Dijital fotoğraflar ve CGI (Computer-generated imagery) üzerine yapıtlarıyla ilk kişisel sergisi “Çalışma Düzlemleri”’ni Büyükdere35 Kültür Sanat Platformu’nda gerçekleştiren Egemen Tuncer bireysel ve sosyal zeminde hafızada yer etmiş, sıradan iç mekanların imajlarını izleyiciye sunuyor. Aynı zamanda Elgiz Müzesi’nde de bir karma sergide yer alan sanatçının ikonik bir dış mekanın maketi üzerinden görselleştirdiği çalışmasının da izlenebilmesi mümkün. Fotoğraf ve CGI arasındaki ince çizgide ironik bir gerçeklik sorgulaması ile Tuncer tarafından modellenmiş olan yapıların fotoğraflarının izlendiği kişisel sergisi, 5 Ocak’a kadar Büyükdere35 Kültür Sanat Platformu’nda devam ediyor.
Sizi CGI (Computer-generated imagery) ve dijital fotoğraf üzerine yoğunlaşan bir sanatçı olarak tanıyoruz. Biraz kendinizden ve üretimlerinizin genel çerçevesinden söz eder misiniz?
Marmara Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi, Fotoğraf Bölümü’nden mezunum. Sonra aynı üniversitenin resim bölümünde yüksek lisansımı tamamladım. Şuanda halen resim bölümünde doktora eğitimime devam ediyorum. Resim bölümünde devam etsem de üretimim genellikle dijital imgeler üzerine şekilleniyor. Burada fotoğrafın daha çok kavramsal içeriğiyle ilgileniyorum yani onu kavramsallaştırmaya yönelik işler üretmeye çalışıyorum. Sanıyorum ki üretimimi asıl şekillendiren şey, lisans dönemimdeki eğitim yapısının beni doğrudan etkilemesi. Çünkü daha çok belgesel tabanlı ya da güzel sanatlar fotoğrafı diyebileceğimiz, yani öyle tanımlayabileceğimiz bir fotoğraf anlayışı hakimdi.
Ben genel olarak bu fotoğraf anlayışının aksine, esas amacım fotoğraf çekmeyi gündelik hayatımın bir parçası yapıp, onu pratik etmek üzerine değil de; daha çok okuyarak, araştırarak onun teorik yapısı üzerine yoğunlaşmaya çalışmaktı. Dolayısıyla zaman içinde okulla birlikte benim yapmak istediklerim biraz çakışınca aslında fotoğrafla benim aramda bayağı bir mesafe oluştu. Böylelikle o dönemki çalışmalarıma da öncelikle fotoğraf çekmeyerek başladım.
Zaten fotoğraf önceden eskizlerini hazırlayacağınız ya da prova edeceğiniz bir medyum değil tam olarak. Demek istediğim bir resim, heykel ya da bir enstrüman gibi başka sanat disiplinlerinde olduğu gibi fotoğrafta üretime yönelik elinizi veya gözünüzü devamlı sıcak tutmaya dayalı bir mecburiyetinizin olduğunu düşünmüyorum. Makine sizin yerinize görüntüyü oluşturuyor ve o anda da bitmiş oluyor zaten iş. Yani orada daha çok bir seçimle alakalı bir süreç var, neyi nasıl göstereceğinizle ilişkili olarak. Böylece fotoğraf çekmeme meselesi üzerinden devam ettim, bu noktada dijital müdahaleler veya tamamıyla bilgisayar destekli görseller ile çalışmaya başladım.
Üretimlerinizden sergilerinize dönecek olursak, Türkiye’deki ilk kişisel serginiz Çalışma Düzlemleri’ni, Büyükdere35 Kültür Sanat Platformu’nda açtınız. Serginizin kavramsal ve biçimsel yönlerinden söz eder misiniz?
Bu sergideki çalışmaların bazılarını 2016 yılında üretmeye başlamıştım. Yaklaşık üç yıl önce sanatçı bir arkadaşımla atölye tuttuk. Bu atölyeye gelip çalışmaya başladığım zaman itibariyle kendi pratiğim de değişti açıkçası. Çünkü izlediğim yol daha önceleri dışarısı ve bilgisayar üzerinden şekillenirken, atölyeden sonra atölyenin kendisi yani içerisi ve bilgisayar üzerinden ilerledi. Stüdyonun size sağladığı şey aslında üreteceğiniz fotoğrafı ve içeriği çevresinden ve bağlamından koparıp, izole edip başka bir açıdan konumlandırması. Stüdyoyu bu açıdan bir nevi dekupaj aracı olarak niteleyebiliriz.
