Seray Şahiner’in yeni romanı Antabus’un, yan etkileri sarsıcı.
Bilmem hatırladınız mı? Mayıs ayı başında gazetelere, sayısını unuttuğumuz bir kadın cinayeti haberi daha yansımıştı. Bağcılar’da eşi Remziye’yi sopayla döverek öldüren koca, polis tarafından yakalandığında demişti ki: ‘’Sopayla dövmedim. Her zaman nasıl dövüyorsam öyle dövdüm’’. (Kadın cinayetleri de bu topraklarda sayısını bilmediğimiz işçi cinayetleri gibidir. İş kazası denir adına, ölenler tekli rakamlardaysa umursanmaz bile!) ‘’Sopayla dövmedim. Her zaman nasıl dövüyorsam öyle dövdüm’’. İnsanın kanını donduran bu cümleyi okumuş (‘’Ölüm bu işin fıtratında var’’ kadar kan dondurucu bir cümleydi bu da ) hayretler içinde kalmıştık. Kötülüğün, şiddetin bu denli normalleşebilmesine öfkelenmiştik. İçimiz daralmıştı. Derken, gazetenin o sayfasını çevirip öteki haberlere göz atmıştık. Birkaç dakika sonra ise konu tamamen hafızamızdan çıkmıştı, hayat devam etmişti hep olduğu gibi…
Ne denirdi ki, bu ülkede hayat zaten böyle akmaktaydı. Şiddet, tecavüz, kadın cinayetleri, uzağımızda durmaktaydı çoğumuzun. Ve hayatın böyle akması hepimizin artık çok iyi bildiği ve bize ‘tebliğ’ edildiği üzere bu hoyrat toplumun ‘fıtratında’ vardı. Uzağımızda durduğu sürece kanıksamak daha kolaydı.
İstanbul Şehir Tiyatroları ve Tiyatro Boyalı Kuş tarafından sahnelenen ‘’Gelin Başı’’ ve ‘’Hanımların Dikkatine’’ (2012 Yunus Nadi Öykü Ödülü) adlı öykü kitaplarıyla tanıdığımız, yazılarını halen OT Dergisi ve Birgün’de sürdüren gazeteci, yazar Seray Şahiner son romanı ‘’Antabus’’ta (Can Yayınları) o uzağımızda duran hayatları getirip rahat salonlarımızın tam ortasına misafir ediyor.
Sayfayı çevirmemizi engelliyor. ‘’Şimdi çevirmeyin’’ diyor en azından.
Rahatsız olun ve çevirmeyin.
Bu yüzden her sayfayı çevirmeden bir kez daha düşünüyoruz.
‘’Üçüncü sayfa haberleri üç-beş satırdan ibaret olsa da hikayeleri; ‘’kırk katır mı kırk satır mı?’’dır’’ diye…
‘Antabus’ aslında kronik alkolizm tedavisinde kullanılan bir ilacın adı.
Seray Şahiner’in romanına nasıl olup da adını vermiş olduğunu romanı okuyunca daha iyi anlayacaksınız. O yüzden biz burada çok fazla deşip işin tadını kaçırmayalım..
Ama şunu söylemek mümkün; en az ilaç kadar derin ve sarsıcı yan etkilerine hazır olun bu romanın. Usta işi bir kalemden çıkan acı, hatta çok acı olabilen; bazen de bütün bu hoyratlıklarla dalgasını geçebilen bir anlatı ‘’Antabus’’.
Twitter’daki bir okurun ‘’Haneke filmlerinden bile daha ağır’’ yollu benzetmesinin tam da hakkını veren bir hikaye.
Kahramanımız Leyla’nın başından geçenler o kadar sarsıcı ki, o kadar gerçek ki, çabucak okuyup unutulan o 3. sayfa haberlerine bu romandan sonra daha yakın bir mercekle bakmak istiyor insan.
Burada bir parantez açalım ve yazarın, annesinin konfeksiyon atölyesinde küçükken epeyce zaman geçirdiğini; oradaki kadınların hikayeleriyle büyüdüğünü ekleyelim. ‘Antabus’ hayattan son derece sıradan beklentilere sahip, işçi sınıfına mensup genç bir kadın olan Leyla’nın şiddet dolu sistemin dayatmalarıyla şekillenen ömrünün hikayesi.
Köyden İstanbul’a geldiklerinde, ailesine üç beş kuruş kazanıp destek olmak için konfeksiyonda işçiliğe başlatılıyor Leyla.
İlk aşkı Ömer’i ve ilk tecavüzcüsü Hayri Abi’yi burada tanıyor. Yani ömrünün geri kalan kısmında yaşayacağı hayatla burada tanışıyor. İlk aşkı ardına bakmadan askere kaçarken, tecavüzcüsü Leyla’nın ailesine ‘kan parası’ vererek anlaşma yoluna gidiyor.
Leyla’ya ise ‘’kusurlu’’ olmasına yani kızlığı bozulmuş olmasına rağmen onunla evlenmeyi kabul eden yaşı geçkin, sapına kadar alkolik ve onu her gün öldüresiye döven bir koca bulunuyor. İçmeyince aslında iyi bir adam olduğu söylense de işin aslı öyle değil, zira ‘’kurdun merhameti, kuzuyu ağzında taşımak’’…
Çocukları sevmediğinden değil, kendisi gibi bir hayata mahkum olmasınlar diye doğurmak istemese de defalarca gebe kalıyor Leyla. Aile, koca, toplum ve en nihayetinde devlet… Hepsi de işbirliği etmişçesine şiddeti çoğaltarak her defasında hayatını allak bullak ediyorlar Leyla’nın. Kimi dayakla, kimi tecavüzle, kimi Türk parasına hakareti koca dayağından daha büyük kabahat sayarak…
Peki ya Leyla ne yapıyor dersiniz? Bütün yaşadıklarına ‘’kader’’ deyip boynunu büküp oturacağı yerde, ‘’konuşma reflüsü’’ne tutulup habire anlatıyor. İçinde bulunduğu durumdan kurtulmak için kendince yöntemler geliştiriyor. Yıllardır yuttuğu lafları bir bir çıkartıyor içinden ve pat pat yüzümüze vuruyor. ‘’Antabus’’ bu kedere ve şiddete batmış toplumda bir hayatta kalma veya vazgeçiş hikayesi. Seçim her birimizin…