde ortadan kaldırmaya çalışan (yapay zekânın ürettiği sanat eseri denildiğinde) radikal bir çerçeveyle anlaşılırlık kazanamaz. Esasında yapay zekâ üzerine gerçekleştirilen böylesi bir epistemoloji iki nedenden kaynaklanır birincisi nesnelci epistemolojinin nesne kategorisine ihtiyaç duyan radikalliğinden diğeri eleştirmenlerin yapay zekâyı sanatçıların kullandığı bir araç olarak görememelerinden kaynaklanır. Nesne kategori olmaksızın sanatçı özne dolayısıyla estetik değer ve yargı bir bütün olarak anlam kazanamayacaktır.

Nesnelci epistemoloji daima telos’u temin edecek bir nesne kategorisine ihtiyaç duyar. Modern felsefe ve onunla beraber estetik kuramları da bu koşullarda Batı modernitesinin içerisinde yer almaktadır.[8] Nesnelci epistemolojide, bilmek ‘nesneleştirmektir’. Yani neyin nesnenin özüne ait olduğunu ve neyin bilen özneye ait olduğunu ayırabilmek gerekmektedir. Tıpkı yapay zekânın göremeyeceğini, duyumsayamayacağını salık vermek ve sadece hesaplanabilir bir bilme işlemi gerçekleştirdiğini söylemek gibi.[9] Bu yönüyle bilme, öznelliği ortadan kaldırır, nesnede öznenin mevcut olan kısmını ideal bir en az ölçüsüne indirerek, onu belirgin hale getirir.[10] Yapay zekâ sanatının ürettiği eserler deyince bu epistemoloji etrafında düşünülen ve sorulan sorular elbette dijital sanat karşısında yer alacaklardır. Onu nesne olarak ele alırsak hiçbir şey ilginç gelmez özne olarak ele alamayız çünkü öznellik her zaman için insanların dünyasına aittir. Başka bir deyişle öznelliğin ortadan kalması yaratıcı sanatçının ortadan kalkması demektir.[11] Bu da imgelem ve yargı gücünün ortadan kalkarak imgenin ve yargının anonimleşmesini, görünmezliğini sağlar. Dolayısıyla tahakküm ve sermaye bu noktada devreye girer. Araçlar tarih içinde sürekli değişir ama tepkiler hep aynıdır.

Nesnelci epistemolojide özne kendisini ürettiği nesnelerde kurar. Başka bir deyişle özne tıpkı nesneler gibi nesneleştirme sürecinin sonuçları biçiminde ele alınır ve kendisine de ‘dışarı’dan bir şey gibi bakabildiğinde ancak kendini nesnel olarak bilebilir. Böylelikle nesneleştirilmiş olan şey gerçek dışı, soyut kalır.[12] Yapay zekânın nesnelci epistemoloji açısından bir süje olarak değerlendirilememesi bu nedenledir.  Bu anlamıyla nesnelci epistemoloji özne ve nesne ayrımına dayanır. Nesnenin özüne dair ayrımcı, sınıflandırıcı bir perspektifi bulunur. Bu yönüyle söz konusu eser artık biricik değildir, otantik değildir, tekniğin olanaklarıyla aurasını kaybetmiş bir dünyanın, gösteri toplumunun bir parçasıdır. Oysa estetik süjenin yapay zekâ olarak değil kolektif bir maddi ve zihinsel pratik sürecin devamı olarak düşünüldüğünde süjenin aslında alımlayıcının estetiği-perspektifi üzerinden düşünülmesi gerektiği açıktır.  Anadol’un veri heykelindeki 100 milyon mercan görüntüsünün veri görselleştirme ve makine öğrenme teknikleriyle sunduğu gösteride kendi ürettiği işe yüklediği sıfatlar onun ‘insan’ gibi bir süje olarak algılanmasına da yol açıyor. Bu nedenle o da yapay zekânın ürettiği sanat eseri söyleminin ‘yaratıcı’ boyutlarına rağmen sanatçı mitini sürdürüyor. Yani burada kolektif bir teknik ve sanat üretiminde söz sahibi olan medya sanatçısı kendi ürettiği iş hakkında aynı modern estetik kuramların geleneksel sanatçısı ve sanat eseri diyalektiğine bağlı perspektiften söylem üretiyor. Bu nedenle Anadol kendisini nesnesinden ayırmak istemeyen ama yarattığı nesnesinin aynı zamanda rüyalar gören, hafızası olan canlı bir mekanizma olarak, bir insan gibi tahayyül ediyor. Anadol bu nedenlerle ortaya koyduğu işin yaratıcı olduğunu savunurken yaratıcılık mefhumunun iki asırdan fazla bir süre icat edilen kavramlardan biri olduğunu bilmemezlikten geliyor.

