Fotoğraf sanatçısı Emin Özmen, 2012 yılından günümüze Suriye, Türkiye, Irak ve Avrupa’ya giderek mültecilerin hakikatlerini fotoğraf yoluyla görünür kılma yolculuğuna çıkmış. Bu insanların; sürgün olma, yersiz yurtsuz kalma, vatansız kalma, mülteci olma, sınırda olma, sınırda kalma ve “bütün mümkünlerin kıyısında olma” gibi hakikatlerini siyah beyaz fotoğrafın inanılmaz etkisiyle ortaya koymuş.
Günümüzde 60 milyon insanın oradan oraya sürüldüğü bir yeryüzü coğrafyasındayız. Yersiz yurtsuz, vatansız, mülteci, sığınmacı, misafir, istenmeyen vatandaş gibi çeşitli isimlerle adlandırılıyorlar. Ekonomik, siyasi ve savaş gibi nedenlerden ötürü ülkelerini geride bırakıp, başka bir coğrafyada hayatta kalma, hayata tutunma mücadelesi veriyorlar. Dünyayı bir yıkımın eşiğine getirenlerin yani gücü elinde bulunduranların ortaya koydukları iradenin mülteci sorununu çözmesinden ziyade, bu sorunu artırdığı aşikârdır. Fakat her devirde olduğu gibi gerçek sanat, yaşanan felaketler karşısında sorumluluk alır. Gücü elinde bulunduranların dünyayı getirdikleri noktaya karşı itiraz sesini yükseltir.
Geçtiğimiz yılda gerçekleştirilen sergilerin konuları arasında ‘mülteci sorunun’ önemli bir yer tuttuğunu gözlemleme şansına sahip oldum diyebilirim. İlk akla gelenler arasında; İnci Eviner’in İstanbul Modern’de açılan “İçinde Kim Var?” adlı retrospektif sergisinin kimi işleri, 26. gerçekleştirilen Artist İstanbul’da yer alan birçok çalışma, Oliver Ressler’in Salt Galata’da açılan “Kim Kimi Güverteden Atar?” adlı sergisi bunlardan sadece birkaç tanesi.
‘Sözün bittiği yer’ klişesi ile geçiştirilemeyecek kadar değerli işler
Bu işlere bir de fotoğraf sanatçısı Emin Özmen’in “Les Limbes / Araf” adını verdiği sergisinde yer alan fotoğrafları eklendi. Özmen, 2012 yılından günümüze Suriye, Türkiye, Irak ve Avrupa’ya giderek mültecilerin hakikatlerini fotoğraf yoluyla görünür kılma yolculuğuna çıkmış. Bu insanların; sürgün olma, yersiz yurtsuz kalma, vatansız kalma, mülteci olma, sınırda olma, sınırda kalma yani “bütün mümkünlerin kıyısında olma” hakikatlerini siyah beyaz fotoğrafın inanılmaz etkisiyle ortaya koymuş.
Özmen’in fotoğraflarına baktıkça, bazı hakikatlerin zor, güç durumlarda kendini daha bir görünür kıldığını hissediyor insan. Sözün bittiği yer klişesi ile geçiştirilemeyecek kadar değerli işler. Bu fotoğraflara baktıkça sözün başladığı yerde olduğumuz gerçekliği su yüzüne çıkıyor. Sözün ağırlığının, varlığının değerini bir kez daha hissediyor insan. Her ne kadar hakikatin dile ve yazıya bir türlü gelmez özelliğini bilmeme rağmen, durmadan, dinlenmeden, sayıklar gibi söz sözleme ihtiyacı duyuyor insan Özmen’in fotoğraflarına baktıkça.
Serginin küratörlüğünü yapan Cloé Kerhoas’ın sergi için kaleme aldığı yazısında belirttiği türden hakikatlerden bahsediyorum. Cloé Kerhoas’a kulak verelim. “Bu fotoğraflar dizisi mültecilerin, hayatları alt üst olan kadın ve erkeklerin hikâyelerine ve yaşadıklarına tanıklık ediyor. Beklenti, umut, kaygı, kafa karışıklığı, korku birbiri içine geçmiş, o kadar ki belli olmayan karmaşık bir ruh halindeler. Kenarları pek de net olmayan, zamanın durduğu, belirsizliğin hâkim olduğu bu geniş topraklarda Emin Özmen kendi gözleriyle tanık olduğu gerçekleri tarafsız bir şekilde adeta suratımıza çarpıyor.”
Bilinmeyene çıkılan bir yolculuk
Emin Özmen’in “Les Limbes” adlı sergisi İstiklal Caddesi’ndeki Fransız Kültür Merkezi’nde sergileniyor. Tanıtım bülteninde gördüğüm ve ruhumu rahatsız hissettiren fotoğrafları daha yakından görmek için Fransız Kültür Merkezi’nin yolunu tutuyorum. Küratör Cloé Kerhoas sergiyi üç tema etrafında şekillendirmiş: “Kaçış”, “Her Şeyi Göze Almak” ve “Tutsak”. İşler her ne kadar üç tema etrafında şekillense de daha farklı okumalara olanak tanıyacak düzeyde. “Kaçış” bölümündeki fotoğraflarda, Suriye’deki savaşın şehirlerdeki yarattığı yıkımın ve tahribatın yanında, insanların bu vahşet ortamından canlarını, çocuklarını kurtarma isteği, korku, kaygı ve belirsizlikle birlikte bakışlarına yansıdığı görülüyor. Kobené’deki ve Halep’teki yıkımın fotoğraf karelerine yansıdığı bu görüntülerde bir kadının bu çatışma ortamında ancak birkaç eşyasını alarak bilinmez bir yolculuğa çıktığı görülüyor.