Bu noktada ilginç olan durum herhangi bir şeyi bağlamından koparmak değil, aksine mevcut sistemi ile birlikte kurgulayacağınız yapıyı doğrudan atölyenin içine taşımak. Onu canlandırmak. Sonrasında özellikle belgesel ve kurmaca fotoğraf arasındaki ilişki üstüne düşünmeye ve onu sorgulamaya başladım. Kabaca ifade edersek belgesel fotoğraf aslına bakılırsa bir hikayenin taşıyıcısı oluyor. Hatta bunun için bir örnek de verebilirim. Geçen gün bir arkadaşım kendisinin çektiği bir fotoğrafı göstermişti. Fotoğrafta bir sis bulutu var ve sis bulutu içinde çocuklar görünüyor. Tıpkı Vietnam Savaşı’nda çekilen meşhur fotoğrafa benziyordu, direkt onu çağrıştırmıştı.
Halbuki arkadaşım fotoğrafın hikayesini anlattığında, fotoğraftaki yerin bir çocuk parkındaki sis makinesi dumanıyla oluşturulmuş bir oyun alanı olduğunu aktardı. Fakat fotoğraf orada bambaşka bir şeyi gösteriyordu. Çünkü çocukların suratlarındaki ifadelerden de anlaşılmıyordu. Fotoğraf böyle bir yanılgıya da sebebiyet verebiliyor. Sonuçta fotoğraf bir şekilde gösteriyor, bir şey anlatmıyor. Ama onu aslında bir şekilde anlatmanız gerekiyor. Bu aynı şekilde kurmaca fotoğraflar için de geçerli. Kurmaca fotoğrafta da, onun suni ya da sahte oluşu çok açık olmayabilir, örtük gösterilmiş olabilir. Siz onun arkadaki durumunu bir başlık ya da metin ile anlatabilirsiniz. Belgesel ve kurmaca fotoğraf arasındaki bu çatışmalı durum benim ilk çıkış noktamdı.
Sergideki çalışmalar iki farklı seriden işleri bir araya getiriyor. İlki çeşitli ofis malzemelerinden yararlanarak atölyemde canlandırdığım sahnelerin fotoğraflarından oluşuyor. Bu noktada inşa edilen sahne belgesel ve kurmaca arasında bir yerleştirmeye dönüyor ve bu yerleştirmenin belgelenmesi olarak çalışıyor fotoğraf. Ama kurgulanan yapı tamamıyla hepimizin çevresinde gördüğü şeylerden oluşuyor. Bir süre bunun üzerine çalıştım. Diğer seriden olan çalışmalar ise CGI olarak üretilmiş işler.
Bir önceki serinin devamında gelişen bilgisayar tabanlı görselleştirme üzerine çalışmaya başlamam açıkçası biraz pratik sebeplerle oldu çünkü herhangi bir ofiste gördüğüm bir düzeni yeniden canlandırmak, kurgulamak hem masraflı olmaya, hem de vakit almaya başlamıştı. Sonra bu yerleri tamamen bilgisayarda oluştursam nasıl olur diye düşündüm. Bu çalışma alanlarını fiziksel olarak değil de sayısal olarak kurmaya başladım. Burada bu sefer referans aldığım yer bir başka ofise değil doğrudan kendi atölyem oldu ve daha önce atölyedeki çalışma ortamını gösteren fotoğrafları baz alarak sahneleri bilgisayar ortamında yeniden kurmaya başladım.
Serginizin ismi ise Çalışma Düzlemleri. Bir fotoğrafçı sanatçısı olarak disipline ve statik bir anlam hissi veren bu sergi ismi ne demek?
Çalışma Düzlemleri ilk başta İngilizce “Workplanes” olarak ortaya çıkmıştı. “Workplanes” iki türlü hem “workplaces” yani ofislere bir gönderme olarak, hem de “workplanes” fiziksel ve sayısal ortamda koordinat sistemini tanımlayan bir şey. X, Y, Z’de her biri ayrı bir düzlem. Bunun da canlandırılan sahnelerin kurulumuna referans verdiğini düşünüyorum. İşte kağıt Z ekseninde biraz yukarı, kutu Y ekseninde biraz sağa gibi. “Workplanes”’in çevirisi için de“Çalışma Düzlemleri”ni uygun bulduk.