İnsan batı antropolojisinin içeriğini ve formunu hiçbir zaman dolduramadığı, elinden kayıp giden boş bir imleyen, sürekli kendini imleyen niteliksiz bir imaj. Bu nedenle yarın öbür gün yapay zekâ karşısında yer alan eleştirmenler onun yaratıcılığı üzerine çeşitli methiyeler de dizebilecektir. Başka bir deyişle bu şu sonuca tekabül ediyor. Henüz yapay zekâ, -genel olarak dijital sanatlar üzerine- geliştirilmesi gereken estetik teorinin önemli bir boşluğu bulunmakta. Kavramlar icat edildikçe, neyin neden yaratıcı olduğuna karar verebilecek bir yargı kümesi olacaktır. Şimdilik bu kararın verilememesinin nedenlerinden biri algoritmaya hükmeden sermaye ve iktidar ilişkilerine karşı hafıza oluşturabilecek bir alanın olmayışındandır. Bourriaud Post Prodüksiyon adlı eserinde, post prodüksiyon terimini sanat yapıtının üretimi ardından meydana gelen etkileri üzerinden ele almayı teşvik ediyor. Dolayısıyla bu sanat eserinde yaratım sonrasını önemli kılan bir yaklaşım. 20. yüzyılın ikinci yarısından sonra yapay zekâ konusunda şu an halen Yapay Dar (Sınırlı) Zekâ dönemini yaşıyoruz. Yani daha yarı otomasyonun olduğu, insan olgusunun her koşulda sürecin aktif bir paydaşı olması gereken, olmadığı koşullarda yapay zekânın kendince bir şeyler yapma tasarrufunda bulunmadığı bir zamandayız. Gelecekteyse Yapay Süper (Üstün) Zekâ dönemlerinde ihtimal dâhilinde de olsa kendi kararlarını alabilen, insanlara göre çok daha fazla veriyle süratle buluşabilen, o veriyi özümsemede insan kabiliyetinin ötesine ulaşabilecek olan bir yapay zekâyla karşı karşıya kalınması mümkün. Ancak yapay zekânın bu seviyelere ulaşması adına henüz yolu olduğu da bilinen bir gerçektir. Dolayısıyla yaşadığımız bu döneme karşı yapay zekânın ürettiği sanat eserlerine karşı geliştirilen eleştiriler tarihsel bir hatayı da içeriyor.[13]