Sınırın diğer tarafında endişe dolu bekleyiş
Emin Özmen sadece oradaki çatışmalı ortamın fotoğrafını çekmemiş, bu ortamdan kurtulup Türkiye’ye geçen mültecilerin ruh durumlarını da görünür kılmış. Zira her ne kadar zor koşullardan daha güvenli bir yere sığınılsa da geride hep bir şeyleri, birilerini bırakır insan bu güç koşullarda. Özellikle bir fotoğrafta bu durum; Türkiye ve Suriye sınırında, Kobanê’de kalan ailelerini korkuyla bekleyen insanların endişe dolu bakışlarından okunuyor. Savaş ortamından kaçmak sadece insanın canını kurtarmasıyla gerçekleşen bir süreç değil, gidilen yerdeki belirsizlikleri de beraberinde getirir. Tıpkı, Emin Özmen’in kadrajına yansıyan, kendisi ve ailesini mülteci kampına götürecek bir otobüsteki kız çocuğunun bakışında hayat bulduğu gibi…
Ölüm-kalım savaşı veren mültecilerin şok hâli
Yerlerinden yurtlarından edilen insanların geçmişlerinden ve ruhlarından aldığı derin yaradan kurtulma isteği, daha iyi yaşayabilecekleri bir ülkeye yerleşmeleriyle az da olsa mümkün olabilir. Fakat her insanca yaşama isteğinin bu sistemde bir karşılığı olmadığı gibi, halkanın en zayıf noktasını oluşturan mülteciler için insanca yaşama isteği daha da olanaksız oluyor. Türkiye’yi Avrupa’ya geçmekte bir köprü olarak kullanan mültecilerin, bu sefer de birçok şeyi göze almaları gerekiyor. Avrupa mültecilere sınırlarını kapattığı için. Emin Özmen, mültecilerin Avrupa’ya geçmeye çalışırken yaşadığı zorlukları görünür kıldığı fotoğrafları serginin “Her Şeyi Göze Almak” teması adı altında gösteriliyor. Bu bölümde, Türkiye kıyılarından Midilli’ye gelen, ölüm- kalım savaşı veren mültecilerin şok hali… Ya da denizde işleri rast gitmeyince Türk Sahil Güvenlik birimlerini arayarak kurtulan mültecilerin hayal kırıklığıyla sonuçlanan deneyimleri gözüme takılıyor. Kimisi de Midilli’ye geçtikten sonra Yunan birimleri tarafından Atina’ya gönderiliyor. Ve bu durum mültecilerin yolculuklarına başka bir boyut katıyor. Ama bütün bunların sonucunda korkunun, kaygının, endişenin ve rahat bir nefes alamamanın gerçekliği mültecilerin sırtlarında bir yük gibi duruyor… Ta ki, Yunanistan-Makedonya sınırını geçtikten sonra tarlada dinlenen bir gencin kadraja yansıdığı fotoğrafa kadar. Ya da Sırbistan’a giden bir trenin penceresinden el sallayan mülteciye veya Sırp-Hırvat sınırını yürüyerek geçen bir ailenin az da olsa rahat bir nefes almasına kadar.
Dikenli tele asılan çamaşırlar
Serginin son bölümünü “Tutsak” temalı bölüm oluşturuyor. Özmen, Yunanistan ve Makedonya’daki mültecilerin kamplardaki yaşamlarını fotoğraflamış. Fotoğraflardan anlaşıldığı kadar mültecilerin durumları pek de iç açıcı değil. Özmen, azımsanmayacak sayıda mültecinin Atina Pire Limanı’nda zor koşullar altında yaşamaları, boşaltılan bir garda vagonlarda kalmaları… ya da Makedonya sınırını geçerken polisle karşı karşıya kalmaları veyahut çamaşırlarını sınırı ayıran dikenli tele asmaları gibi mültecilerin şimdiki gerçekleri olarak yansıtmaya çalışmış. Evet, ölmüyorlar ama insanca yaşamın da çok uzağında bir hayat sürdürdüklerini bu coğrafyada, başka türden bir hayatta kalma mücadelesine girişiyorlar.
Bu fotoğrafların arasında diğer fotoğraflara göre daha büyük bir boyutta sergilenen bir fotoğraf tam da mülteci olma halinin hakikatini göstermesine yaklaşan bir fotoğraf olarak duruyor. Uçsuz bucaksız tıpkı yeryüzünü andıran bir arazide kimi ayakta kimi oturmuş mültecilerin yoğun bir sisin etrafında varlıkları buharlaşıyor. Daha iyi bir hayat yaşayanların kalplerinde, gönüllerinde ve vicdanlarında buharlaşması gibi.
Siz de vicdanların sisinin buharlaştırdığı mültecileri, Emin Özmen’in siyah-beyaz fotoğrafları yoluyla görmek isterseniz 25 Ocak 2017’ye kadar sergiyi ziyaret edebilirsiniz.