Siz hem dijital fotoğraflar çekiyorsunuz hem de CGI ile görselleştirme yapıyorsunuz. Türkiye’de çok da bilinmeyen ama yakın gelecekte daha da görünürlük kazanacak olan CGI tekniğinden biraz söz eder misiniz?
Sanat bir şekilde hep çağını yansıttığı için, o çağda bulunan teknolojiden doğal olarak bir şekilde yararlanıyor. Fotoğrafın da ilk çıkışı öyleydi. Fotoğraf da ilk başta bilim adamları, kimyagerler tarafından keşfedilmişti. Dolayısıyla ilk fotoğrafçılar da ilk fotoğraf çeken insanlar da sanatçı değildi. Sonradan bir şekilde medyum olarak yer kazandı ve öyle devam etti. 3D ve CGI da yaklaşık 80’lerden bu yana kullanımı artarak devam ediyor. Sanat bağlamı dışında çok kullanılan bir medya zaten. Hayatın içinde bu kadar kullanılan bir medya neden sanatta da kullanılmasın. Günümüzde yalnızca herhangi bir disipline indirgenen bir sanat tartışması yürümüyor. Sonuçta bir anlatım dili oluşturabiliyorsanız, ihtiyaç duyuyorsanız yararlanabilirsiniz.
Büyükdere35 Kültür Sanat Platformu’ndaki serginizde çeşitli formlarda üretilmiş dijital ve CGI fotoğraflarınızı izliyoruz. Biraz söz ettiniz ama daha detaylı olarak bu mekanlar nereler ya da nerelerden esinlenerek ortaya çıktı?
Yakın çevremde bulunan ofisleri ele almıştım. Mesela atölyemin yan tarafında bir sigorta ofisi var. Ara ara da işim düşüyor ve dışarıdan da sürekli gördüğüm bir ofis. Burası bir şekilde hafızama kazınıyor. Mesela ozalitler, kırtasiyeler gibi yerlere de sıklıkla giriyorum. Bu gibi yerler, genel çalışma ortamları, dağınık halleri dikkatimi çekmeye başladı ve buralarda fotoğraflar çekip biriktirmeye başladım. Mesela bir ozalitte kağıt kutularının yığılmış olduğu bir bölüm vardı. Orada birkaç fotoğraf çekmiştim. Sonra gidip benzer kağıt kutularından satın aldım ve atölyeye getirdim. Bu kutuları atölyede düzenleyerek, orada gördüğüm haline yakın bir şekilde fotoğrafladım.
Peki, sizce fotoğraf ve CGI arasında nasıl bir fark var?
Bu soruya öncelikle günümüz fotoğrafını oturtarak başlayabiliriz bence. Fotoğraf konusuyla, öznesiyle her zaman çok daha ilişkili olduğu için teorik ya da teknik kısım biraz gözden kaçabiliyor. Aslına bakıldığında fotoğrafın donanıma dayanan yapısı günümüzde tamamen yazılımsal olarak ilerliyor. Bunu sadece dijital teknolojiden bahsettiğimiz için söylemiyorum. Sensör de sonuçta film gibi duyarlı bir yüzey. Bu teknik bir mesele olsa da fotoğrafın bizzat ne olduğunu açıkladığı için önemli olduğunu düşünüyorum.
Fotoğraf ilk dönemlerinde bir resim gibi hem ikondu ama aynı zamanda öznesi olan şeyden meydana geliyordu, bir izdi. Fiziksel ve kimyasal bir izdüşümünün sonucuydu. Bu dijital teknolojide de farklı değil bu arada, orada da fiziksel ve elektiriksel süreç var. Fakat günümüzde bu donanımsal durum daha çok yazılıma kaydığı için artık fotoğrafın bu belirtisel özelliğinin, iz olma durumunun ekarte edildiğini ve fotoğrafın yapay zeka gibi sistemlerle inşa edilmeye başlandığını söyleyebiliriz. Bu da aslında CGI’a çok uzak olmayan bir durum. Zaten fotoğraf doğrudan bir şeyin izi olmaktan çıkıyor artık. CGI fotoğrafı simüle ediyordu ancak ortada pek fotoğraf kalmadı.
Siz CGI ile görsel üretirken nasıl bir süreç kurguluyorsunuz? Mekan ya da mimariyi görselleştirmeden önce oraya dair fotoğraflar çekiyor musunuz?
