A password will be e-mailed to you.

Zeybek ile break dansı birleştirerek “Zeybreak”i ortaya çıkaran, Bilecik’e bağlı Danişment Köyü’nde doğup küçük yaşlardan itibaren yaşamını Berlin’de sürdüren, dansın yanı sıra sanat yönetmenliği ve kaligrafi ile ilgilenen Kadir “amigo” Memiş ile Türkiye’deki ve yurt dışındaki projelerini, profesyonel yaşamında kimlerden etkilendiği ve “amigo” rumuzuna nasıl karar verdiğini konuştuk. Dans etmenin yanı sıra, her gün mutlaka çizim yaptığını, dans ve yazıyı birleştirerek ruhunu beslediğini, farklı kültürlerden aldığı bilgileri hem dans pratiğinde hem de görsel sanatlar alanındaki çalışmalarında işlediğini belirtiyor.

 

Dans pratiğiniz hayatınızın büyük bir kısmını kapsıyor. Zeybek ve break dansın farklı figürlerini bir araya getirerek yeni bir dans türü olan Zeybreak’i çıkardınız. Bu dans ile kendiniz hakkında neler söylüyorsunuz?

Zeybreak bir ruh halidir, yaşanan bir andır. Zaten dans ederken ben, ben değilim! İnsan önce kendi bedenini tanımadan ne kadar ilerleyebilir ki? Charlie Chaplin icin söylenen bir cümle vardı “O bir siyah delik, her şeyi çekiyor içine.” Çok hoşuma gider bu söz. Ben de öyle bir mıknatıs gibiyim. Etrafımdaki dünyayı tümüyle çekiyorum içime.

 

Ben bir “bozuk” insanım. Hayatta yaptığım işleri hep ters yapmışımdır. Sanki kendi kendimi sabotaj ediyorum. Bazen şaşkın şaşkın durup kendime bakıyorum uzaktan. Çok enteresan aslında. Köyden gelen, akademisyen olmayan, biri olarak bana güvenip sahne vermelerine şaşırıp kalıyorum bazen.

Ama Zeybreak şunu öğretiyor bana: Kendin olacaksın ve bir kişiliğin olacak dostum. Kendime has, “bozuk” da olsa, bir dilin olacak.

Kadir “amigo” Memiş Nika Kramer’de

Neden “amigo”?

Ben dansa başladığımda, Berlin’de, bir Türk dansçı vardı: Django. Kendisi bizden daha yaşlı ve kendine has sentezleyici bir yapıda dans ediyordu. Ben ve diğer dansçı arkadaşlarımızın gençlik evlerindeki (Jugendhaus deniyor) diskolara gelirdi. O geldiğinde mekanın ruhu değişirdi adeta. Herkes pistten çekilir, o şovunu yapar, havasını atardı. Hepimiz onu ağzı açık izlerdik. Adı Berlin’de nam salmış, belirli semtlerde bilinen ve korkulan bir dansçıydı. Çoğumuz onu örnek alır ve onun gibi olmak isterdik.

Belki de kendisinin Türk olması beni daha çok etkilemiştir. Ben de onun gibi bir isme sahip olmak istiyordum. Sene 1980’lerin sonuna doğru gidiyordu. O zamanlar ben de gurbette yasayan her Türk genci gibi yeni bir kimlik arayışı içindeydim. Çünkü Hip Hop’la uğraşan biri olarak ilk kural, kendine bir sanatçı ismi vermelisin. Yeni bir kimlik, yeni bir sen çıkarıyor ortaya. Bunun arayışı içindeyken, bir Western filmi  gözüme çarptı: Django vs Amigo. İşte o anda karar verdim “amigo” ya.

 

Birçok burs ve konuk sanatçı programı aracılığıyla farklı şehirlerde bulundunuz. Gideceğiniz şehre veya alacağınız bursa karar verme konusunda kriterleriniz nelerdir?

