A password will be e-mailed to you.

Avrupa Film Akademisi’nin Yaşam Boyu Başarı Ödülü’ne layık görülen Margarethe von Trotta ile kısa ve özlü bir söyleşi yaptık.

Yıllar içinde başta Bari İtalyan Filmleri ve Filmmor Kadın Filmleri festivalleri başta olmak üzere çeşitli vesilelerle ortak çalışmalar yapma şansına eriştiğim Von Trotta sürekli yeni projeler üzerinde çalışır. Şimdi de Ingeborg Bachmann ve Max Frisch arasındaki ilişkiye odaklanan bir filmin yapım sürecinde… Ataerkil sistemin farklı dönemlerinde baskıya, şiddete ve adaletsizliğe direnen kadınlar, Katharina Blum’un Çiğnenen Onurundan başlayarak filmlerinin her daim odak noktası oldu.

35. Avrupa Film Ödülleri vesilesiyle Reykjavik’e gitmeden hemen önce birkaç sorumu yanıtladı.

 

Yaşam boyu başarı ödülünü kutlarım. Senin için başarının ve kariyerin boyunca kazandığın ödüllerin anlamı nedir?

Ödül, bütün yaşamım boyunca yaptıklarıma verildiği için ben olsam başarı demezdim… Hiç kendimi “başarılı” hissetmedim, ben hep “yoldayım” ve umarım, bir süre daha yolda olurum. Öte yandan, ödüllerin benim için bir tatmin, neşe ve cesaret kaynağı olduğunu inkar edecek değilim.

 

Sağlam iradeli, bağımsız ve psikolojik açıdan kompleks kadın karakterler yarattın, bazıları gerçek kişiliklere dayanıyor. Onları beyazperdede yeniden canlandırmanın zorlukları nelerdi?

Tarihe malolmuş kadın kişilikleri mi kast ediyorsun? Bunlar genellikle bana teklif edilen projelerdi. Örneğin Rosa Luxemburg, R.W. Fassbinder’in çekmek istediği bir film projesiydi. Onun ölümünden sonra yapımcısı bana geldi ve bu filmi yapmak isteyip istemediğimi sordu… Çünkü Fassbinder’in arkadaşıydım ve bir kadındım. İlk defa kadın olmak bir avantaja dönüşmüştü! Hannah Arendt da bana dışarıdan getirilen bir teklifti ve bu zorlu mücadeleyi kabul etmeden önce uzun süre tereddüt ettim. Öte yandan, sadece hayatlarını devam ettiren ve kim olduklarını, ne istediklerini anlamaya çalışan kadınlar hakkında filmler yaptım. Bunlar her daim kendi hayatım ve zamanım, ayrıca içinde bulunduğum politik durum hakkında derin düşüncelerdi bir anlamda. Ne yazık ki bu kişisel işlerim daha az başarılı oldu.

 

“İsyankarlığımı anneme borçluyum”

İster izleyici ister eleştirmen ister sinemacı olsun kadınlara her daim en çok esin ve cesaret veren yönetmenlerden biri oldun. Bir feminist ve aktivist olarak sinemada kadınların durumunu nasıl değerlendiriyorsun? #metoo ve #timesup hareketleri sonrasında cinsiyet eşitliği hassasiyeti, oyunculuk ödüllerinde ikili olmayan bir sistem ve çoğulluk talepleri hakkında ne düşünüyorsun?

Kadın yönetmenlerin nihayet daha görünür olmasından mutluluk duyuyorum. Cannes’da, Venedik’te ve Oscar’da ödül kazandıklarını görmek beni gerçekten çok memnun etti. Artık daha görünür oldukları için geçmişte kendilerine yapılan, ama sessiz kalmak zorunda kaldıkları haksızlıkları artık dile getirebilirler.

 

Bachmann ve Frisch’i anlatan filmini izlemeyi dört gözle bekliyoruz. Bu çiftin fırtınalı ilişkisine nasıl yaklaştın? 1973 yılında yaptığı bir söyleşide Ingeborg Bachmann “Faşizm bir erkek ve kadın arasındaki ilişkide ortaya çıkan ilk şeydir, “ demiş.

Ben gençken erkeklerin söz sahibi olması ve kadınların da onlara kibar davranması normal sayılırdı. Ben hep isyankar oldum, ama bunu anneme borçluyum. Son derece bağımsız bir kadındı, bana eşitiymişim gibi davrandı ve her daim adaletsizlikleri görmemi sağladı. Bachmann alıntısını Journey into the Desert (Çöle Yolculuk) filminde kullandım.

Daha fazla yazı yok
2024-11-21 18:30:01