Öncelikle fotoğrafı bir projeksiyon sistemi olarak düşünebiliriz. İki boyutlu bir düzleme nesnenin yansıtılması, üç boyuttan iki boyuta bir dönüşüm söz konusu. Fakat CGI’da bu teknikte çalışan benimle birlikte birçok kişi için de geçerli sanırım, fiziksel nesneden iki boyuta değil, nesnenin fotografik temsilinden CGI’a bir geçiş süreci var, temsili üstünden.
Bir şeyi dijital olarak modellerken onun kendisini değil, fotografik olarak üretilmiş görselleri üzerinden üretiyorsunuz. Kendi üretim sürecimde ise bazen kendi çektiklerim de oluyor. Atölyemden yola çıkarak ürettiğim çalışmalarda kendi çektiğim fotoğrafları kullanmıştım. Ama internetten ya da çeşitli mecralardan topladığım fotoğraflar da oluyor. Bunlar erişemediğim şeylerin ya da mimari yapıların fotoğrafları olabiliyor. Bir çok yerden yararlanarak görselleştiriyorum.
Büyükdere35’deki serginizde küçük bir de oyun yapıyorsunuz ve yüksek sayılı edisyonlarla ürettiğiniz mekana özgü bir CGI çalışması görüyoruz. Bu fotoğraftan söz eder misiniz? Sergi içinde sergiye ait bir alanı görselleştirme gerekçeniz nedir?
Aslında bu mekanla ilgiliydi. Burada ilk kez sergi yapmıştım ve diğer çalışmalardan bağımsız olarak mekana özgü de bir iş yapmak istedim. Az önce de söylediğim gibi nesnelerin ve mekanların fotoğrafları üzerinden bilgisayar ortamında modellerini hazırlıyorum. Serginin sanal kurulumu için elime o mekanın 3d olarak hazırlanmış modelin görüntüsü geçince açıkçası aklıma ilk gelen şey bu eserin sergileneceği yerin bir modelini oluşturmak oldu. Daha öncesinde de “Things in a Chamber” serisinde atölyemin öncelikle sayısal bir modelini oluşturmuştum. Burada da galeri mekanını, daha önce orada çekilmiş fotoğrafları toplayarak, görselleştireceğim bölümdeki her ögeyi birbiri ile ölçeklendirerek bir modelini oluşturdum. Burada inşa ettiğim temel şey, evet işin kendisi sergilendiği alanı gösteriyor fakat aynı zamanda izleyicinin orada bulunduğu zamana ortak oluyor. Belirli başka bir anı, yeri çerçeve içine almıyor, sürekli orada ve zamana yayılıyor.
Kişisel serginiz ile aynı dönemde Elgiz Müzesi’nde de Andreas Rost, Volkan Kızıltunç, Michael Biedowicz küratörlüğünde ve Goethe Institut İstanbul’un organize ettiği “Kaynak Olarak Ütopya” sergisinde de bir fotoğrafınızı izliyoruz. Kişisel serginizdeki iç mekanların aksine bu karma sergide bir dış mekana ait bir görüntü sunuyorsunuz. “Bir Kültür Merkezi Girişi” isimli bu fotoğrafınızın içerik ve formundan söz eder misiniz? Ayrıca kişisel serginizdeki iç mekanlar ve karma sergide yer alan dış mekan yapıtınız arasındaki nasıl bir fark var?
Bu çalışma aynı isimli bir workshop sırasında ortaya çıkmıştı. Genel olarak maketlere ilgi duyuyorum, örneğin Büyükdere35 Kültür Sanat Platformu’ndaki sergimde bulunan “Kağıt Kutuları” adlı iş üzerinden konuşacak olursam o yerleştirmede kutuların kendisi birer makete dönüşüyordu. Çünkü kullanılmayan şeyler tamamen kullanılan bir şeyi birebir ölçekli gösteriyor aslında. Geçen yıl Berlin’de Rudolf Belling’in sergisini görmüştüm. Kendi çalışmalarına göre orada tamamen bağımsız duran iki tane maket çalışması vardı. Bunlar maket heykel diyebileceğimiz türdendi. Orada beni heyecanlandıran temel unsur şu soruydu: bu yapılar gerçekten yapılmış mıydı, onların maketine mi bakıyorduk yoksa yapılmadı da bunları sadece kendisi tasarladı ve maket olarak mı kaldı? İşin kendisiyle nasıl bir iletişime geçeceğimi tam oturtamamıştım.
