Neriman Polat, Merdiven Art Space’de açılan Şefkatsiz başlıklı sergi ile ilk bakışta şiddetin daha çok kent yaşamı ve aile içindeki boyutlarına değiniyor gibi görünse de, sergideki işlerde ekolojik yıkımdan geleneksel toplumsal cinsiyet rollerine, göçmen politikalarından militarist söylemlerin çocuklar üzerindeki etkilerine dek uzanan ve birbirini besleyen şiddet biçimlerini görmek mümkün.
Ruh sağlını olumsuz etkileyen ve çalışması zor “konu”lar sıralaması yapılsa birinci sırada, taraflar arasındaki güç ilişkilerinin dengesizce dağıldığı ve adaletsizliğin çok açık bir şekilde görünür olduğu bir alan olan çocuğa karşı işlenen suçlar yer alır diye düşünüyorum. Çocuklara yönelik şiddet bir bölgeye, bir sınıfa, bir etnik gruba ait davranış biçimi değil ve neredeyse gündelik yaşamın bir parçası.
Çocuğun duygu ve düşünce dünyasına sahip olan bir birey olduğuna dair fikri olmayan bazı yetişkinlerin (ki bu yetişkin genellikle anne ya da baba oluyor) gün içinde sokakta, parkta, vapurda, otobüste, restoranda, markette çocuğa bağırması, hakaret etmesi, onu itip-kakması, tartaklaması, kolundan çekiştirmesi olağan sahneler haline gelmiş durumda. Dayanamayıp müdahale ettiğinizde ise yetişkinin öfkesi size yöneliyor, sonuçta “sana ne, benim çocuğum” ifadesiyle karşı karşıya kalıyorsunuz. O anda aklımızdan geçen ilk şey, “kamusal alanda çocuğa bu şekilde davranan bir kişi, acaba evde neler yapıyordur?” sorusu. Ki bu tür şiddet, şiddet çeşitlerinden sadece bir tanesi; çok boyutlu ve işleyişi açısından farklı mekanizmalarla birleşen sürecin görünen yüzü.
Kendini savunamayacak pozisyonda olan çocuğun maruz kaldığı şiddet karşısındaki mecburî suskunluğu (ağlayıp, bağırsa da bir süre sonra susmak zorunda) ve çaresizliği, fiziksel, zihinsel, duygusal ve sosyal gelişiminde, erken önlem alınamadığı takdirde belki de alınsa bile, onarılamayacak hasarlara yol açması muhtemeldir. Bu nedenle, yetişkin bir bireyin çocuğa yönelik her türlü tutumunda muhakeme etme ve bilinçli davranma süreci söz konusu olduğundan, çocuğa zarar veren yetişkin eylemleri kasıtlı saldırganlık şeklinde tanımlanabilir. Kadına yönelik şiddet gibi çocuğa yönelik şiddetin de politik olduğunu belirtmek ve şiddetin türü, kapsamı ve sıklığı ne olursa olsun bu meseleyi kamusal hale getirip tartışmak, önleyici hizmetler ve koruyucu ortamların gelişmesine katkı sağlayabilir.
Neriman Polat, çok boyutlu bu tartışmaları güncel sanat aracılığıyla gündeme getirip, konu üzerine yeniden düşünmemize vesile oldu. Merdiven Art Space’de açılan Şefkatsiz başlıklı sergi ile sanatçı, ilk bakışta şiddetin daha çok kent yaşamı ve aile içindeki boyutlarına değiniyor gibi görünse de, sergideki işlerde ekolojik yıkımdan geleneksel toplumsal cinsiyet rollerine, göçmen politikalarından militarist söylemlerin çocuklar üzerindeki etkilerine dek uzanan ve birbirini besleyen şiddet biçimlerini görmemiz mümkün.
Sanatçı, bu simbiyotik ilişkiyi ve şiddet göstergelerini sergi mekânına özgü bir tasarımla izleyiciye sunuyor. Mekânın bir duvarını büyütülmüş bir fotoğraf tamamen kaplıyor. Görüntüde Polat’ın Kartal-Soğanlık’ta çektiği yıkık bir duvar yer alıyor. Bu duvarın sergiyle kurduğu bağ ise, yıkık duvarın tepesindeki bir bölümde pembe zemin üzerinde sevimli bir ayıcığın yer alması; belli ki bina yıkılmadan önce bu alan çocuk odası olarak kullanılmış, şimdi ise terk edilmiş Polat’ın ifadesiyle “hayalet bir çocuk odası” olarak karşımızda duruyor. Fotoğrafın bulunduğu duvarın bir uzantısı şeklinde kurgulanan, kırmızı tuğlalarla örülüp boyanmadan bırakılmış eğreti komşu duvarın, metropollerin durmaksızın yıkılıp yeniden yapılmasına ve çocukları sağlıksız fizikî ortamlara mahkûm eden kentsel şiddete işaret ettiği söylenebilir.
Bu duvarın üzerine ve karşı duvara asılmış dörder tane çocuk battaniyesinin yanı sıra, zemin ile tuğlalı duvarın köşesine yaslanmış halde duran bir yastık görüyoruz. Yastık sanki tuğla-duvarın düşmesini engelleyen taşıyıcı bir mimari öğe gibi yerleştirilmiş. Yastığa sarılmak, onu kucağınıza alıp oynamak istiyorsunuz ama onu yerinden aldığınızda duvar üzerinize yıkılacakmış gibi duruyor. Zaten yakından bakınca üzerindeki yaralı figürler yastıkla temas edip etmeme konusunda ikircikli davranmamıza neden oluyor.
