A password will be e-mailed to you.

Amerikalı bağımsız sinemacı Todd Solondz 5 yıl aradan sonra çektiği ve FilmEkimi’nin ilk gününde izleyiciyle buluşan Wiener Dog ile bir kez daha insan ilişkilerinin karmaşık ve hastalıklı doğasına dalıyor. 

İzlemiş olanlar hatırlayacaktır, Todd Solondz 2001 tarihli filmi Storytelling’in bir sahnesinde American Beauty’nin o meşhur (hatta neredeyse ikonik) naylon torba sahnesiyle inceden dalgasını geçmiş ve kendi meşrebince zamanın popüler sinema anlayışına/beğenisine çomak sokmuştu. İlk gösterimini Sundance’de yapan son filmi Wiener Dog’un ilk dakikalarında çimenlerin üzerinde yatarken gösterdiği ve ilk bakışta ölü bir beden izlenimini veren çocuk görüntüsünün de son yılların en beğenilen bağımsız filmlerinden Boyhood’daki bir başka neredeyse ikonik imgeye yapılan bir saldırı olduğunu düşünmek için çok sebebimiz var doğrusu. American Beauty’de olduğu gibi Richard Linklater imzalı Boyhood’da da bağımsız sinemanın anaakımla fazlaca flört etmeye başladığı durumları hiç sevmiyor Solondz. Bağımsız sinemayı açıkça muhalif bir alan gibi gördüğünü ve filmlerini de özellikle aile gibi kurumların (ya da akademi, ya da insan ilişkilerinin belirli kurallar çerçevesinde kontrol edildiği herhangi bir kurum) çürümüşlüğünü anlatmak için yaptığını anlamak zor değil. Tutarlı mı, evet tutarlı. Karanlık mı, evet alabildiğine. Ama kesinlikle ayrıksı ve çok etkili bir sinemacı, bunu da teslim etmek gerek.

Wiener Dog dört bölümden, karakterleri birbirinden farklı dört ayrı hikayeden oluşuyor. Filmin en başında bir barınakta tanıştığımız Daschund cinsi (ki filmde olduğu gibi bizde de “sosis” köpek olarak bilinir) sevimli mi sevimli, uysal ve başına gelmedik kalmayan bir köpek hikayeler arasında dikiş vazifesi görüyor ve her seferinde farklı bir sahiple hayatına devam ediyor. İlk bölümde 9 yaşındaki kanser hastası Remy’nin hikayesine tanık oluyoruz, ki bu tüm filmde sosis köpeğin etrafında dönen tek hikaye aslında. Köpek her hikayede az ya da çok bir işlev sahibi elbette ama sadece ilk bölüm gerçekten onunla alakalı. Belki her bölüm onun etrafında şekillense filmde daha bütünlüklü bir yapı olabilirdi ama Solondz pek buna pirim vermemiş ve şeklen Robert Bresson’un unutulmaz filmi Au Hasard Balthazar’ı anımsatan bir öykülemeye gitmiş. Sonuçta onun için önemli olan, daha önceki filmlerinden biliyoruz, yaşadıkları çevreye uyum sağlayamayan, çabalasa da başaramayan, sahte ilişkilerinin uğruna hayatlarını uçuruma süren bireylerin hikayeleri. Her hikayenin farklı bir derdi var gibi görünse de hepsi karamsar bir bütünün, öfkeli bir anlatının parçası ve özellikle Danny De Vito, Ellen Burstyn gibi oyuncuların performansları takdire şayan. Hayattaki seçimler, pişmanlıklar, kontrol edemediğimiz olaylar zinciri ve tüm filme yayılan ölüm teması Wiener Dog’dan arta kalanlar. Çok daha sert filmlerini izledik Todd Solondz’un ve yine akıllarda yer edecek güçlü anlar (ve parlak, çarpıcı diyaloglar) var burada da ama son tahlilde Solondz cephesinde pek yeni bir şey yok. Filmdeki en patetik karakterin yaşlı bir senaryo hocası olmasıysa Solondz’un güçlü satirik tavrıyla birebir örtüşüyor elbette. Tahmin edebileceğiniz gibi dört hikaye arasından en güçlü olanı da sinema okulunda geçen (okuldan mezun olduktan sonra çektiği ilk filmle ünlenen ve öğrencilere “okulu bırakın, film çekin” diyen kendini bilmez ukala yönetmenden tutun da, yazdıkları senaryonun altın değerinde olduğuna inanan öğrencilere ve izlediği tek bir filmin bile adını veremeyen öğrenci adaylarına dek nice renkli karakter mevcut hikayede) ve sosis köpeğimizin canlı bir bombaya dönüştüğü bu hikaye. 

Daha fazla yazı yok
2024-11-02 15:28:55