Dolayısıyla maket hakkında herhangi bir bilgiye sahip değilsek eğer – bu biraz fotoğraf için de geçerli – işi okumamız havada kalıyor. Bu noktada daha çok maket üstüne düşünmeye başladım. Fiziksel bir maketi henüz gerçekleştirilmemiş bir yapının görselleştirilmesinde kullanabiliriz, öte yandan yıkılmış ya da değişmiş yapılar hakkında fikir vermesi için de kullanılabilir. Dolayısıyla bu ikisi arasındaki git gel benim çok ilgimi çekmişti ve bunu kendi sanat pratiğimde nasıl konumlandırabilirim üzerine düşünmeye başladım. Workshop ütopya kavramı üzerineydi ve ütopyanın alt başlıklarından birinin mimari olduğunu söyleyebiliriz.
Böylece öncelikle yaşadığım yer olan İstanbul’dan ikonik yapılar seçmeye başladım. Tabii ilki de Taksim Meydanı’nda bulunan Atatürk Kültür Merkezi’ydi. Yıkılacak bir yapının sonrasında sunumuna ilişkin hangi temsil yöntemlerinden yararlanabiliriz? AKM’yi de böyle bir gerekçe ile seçerek üstüne yapılmış olan sergi ve araştırmalara odaklandım. Birkaç yıl önce SALT Galata’da “Modern’in İcrası” adlı bir sergi olmuştu. Orada AKM’nin bir de maketi gösterilmişti. Sonra bu maket Studio X’te sadece maketler üzerine yapılan bir sergide gösterildi. Bu maket aslında özel bir mimarlık ofisine sergi için sipariş edilen bir maketti. Maket ondan sonra Türkiye’de çeşitli yerlerde gezdi.
Yapının kendisini maket üzerinden konuşmaya ve anmaya başladık. Dolayısıyla bu maket, mimari ve CGI arasında nasıl bir ilişki kurgulayabilirim sorusu üzerinden çalışmama devam ettim. Bu noktada yapının dijital bir modelini hazırlamaya başladım. AKM’nin çekilmiş birçok fotoğrafını SALT’ın arşivinden topladım, belki 40-50 fotoğrafı baz alarak, yapının giriş bölümünün en küçük mimari ayrıntısına kadar dikkatle modelledim. Modelledikten sonra arayüzün içinde sanal bir kamera yerleştirip fotografik bir temsilini sunmaktı amacım.
İç ve dış mekan farklılıklarına gelecek olursak; açıkçası belirgin bir fark görmüyorum. Belki bir açıdan hafıza ile ilişkilendirebiliriz. Çünkü Büyükdere35’deki sergide yer alan çalışmalarda görselleştirilen şeyler stereotipik ölü doğalar olarak adlandırabileceğim, hepimizin aşina olduğu sahneler. Elgiz Müzesi’ndeki sergide yer alan çalışmada ise Taksim Meydanı’nda bulunan bir opera binasından bahsediyoruz. Sürekli önünden geçilen, görülen ve ezberlenen bir yapı.
“Yaptığım yeni ya da farklı bir şey değil”
Aslında Elgiz’deki fotoğrafınızda yıkılmış bir yapıyı sanal ve sayısal olarak inşa edip yeniden başka bir boyutta var ediyorsunuz. Bu açıdan yıkılmış mekanları yeniden canlandırma ve ortaya koyma yaklaşımınızdan söz eder misiniz?
Bu ilk kez benim yaptığım bir şey değil, çok başvurulan bir yöntem. Tarihi mekanların da aynı yöntemle görselleştirildiğini görüyoruz. Mesela Pompei veya Suriye’de yer alan, doğal felaketler ve savaş sırasında yıkılan yapıların hemen akabinde dijital modelleri hazırlanıyor. Dolayısıyla yaptığım yeni ya da farklı bir şey değil. Ama zaten sormak istediğim soru maket ve temsil arasındaki ilişki ve bunun genel olarak fotografik temsillerle nasıl bir diyalog kurduğu üzerine.
Peki, fotoğraf ve CGI çalışmalarınız kendi içinde ayrıca tarihsel bir bellek de yaratıyor diyebilir miyiz?
Belki ama daha çok hazır bir belleği alıp doğrudan onu kullanıyor gibi geliyor bana. İşlerimdeki çalışma alanları, mimari yapılar kendi başlarına duruyorlar, insanın veya zamanın izini hiç bir şekilde görmediğimiz haliyle görünüyorlar. Bunu sağlayan faktörlerden biri bizzat model olma halleri. Fotoğraf ya da CGI işlere baktığımızda hali hazırda belleğimizde bulunan şeyler ile yüzleşiyoruz. Ama kendi içlerinde bir bellek ögesinin olmadığını düşünüyorum. Bu yüzden belki de iletişime geçmek zor oluyor, görseller size bir ipucu vermiyor nasıl bir yol izleyeceğinize dair.