Sergi mekânın dışarısıyla bağı olan yani sokağa bakan bölümünde ise pembe rengin baskın olduğu çiçekli battaniyenin üzerinde kararmış “Hello Kitty”ler bulunuyor. Sanatçı tarafından boyanarak ve çeşitli sözler eklenerek dönüştürülmüş battaniyeler karşısında, battaniye imgesine / onun hissettirdiği duygulara yabancılaşmamak mümkün değil. Örneğin “I Love You” yazması beklenen bir battaniye karşımıza “You Hate Me” şeklinde çıkıyor. Uykuya dalmaya hazırlanan bir çocuğa sevimli minik ördeklerle ilgili bir hikâye anlatacakken bir anda botlarla göç etmek zorunda kalan ve Akdeniz’de hayatını kaybeden çocukların yaşadıklarıyla yüzleşiveriyoruz. Ya da yeşili bol, güneşli, bereketli ve içimizi ısıtacak bir manzara desenine sahip battaniyeye çocuğu sarıp sarmalamak isterken kendimizi karanlık, çorak topraklarda ve kıtlığın ortasında buluyoruz.
Toplumsal cinsiyet rollerinin beslenme performansıyla ifade edildiği “Onu Besleme” işinde ise bankta oturan iki ayıcıktan kız olanının erkeğe yemek yedirdiğini görüyoruz. Geleneksel olarak erkekler kadınlar ve çocuklardan daha fazla oranda yiyecek tüketiyor. Ömer Madra’nın belirttiği gibi ekolojik yıkım, iklim değişikliği, beslenme ve erkek şiddeti arasındaki bağlantılar gelecek yıllar içinde beslenme krizinin çocuklar ve kadınlar aleyhine daha da artacağına işaret ediyor.
Yaşadığımız dünyada çocuklara vaat edilen gelecek pek de iç açıcı görünmüyor. Yumuşaklığı ve sıcaklığıyla uyurken yalnız kalan çocuğa arkadaşlık etmesi beklenen battaniyeler içimizi donduruyor, hatta ürpertiyor. Bu kontrast bir çocuğun güvende hissetmesi gereken ilk mekânlardan biri olan kendi evinde, güvenliksiz bir biçimde yaşadığını da ima ediyor.
Önce aile, ardından toplumsal yaşamın diğer alanlarında şiddete tanık olan ve şefkatsiz bir ortama maruz kalan çocuklar zorunlu olarak büyüyor. Bazı çocukların yüzlerine baktığımızda yaşının üç-beş katı olgunluğa sahip olması yaşadıkları deneyimlerden olsa gerek. Zorla evlendirilen kız çocukları, savaşa tanıklık etmiş olanlar, göçmen ya da işçi çocuklar… Evin dışında da şiddet ve şefkatsizlik diz boyu. Çocuklar her an istismara açık ve güvenlikten yoksun bir halde yaşamak durumundalar. Kapitalist sistemin şiddeti her sınıftan çocuğu farklı biçimlerde yaralarken yetersiz hissetme duygularının ortak olduğu belirtilebilir. Bir yanda rekabet ve aşırı tüketimin teşviki söz konusuyken diğer yanda gündelik yaşamını sürdürecek yiyecek bulamayan, çalışmak zorunda olup işçileşen çocuklar mevcut. Bu çocukların hepsine silahı ve “ideal” bedene sahip olduğu düşünülen bebekleri oyuncak diye tüketime sunan militarizmi ve cinsiyetçiliği körükleyen bu sistemin çocuklara iyi bir gelecek sunması mümkün değil.
Yetişkinlerin dünyasındaki silahlar ise bu topraklarda, bir hiç uğruna bir sürü çocuğun hayatına mal oldu. Sergi girişinde karşılaştığımız çocuk pijamasının üzerindeki kurşun deliğini anımsatan izler savaşın korkunç etkilerini gözler önüne sererken, Ceylan Önkol, Uğur Kaymaz, Veysel Atılgan, Berkin Elvan ve daha nice çocuğu asla unutmamamız gerektiğini söylüyor.
Daha geçen ay, 13 yaşındaki bir kız çocuğu tecavüzden ölü taklidi yaparak kurtuldu haberini okuduk. Bu şiddeti üreten, sıradanlaştıran ve istisna olarak sunan erkek-devlet mekanizmasının ürettiği raporlara bakan Polat, metinlerde geçen sözcükleri sergi mekânının duvarına kurşun kalemle bilinç akışı şeklinde yazmış: “Devlet, ama, istisnai hallerde, çocuk, meşru…” Okudukça şefkatsizliğin ve şiddetin örgütlenmiş haliyle karşılaşıyorsunuz. Bütün göstergelere rağmen serginin genel söyleminde umutsuzluk ya da kabullenişi görmüyoruz. Tam tersine, var olan sorunları ve yaşadıklarımızı unutturmamak, bu sorunlara karşı mücadele yöntemleri geliştirmek için tartışma ve çözüm yolları üretme çabalarına zemin hazırlamış diyebiliriz.
Şefkatsiz 8 Aralık 2018 tarihinde sona eriyor. Sergiyi izlemek isteyenler Salı-Cumartesi günleri, 11:00-18:00 saatleri arasında Merdiven Art Space‘i ziyaret edilebilir.