A password will be e-mailed to you.

Ulya Soley, Sanatatak için hazırladığı ilk yazısında, 8 Şubat – 27 Nisan 2014 tarihleri arasında Arter’in konuğu olacak Marc Quinn’in “Aklın Uykusu” başlıklı sergisine değiniyor. 
 

8 Şubat Cumartesi günü Arter’de açılan “Aklın Uykusu” başlıklı sergide, Marc Quinn’in son 15 yılda ürettiği 30’un üzerinde eser sergileniyor. Sergi başlığı, Goya’nın Aklın Uykusu Canavarlar Üretir isimli gravüründen esinlenilmiş. 1964 doğumlu Quinn, Charles Saatchi’nin “Sensation” sergisiyle tanıdığımız Young British Artists grubundan. Kan, balmumu, kurşun, mermer, bronz ve iplik gibi çok çeşitli malzemelerle çalışan sanatçının işleri, malzeme ve teknik çeşitliliğine, farklı coğrafyaları konu edinmesine ve dünyanın farklı yerlerinden gelen modellerine rağmen ortak bir dili konuşuyor.

Serginin açılacağı gün öğle saatlerinde, Arter’in önünden geçtiğimde kepenkler kapalıydı, fakat mekânın yapısı gereği ‘vitrin’ işlevi gören giriş katının ön kısmında Dünyanın Kökeni (2012) isimli işin parlayan silueti, ışığı geçiren beyaz kepenklerin ardından görünüyordu. Önce kepenklerin arkasından görüp oldukça merak ettiğim bu bronz heykel, sergi gezeri karşılayıp içeri çağıran dev bir deniz kabuğu. Kabuğun cilalı iç yüzeyi oldukça parlak, dış yüzeyi ise bir o kadar mat. Şimdiyi, değişimi, tazeliği ve umudu çağrıştıran iç yüzeyi tamamlayan sağlam, sabit ve korunaklı dış yüzey, görünen ve gerçeklik, geçmiş ve gelecek ikilemlerini çağrıştırıyor.

Giriş katında sergi gezeri karşılayan bir diğer heykel olan Buck & Allanah (2009), transgender porno yıldızları Buck Angel ve Allanah Starr’ın gerçek boyutlarda bir temsili. Beden manipülasyonunu toplumsal cinsiyet ekseninde ele alan bu eser, aynı zamanda estetik beden manipülasyonlarını da sorguluyor. Buck ve Allanah el ele tutuşmuş, nötr bir yüz ifadesi takınmışlar; bu duruş ve konumlarıyla adeta segiye ev sahipliği yapıyorlar. Onların cesur beden dilleri, baktıkları duvara konumlandırılmış Et Resmi (Atomik Denklik) (2014) isimli işin mevcudiyetinde öne çıkıyor. İki iş de gündelik hayatta itibar etmediğimiz gerçekliklere dikkat çekiyor. Canlı kırmızı et yığınlarından oluşan Et Resimleri için Quinn, “Bence çok güzeller” derken, serginin küratörü Selen Ansen, katalogda yer alan Eşikte başlıklı yazısında “dışarıya taşan ‘iç’, güçlü bir tekinsizlik hissi verir” diyor. Bense bu seriyi ve önünde duran çıplak çifti görünce Carolee Schneemann’ın Meat Joy (1964) isimli işini anımsadım: Bedensel, vahşi ve coşkulu bu iş, bir o kadar da itici.

Marc Quinn’in 1991’den bu yana kendi kanıyla ürettiği otoportre niteliğindeki büst serisinden Self (2011) ise sergideki en çarpıcı işlerden biri. -19 derecede bir buzluk sisteminde muhafaza edilen büstün, sistemin fişi çekildiği anda kan gölüne dönüşme ihtimali, onu savunmasız kılıyor; öte yandan tüm gerçekliği ve bütünlüğüyle bu çalışmanın sergideki varlığı oldukça etkileyici. Üzerine çok konuşulmuş ve yazılmış bir iş olduğu için görselleriyle pek çok kez karşılaşmış olduğum Self’i yakından gördüğümde bu kadar etkileneceğimi tahmin etmiyordum. Fakat aynı anda hem çok güçlü, hem savunmasız; hem katı hem sıvı; hem cansız, hem canlı olduğundan hepsinin ötesinde bir tekinsizliği çağrıştırıyordu. Quinn ise Self ile ilgili “Hem yaratma hem yok etme hakkında” diyor.

İkiliklerden beslenen işlerinde Marc Quinn, beklentileri sürekli kırıyor: Küçük kalması gereken bir bonzai ağacını modelleyip iki buçuk metre boyunda bronz bir heykele dönüştürüyor; antikitiye ait estetik anlayışını andıran bembeyaz mermer heykellerinde kaslı erkekler ve kıvrımlarıyla öne çıkan kadınlar yerine ampute modeller kullanıyor; Mısır, Yunanistan, Brezilya ve Hindistan’dan isyan görüntülerini yerde halılarla sergileyerek, sergi gezeri görüntülerin ‘üzerinden geçmeye’ davet ediyor ve son olarak sürekli yanan; fakat yok olmayan iskeletlerle evrendeki enerjinin sürekli bir dönüşüm halinde olduğunu hatırlatıp yaşam/ölüm meselesini irdeliyor.

Sergideki işlerde tekrar eden ve gerçeklikleri görmezden gelinmeyecek bir sıklıkta, değişik malzeme ve şekillerde izleyiciye sunma stratejisiyle Quinn, farklı olanı (ya da ötekileştirilmiş olanı) alışılmış kılarak, sergi gezeri kalıp yargılarıyla yüzleştiriyor. Quinn, ‘aşina olunan şeylerin daha çok sevilmesi ve tercih edilmesi’ fenomeninden yararlanarak izleyiciyi, işlerinde konu edindiği kişilere ve durumlara aşina kılmak suretiyle bütünleştirici bir perspektif edinmeye teşvik ediyor. “Aklın Uykusu” bu anlamda ‘alışılmamışa alıştıran’ bir sergi deneyimi.

Daha fazla yazı yok
2024-12-21 16:07:51