Sergi alanında koca ekranın –‘heykelin’- önünde durup hissettiğim son şey, bir insan olarak beni aşan, aştığı ölçüde içine çeken bir girdaptı. Aynı şekilde o dev ekranın daha küçük boyutlu bir ekran şeklinde üretilseydi bana duyumsatacağı etkinin aynı olup olamayacağı sorusu da akla geliyor. Eser hakkında sahip olduğum tek bilgi üretilen veri heykelinin 100 milyon imgeden oluştuğuydu. Bu imgeler çokluğunu birkaç dakikalık süreç içerisinde tek bir dev ekrandan, kendi duyumsadığım zaman ve algısından izlemek ilginç bir deneyimdi. Karşımdaki bilgi işletim sisteminin ya da bir başka anlamıyla kolektif veri ‘ayna’sının bu girdap etkisini yaratmasının tek nedeni kendi iktidarını –duyumsama gücünü- koca bir veri kümesini işleyebilmesinden ileri gelmiyordu. Ünlü Alman biyolog Uexküll’ün araştırmalarında her canlının kendi organizmasına bağlı gelişen bir algı-etki dünyası olduğunu söylüyordu. Günün birinde kendince algılayabildiği özerk bir varlık olarak yapay zekâ kendi etki-algı dünyasının farkında olduğunda karşısına çıkan organizmaları nasıl tahayyül edecek acaba? Bu dünya ve etki algı dünyası belki de batı antropolojisinin bildiği ve anladığı ölçüde bir dünya ve algı olmayacak. Örneğin bir kenenin dünyasında üç algı işareti bulunur, kenenin dünyasında bu üç algı işareti dışında başka bir uyarıcıya cevap veremez. Yapay zekâ kendi üretim sınırlarını aştığında sahip olabileceği inorganik algı işaretleri bulunacaktır. Dolayısıyla sadece onun ‘görebileceği’ bir ortam bulunacaktır. Benim ilginç bulduğum nokta Anadol’un bu eserinin bana bu soruyu sordurtmasındandı. Soru kimilerince ilginç olmayabilir. Burada eserin anlamıyla ilgili olan önemli bir hususu da vurgulamak lazım. Ben şimdiye kadar bu eser üzerine yürütülen tartışmalarda iklim değişikliğinin mercan ölümleri üzerindeki etkisi ya da ekosistem üzerinden gerçekleştirilen bir tartışmayı görmedim. Yaratıcılık sonrası etkinin sadece bu şekilde gelişmesi ayrı bir sorun.  Elbette algoritmaların insanları ve insanlar arası ilişkileri denetlediği, kodladığı, yönettiği ve tasarımladığı bir çağda yapay zekânın sanat eseri üretiminin uyandıracağı deneyimlerin sorgulanması gerekiyor. Odak bu nedenle piyasa ve algoritmanın tahakkümü üzerine gelişiyor. Fakat bu bütün bir sanat piyasasının ve 20. Yüzyılın başında gerçekleşen sanat devrimlerinin yarattığı kırılmalarla ele alınması gereken bir süreç.[14] Ortada çok da yeni bir şey yok. Bence günümüzde teknolojinin yarattığı tahakkümün farkına varmak da aslında o kadarda şaşırtıcı değil, daha da önemli olan bu tahakküme uygun olmayan düşünceler ve duygulanımlar elde edebilmek ve bunları elde edebilecek bedensel örgütlülüğü kolektif olarak yaratmak. Yaratmak bu nedenle sadece ortaya bir eser koymakla gerçekleşmiyor.  Yapay zekânın ürettiği sanat eserlerinin söz sahiplerinde bu nedenle nesne ve özne ayrımını görünürde anonimleştiren ama aslında onun varlığını arzulayan paranoyak bir süreç hüküm sürmekte. Oysa estetik süreç bir şey algılandığı zaman onun üzerine elde edilen bilgilerse eğer, hakkında edindiğimiz bu bilgilerin uyandırdığı duygu, sezgi ve düşünceler artık o nesneyle ilgili değildir. Böylesi bir süreç de artık o nesneyi aşan, nesne olarak kabul edilmiş teknik aygıtın dışına çıkan yaratıcılık sonrası boyuta varmıştır. O nesne istediği kadar tahakküm ilişkileri içerisinde yer almış olsun. Estetik bu nedenle kişinin ötekinin perspektifine geçmeye cüret edebildiği etik bir mübadeleyi gerektiren ve öznelliğimizi yerinden edebilecek bir süreç.

Dipnotlar

[1] https://kulturyolufestivali.com/makine-halusinasyonlari-mercan-ruyalari-refik-anadol-adana

[2]https://www.gazeteduvar.com.tr/refik-anadoldan-elestirilere-yanit-bir-gun-de-sizin-islerinizi-tartisalim-be-haber-1649075

[4] A. Regalado. What It Will Take For Computers To Be Conscious. (2 Ekim 2014). Alındığı Tarih: 30 Haziran 2024. Alındığı Yer: MIT Technology Review |

[6]https://www.e-skop.com/skopbulten/refik-anadolun-moma-sergisi-uzerine-teknoloji-sanat-propaganda/6558?fbclid=IwZXh0bgNhZW0CMTAAAR1OfI7yPjm9L6yVsJ266R2J5LRYA-4BpZF5qsQwP6gfKJXGu9o8SWIjnkk_aem_Leh-cL1YOCVtgcGNhS34Lw

[8] Eduardo Viveiros de Castro, Yamyam Metafizikler Postyapısalcı Antropoloji Çizgileri. İstanbul: OTONOM YAYINCILIK. s.42

[10] Eduardo Viveiros de Castro, Yamyam Metafizikler Postyapısalcı Antropoloji Çizgileri. İstanbul: OTONOM YAYINCILIK. s.42

[12] Eduardo Viveiros de Castro, Yamyam Metafizikler Postyapısalcı Antropoloji Çizgileri. İstanbul: OTONOM YAYINCILIK. s.42

[13] ARTUT, S. (2019). Yapay Zeka Olgusunun Güncel Sanat Çalışmalarındaki Açılımları. İnsan

Ve İnsan, 6(22), 767-783.

Uğurcan Kaçmaz

Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Felsefe Bölümü’nden mezun oldu. Sanat felsefesi alanındaki yüksek lisansını Van’da sürdürmektedir. Psikanalitik estetik, bellek, mekan-beden, yaratma ve yaratıcılık konuları üzerine çalışmakta ve çeşitli yayınları bulunmaktadır.

Daha fazla yazı yok
2024-12-21 18:08:04