En yakın tarih olarak, 2019 yılında Tarabya Kültür Akademisi’nde burs kazandım. Bundan önce 2019 yılı içerisinde hiç burs almadım. Annem cok ağır hastaydı ve Berlin’de onu yalnız bırakmak istemiyordum. 1990’ların sonunda Berlin’e taşınan üstat Niels “Storm” Robitzky beni New York’a gösteri yapmam için davet etti. Yeni Ghettoriginal (Rock Steady Crew) gösterisine dansçı arıyorlardı. Beni de aralarında görmek istediler. Ama annemi yalnız bırakmayı göze alamıyordum ve iptal etmek zorunda kaldım.

Karar sürecim ise şöyle işliyor; kalacağım şehir bana ilham vermeli, beni hem fiziksel hem ruhsal anlamda doyurabilmeli. Ayrıca aldığım bursun, Berlin’deki evimin giderlerini karşılaması gerekiyor. Yoksa insanın kafası rahat olmuyor. Bu konular aşıldığında, ne yapmak ve üretmek istediğimin kararını veriyorum. İlgimi çeken konu, o anda okuduklarım ve ne üzerinde bilgi sahibi olmak istiyorsam, ona göre bir fikir geliştiriyorum. Ben akademisyen değilim. Okumak ve öğrenmek istediğim çok konu var. Böyle zaman dilimlerini ruhumu geliştirmek ve kendimi aşmak için kullanıyorum.

Zeybek Studies, 2019, Kulturakademie Tarabya,kadirmemis.com

Farklı ülkeler ve şehirlerde yaşayan her yaştan bireylerle dans alanında atölyeler gerçekleştirdiniz. Bunlardan kazandığınız deneyim işlerinizi nasıl şekillendirdi?

Her bir projem ile büyüyorum. Farklı kültürleri ve gittiğim şehirlerdeki insanları gözlemlerim. Otururum mesela bir yere insanları izlerim, çizerim, koklarım, bedenlerini okumaya, o anda ne düşündüklerini sezmeye çalışırım. Kendime toplarım o şehri. Ben bir şehir gezginiyim, toplayıcıyım.

Gün olur kendimi kaybetmek isterim bir şehirde. Bilmediğim bir yerde, kendimi akışa bırakırım. Japonya’da kaybolmak çok işime yaramıştı. Okuyamadığım simgelerin arasında ve o dar sokaklarda yürümek ne güzel bir his. Caracas’ta ( Venezuella) güneş batmadan otelde olmanın önemini anlamamıştım, ta ki akşam taramalı silah seslerini duyuncaya kadar.

Çocukları severim. Kendimi de bir çocuk olarak görüyorum. O heyecanı ve merakı kaybetmek istemiyorum. Onlar özgür bir ruha sahip. Çok dürüstler. Onlarla oynamayı severim. Örneğin “Kellerkinder” adlı projem önce 12-16 yaş arası gençlerle başladı. Bir okulda, “zorlu” diye adlandırdıkları çoğu yabancı kökenli olan 7. sınıf öğrencilerini bana teslim etmişlerdi. “Bunlar kimseyi dinlemiyor, ama sanki sen bu projenin altından kalkarsın.” dediler. Benden önce gelen bir koreograf ağlayarak o sınıfı terk etmiş. Benim de zaten onlardan biri olduğumu ve bu nedenle kendileriyle çalışabileceğime inanmışlar. Kabul ettim. 4 haftalık bir dans projesiydi.

Bir gün onlarla sohbet ederken, birbirlerine karşılıklı bir şekilde ağır küfürler ettiklerine şahit oldum ve sordum: Neden çocuklar? Onlar bunun bir oyun olduğunu söylediler. Dondum kaldım ve araştırmaya başladım. Neden bu gençlerin böyle ağır bir üslup kullandıklarını ve kimlerden esinlendiklerini ve buna benzer konuları araştırdım. “Rap” bu konuda en öne çıkan konuydu. Hip Hop’ta hep bir kendini gösterme ve hazırcevapçılık vardır. Eğer saygı duyulmasını istiyorsan, sana küfür edene, sen daha ağır bir şeyler ekleyip söylemelisin. Çocuklar bunu bir oyun olarak algılıyorlardı. Bir “battle” adeta.