“Demand’ın üzerimdeki etkisini yadsıyamam”
Bazen, bazı izleyiciler üretimleriniz çerçevesinde sizi Alman sanatçı Thomas Demand ile yakın bir estetik içinde bulabiliyor. Thomas Demand ve sizin üretimleriniz arasındaki farklar nedir? Kısacası sizi Demand’dan ayıran nedir?
Açıkçası Thomas Demand’ın üzerimdeki etkisini yadsıyamam. Lisans dönemimde en çok takip ettiğim, beğendiğim sanatçılardan birisiydi. Bilinçli ya da bilinçsiz bir etkisi olabilir üzerimde. Yaptığım bazı çalışmalar ile Demand arasında kurulan benzerliğin açıkçası biraz yüzeysel ve biçimsel olarak yakalanan ufak benzerliklere dayanan yorumlar olduğunu düşünüyorum. Çünkü bağlamları epey farklı. Bu tıpkı şuna benziyor, mesela ölü insanların fotoğraflarını çeken herhangi bir sanatçıyı da Andres Serrano’nun işleri ile ilişkilendirelim, onun üzerinden okumaya çalışalım. Demand’a dönecek olursak, en temel olarak birçok çalışmasında daha öncesinde basına düşmüş bir süre dolaşımda kalmış bazı popüler fotoğrafları seçip, fotoğrafta görüneni kağıtlar ile yeniden inşa ediyor.
Büyükdere35’te sergilediğim çalışmalar benden önce gelen belli bir fotoğrafa referans vermiyor. Stereotip olarak konumlanabilecek sahnelerin bir modelini oluşturabilmek adına çeşitli fotoğraflardan yararlanıyorum. Kurgulayacağım sahnede nesnelerin bizzat kendisini kullanıyorum. Bir diğer fark ise çalışmalarda görünen bir takım imgelerin eksikliklerin sebebi. Demand’ın çalışmaları bir anlamda bellek üzerinden giderken yani seçmiş olduğu bir fotoğrafı hafızasında kaldığı ölçüde tekrar canlandırırken, kendi çalışmalarımda böyle bir bellek ilişkisinin olduğunu söyleyemem. AKM üzerinden örneklendireyim: “Bir Kültür Merkezi Girişi” adlı çalışmam kendinden önceki bir fotoğrafın değil yapının modelinin temsilini sunuyor.
Reprodüksiyon diyeceğimiz şey ürettiğim çalışma değil, çalışma dahilinde kullandığım model ve görselleştirilen bu bölümde bazı eksiklikler var ise, bunlar hafızaya değil, yapının öncesinde topladığım fotoğraflarının eksikliklerine dayanıyor. Çünkü topladığım birçok fotoğraf üzerinden sayısal modelini oluşturduğum için model bu fotoğraflara dayanıyor. Mesela çalışmanın görselleştireceğim son halinde modelin bir bölümünde olması gereken mimari bir öge var diyelim ve o elimde bulunan fotoğraflarda yok ya da yarım görünüyorsa, o bölümü modelleyemiyorum. Dolayısıyla eğer eksiklik varsa buradan kaynaklanıyor. O nedenle ürettiğim modellerde o tarz bir bellek ile ilişki yok.
“Fotoğrafı nasıl baskıya veriyorsak üç boyutta da benzer bir prensip var”
Son olarak aslında kavramsal ve çağdaş bir yorumla, fotoğraf içinde yepyeni bir deneyimle çeşitli riskler alarak CGI ile fotoğraflar ürettiğinizden konuştuk. İzleyici olarak soracak olursam gelecek planlarınız arasındaki yeni üretimleriniz nelerdir?
Bilgisayarda ürettiğim sayısal modeller, 3d print teknolojisi ile doğrudan entegre bir şekilde çalışıyor yani bir arayüz ile çalışsam da üç boyutlu hale getirilebilir yapıdalar. Ben de sunulmuş olan bu imkandan yararlanmak istiyorum bir şekilde. Fotoğrafı nasıl baskıya veriyorsak üç boyutta da benzer bir prensip var. Dolayısıyla önümüzdeki dönemde biraz bu mesele üzerine çalışmak istiyorum.
İLGİLİ HABERLER
Açık kaynak çağdaş sanat sahnesinin sınırlarını alt eder mi?