Kitap listelerinin, çoksatarların vazgeçilmez ismi, ülkedeki birçok yayınevinin paylaşılamayan ismi Stefan Zweig.
“(…) Maalesef benim ait olduğum lisan, kültür ve ülke karanlık bir deliliğin içinde kaybolmak üzere. Benim için artık Avusturya öldü (…) Ve benim gücüm yıllar süren vatansız yolculuklardan sonra iyice tükendi. Bu nedenle hayatımı doğru zamanda ve doğru bir şekilde sonlandırmamın iyi olacağına inanıyorum…” satırlarını yazarak Brezilya’da karısıyla birlikte intihar edişinin 75. yıldönümü bu sene.
Her şeyden önce Zweig’ın, ne türde yazmış olursa olsun, yazdıkları zaman engeline takılmıyor. Olayları yorumlamasındaki bakış açısı, soyutlama yeteneği ve estetiği zamansızlaştırıyor yazılarını. Hatta öyle ki tarihyazımında Zweig tekniği kullanılsa keşke diye iç geçirmeden edemiyor insan…
Zweig’la ver elini Avrupa ve daha fazlası…
Deneme, anı, günlük ve mektuplarında kendisinin de çok sevdiği Avrupa mekân, Dünün Dünyası kitabının altbaşlığı “Bir Avrupalının Anıları” şeklinde. İşin aslı öyle olmasına rağmen, okuyan herkes kendi coğrafyasından izler bulabilir. Kısacası anıları, günlükleri… vs tüm insanlık hallerine dair.
“Kadın, erkek pantolonu gibi duyuları harekete geçiren tehlikeli bir nesneden söz etmek isterse, bunun yerine daha masum olan ‘bacak giysisi’ ya da kendisi tarafından uydurulan ‘adı lazım değil’ gibi bir ifade kullanmak zorunda kalırdı. Aynı sosyal çevreden, ama farklı cinsiyetten birkaç gencin yalnız başlarına bir yerlere gitmesi asla düşünülemezdi ya da böyle bir durumda ,’bir şeyler olur’düşüncesi hâkim olurdu. İki farklı cinsiyet arasındaki buluşmaya ancak ve ancak anne ya da dadının gençlere bekçilik edip onları adım adım izlenmesi koşuluyla izin verilirdi. Genç kızların en sıcak yaz günlerinde bile bacaklarını gösteren etekler giymesi ya da çıplak kollarla tenis oynaması büyük bir rezaletti. Ahlak sahibi bir kadının toplum içinde bacak bacak üstüne atması, eteğinin altından ayak bilekleri görüneceği için son derecede itici bulunurdu. Hatta güneş, su ve hava gibi doğadaki elementlerin bile bir kadının çıplak tenine temas etmesine izin verilmezdi.” (Dünün Dünyası, Can Yayınları, 2017)
Tanıdık geldi mi? Yukarıdaki alıntı 1900’lerin Avusturya’sını anlatıyor. “Ama bir kadının ‘pantolon’ sözcüğünü ağzına bile almasına izin vermeyen o çağın histerik ahlak anlayışını nasıl anlayabiliriz?” diye soruyor Zweig da tüm samimiyetiyle…
Ulus-devletin en hissedilir açmazlarının yaşandığı, dünya savaşlarının ortasında tavrını ve tarzını nasıl bu sağlamlaştırarak durabilir bir yazar, bir entelektüel diye sorduğumuzda Zweig çıkıyor karşımıza yine. Gerçekci bir hümanist diyebiliriz onun için.
İnsanlık tarihine damgasını vuran kişi ve olaylarla ilgili biyografi ve anlatıları yine Zweigvari soyutlamamalarla şenlenirken biz de en kolay yoldan kültürlenmenin keyfini çıkarıyoruz, hem de o muhteşem sade anlatımıyla. Sözgelimi kim o ne idüğü belirsiz Joseph Fouché’yi Zweig kadar çekici anlatabilirdi ki?
İştah kabartan öyküler
Peki ya öyküleri? Kurgu sıradan, heyecan dozu yüksek diyebiliriz kısaca. Kurgu için zaman harcamak yerine sıradan olandan beslenip akışı ve gerilimi tırmandırmayı bir solukluk yapmayı tercih ediyor Zweig. Örneğin bir kadının genç bir adama aşkını konu eden çok sıradan bir konunun sizi en fazla nereye götüreceğini merak ediyorsanız Zweig’ın novellası Korku’yu okumalısınız demektir.
Tüm bu özellikleriyle Zweig haliyle birçok yönetmenin ve senaristin de iştahını kabartmış. En bilinen uyarlama filmlerinden biri Wes Anderson’a ait Büyük Budapeşte Oteli. Bunun yanı sıra Marie Antoinette, Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu ve çok daha fazlası sinemaya uyarlanan eserleri arasında.
Hem ölümünün 75. yılı hem de bugün (28 Kasım) doğumgünü Zweig’ın. Anıyoruz.
Biz de onun cazibesine kapılanlar…