Dans atölyelerim de aynı şekilde işliyor. 7 dans dalında (locking, poppig, breaking, rocking, housedance, Hip Hop, Zeybreak ) ders verebiliyorum. Hip Hop tarihi ve tüm tekniklerin arkasında yatan anlamı kavramış gibiyim. Onlara 35 seneden beri topladığım bilgileri ilk elden aktarmaya çalışıyorum. Urban Dance alanında hepimiz akademisyen olmadığımızdan, iyi bir eğitmen bulmak kolay olmuyor. İnsanlarla beraber bir şeyler yapmayı seviyorum.

Tiyatro projelerimde konuya göre dansçı arıyorum. “Kadir Memis Company” olarak her projemde değisik dansçılarla calışmayı tercih ediyorum. Mesela gelecek sene onay aldığımız “Opferschicht” için 3 tane popping alanından dansçı kız ile çalışacağım. Muhteşem bir ekip olduk. Hebbel am Ufer Tiyatrosu’nda olacağız, bekleyin. Bu projeler insanın aynası oluyor. Kendi ruhunu görebilme şansın oluyor. Onlar sana ayna, sen onlara rehber oluyorsun. Bu da sana ışık tutuyor.

Her kültürden bir şeyler alıyorum. Ruhum belki de küçük küçük kültür parçacıklarıyla birleşip bütünleşen bir mozaik gibi. Sesler, yazılar, danslar, tatlar… Her şey değiştiriyor bizi. Yeri geliyor kendi sınırlarımızı aşıyoruz. Yeri geliyor Corona kilitliyor bizi evlerimize. Önyargılarımızı tek tek kırıyoruz.

“Rahata alışan biri, çok üretken olmuyor gibi”

Kadir “amigo” Memiş Nika Kramer’de (1)

Bu tür burs ve programların profesyonel kariyerinizi şekillendirmedeki rolü nedir?

Kendi kendimi eğitmek benim en büyük görevim. Tabii ki bazı burslar sanki bana verilen bir diploma gibi oluyor. Bu da bana verilen değeri gösteriyor. Bana yeni kapılar açıyor ve ulaşamadığım çevrelerle etkileşime geçmemi sağlıyor. Yeni sanatçılar, fikirler ve ruhlar ile tanışıyorum. Kendimi onların arasında görmek beni çok mutlu ediyor. Bir yerlere gelmiş değilim. Benim sanatçı anlayışım hep bir arayış modunda olmak. Sanatçı dediğinin bir çilesi olmalı değil mi? Bu da bizi ayakta tutar ve hep yeni bir şeyler üretmek için tetikler. Aksi takdirde rahata alışan biri, çok üretken olmuyor gibi.

 

Bu programlar aracılığıyla gittiğiniz şehirlere tekrar gitmeniz gibi bir durumunuz oldu mu? Bu durumda neler hissettiniz, şehri algılayışınızda farklılıklar oldu mu?

Caracas olmamıştı, ama İstanbul’daki Kültür Akademi Tarabya Istanbul oldu. Bursum bittikten sonra Akademi’deki 2. Sanat ve Kültür Festivali’ne katıldım. Yine İstanbul’da düzenlenen ICAF davet etti. İstanbul’da bayağı iş yapıyoruz. Tabii ki bildiğiniz bir şehire dönmek, eş dostlarınızı yeniden ziyaret etmek iyi geliyor. Eski anılarınızı yeniden yaşıyorsunuz. Dikkatimi çeken bir diğer nokta, şehirdeki yıkık dökük evlerin kaybolup, yerine yeni ve karaktersiz evler dikilmiş olması. Eski Türk kahvehaneleri gitmiş, Starbuckslar gelmiş.

Benim şimdiye kadar ikinci kez aldığım bir burs yok. Tabii ki dans projelerim uluslararası festivallere davet ediliyor. Böyle davetler yaptığımız işin değerini gösteriyor gibi geliyor bana. Ama bunlar da artık değersiz. Yani çok sayıda festival var ve hepsi çok iyi değil. Sanatçı olarak “Dünyayı nasıl daha güzel bir yere dönüştürebiliriz?”in peşinde olmamız gerek.

 

Dans alanında sergilediğiniz performansların yanı sıra sanat direktörlüğü ve görsel sanatlar alanında çalışıyorsunuz. Sanat direktörlüğü projelerinizden biraz bahseder misiniz?

Sanat direktörlüğü bana çok büyük bir elbise gibi geliyordu. Genç yaşta dansı bir hobi olarak görüyordum. Dansçı olduğumu etrafımdaki insanlardan öğrendim ve kabul ettim. Bu da yetmedi bir Flying Steps’i kurdum. Amacım nereye kadar götürebileceğimizi görmekti. Çok ödüller aldık. Bir süre sonra sadece dans beni doyurmaz hale geldi. Yarı profesyonel hayatım başladı. Dersler vermeye başladım. Ders verirken küçük hareket cümleleri kurmaya basladim ve bana artık “Sen koreografsın” dediler. Bu bana bir taç gibi geldi ve kabul ettim. Kartvizitlerime artık “koreograf” yazıyordum. Aynı zamanda bu mesleğin ne olduğunu düşünüyordum.

Flying Steps ve Storm ile 1998’de Pina Bausch’un sahnesinde yer aldık. Kendisiyle olan yemekteki sohbetimiz aklımı açmıştı ve böylece yolumu belirledim. Tiyatroya yöneliyordum. Kısa zaman sonra daha sanatsal bir yol almaya ve Flying Steps’ten ayrılmaya karar verdim. Bu da 2008’ de Zeybreak’in doğmasının yolunu açtı. Bu bir Hip Hop performansıydı. Artık bana sadece “koreograf” değil “sanat yönetmeni” olduğumu söylediler. Bu benim 3. seviyem oldu.

“Bozuk dil, bozuk dans, bozuk düzen
”

Variations, 2019, Kulturakademie Tarabya,kadirmemis.com

“Movement of Letters” başlığını taşıyan bir seriniz var. Görsel sanatlar alanıyla tanışıklığınız nasıl oldu?

Daha önce de belirttiğim gibi 1984’te gençler olarak Hip Hop’a sardık. Duvar’a yakın yerde oturduğumuzdan dolayı Duvar, hepimiz için bir açık sergi alanı, sınır, hürriyet, sessiz ve renkli tuval, kulak, göz ve ayna oldu. Belki ilk görsel sanatlar anlamındaki ilhamımı Berlin Duvarı’ndan almışımdır.

Movement of Letters” da dans ve çizgiyi birbirinden hiç ayırmadım. Bu fikir seneler sonra Berlin’de 2017 yılında Tag Conference’da yaptığım bir sunum sırasında doğdu. İşin komik tarafıysa, o gün önce Urban Nation Müzesi’nin açılış performansını yapmıştım, akşam da Tag Conference’da sunumum olmuştu. Bu iki etkinlik birbirinin tam zıttıydı ve ben de ikisinin arasında bir köprüydüm.

Görsel sanatların kelime olarak anlamını çok geç öğrendim. Aslında Berlin’e yerleşmemle beraber tüm hayatım Hip Hop yönünde ilerledi. Bugün geriye baktığımda görsel sanatlarla bağlantım çok net görülüyor: Ruhumun iki görsel aynası. Dansı sokakta, yazmayı Berlin Duvarı’nda öğrendim.

Benim için bazı önemli kavramlar var: Berlin, 1984, Duvar, Grafiti, yazı yazmak ve hat sanatı. Berlin’e yerleştiğimde yepyeni bir dünya bekliyordu beni. O ikiye bölünmüş sehirdeki Duvar, bana çok şey verdi. Beat Street, Wild Style, Style Wars gibi filmlerden sonra Hip Hop ateşi bizi de sarmıştı.

Babam beni kendi kültürümü kaybetmeyeyim diye camiye yazdırdı. Arapça öğrenmeliyim. Harflerin düzenine dikkat etmem gerekiyordu. İlk kez profesyonel anlamda yazı yazmaya Berlin’de başladım. Aklımca deneyler yapıyordum. Bir taraftan dans ediyordum, diğer taraftan etrafımdaki işaretleri inceliyor ve onlara anlam vermeye çalışıyordum. Böylece farkında olmadan yeni bir yolun yolcusu oldum. Zaman geçtikçe yazma sanatına olan merakım büyüdü. Hat sanatını, Japon yazma sanatını ve “style writing”i birleştirmeye çalışıyordum. Latin ile Arap harflerini birlikte kullanmaya çalıştım. 1995’lerde Paris’te Hassan Massoudy’nin işlerini görünce yazı yazma sanatına olan ilgimi arttırdı.

 

“35 yıldır yaratmak, kendi formumu, çizgimi ve dilimi bulmak için Hip Hop kültürünün (dans yazımı) içindeyim. İlk günden beri buna güveniyorum ve her gün biraz daha büyüyorum. Kutsanmış gibiyim” diyorsunuz. Bu sizin bir nevi manifestonuz. Çizgisel anlamdaki çalışmalarınızda bunun da etkisini görüyoruz. Siz bunun hakkında neler söylemek istersiniz?

Dans ve yazı Tanz Schrift (dans notasyonu) gibi… Uçup giden dansı yazabilmek, belki de insanlığın en büyük dileğidir diye düşünüyorum. Dans ve yazı geçici eylemler. Hatta dans daha gecici. Her şey o anda oluyor ve bitiyor. Ben de bunun üzerine çok düşünüyorum. Hislerime güveniyorum ve bunları adlandırmaya çalışıyorum. Dans, yazı ve hislerim kendimi daha iyi anlamama yardımcı oluyorlar. Dans çok katmanlı bir olay. Ruhumuzun ne kadar gelişmiş olduğunu gösteriyor sanki. Benim için yazmak bir nevi ritmi öğrenmek anlamına geliyor. İkisinin birleştiği bir mekan olmalı diyorum kendime. Orası neresi? “x” dans çizgim, “y” çizim yönüm ve bunların ortasında yeni bir mekan “z” var, o da “bozuk”un yolu. Bozuk dil, bozuk dans, bozuk düzen…

MA’, 2019, Kulturakademie Tarabya,kadirmemis.com

Kaligrafi sanatının sizin için anlamı nedir?

Başlarda öğrenmek için sürekli pratik yaptım. Yazmayı daha iyi öğrenme dileğiyle bunu asıl meselem haline getirdim. Teknik çizimin normlarini öğrendim. Gözü kapalı daktilo bile kullanabilirim. Benim için kırılma noktası Jazz Style Corner (JSC) tarafından ortaya atılan Style Writing akımıyla başladı. JSC, klasik graffitinin sınırlarına dayanmış ve artık yeni bir deneyimin gerektiğini düşünmüş. Cazın hürriyetinin aslında bir doğaçlama olduğunu kabul edersek, bu fikrin bir yansıma olduğunu söyleyebiliriz. Harflerin okunaklılığı değil, daha çok hareketleri üzerine eğiliyorlardı. Bu sanatçılarla yaptığımız performanslarda, sınırların ardına geçmeye çalışıyorduk. Dolayısıyla harfler ikonoklast ile birleşiyordu. Her harfin sesi, simgesi ve içeriği vardı. Bir içi, bir dışı. Ben de bunlardan esinlenerek harflerin dışını değil, içini araştırmaya koyuldum. Çünkü “kaligrafi” kelimesi bile yaptığım şeyi temsil etmiyordu. O yüzden “Movement of Letters” yani “Harflerin Akışı” daha mantıklı gelmeye başladı.

Bu seri, hislerimi yakalama çabamı temsil ediyor. Bu konuda Phase2, Rammellzee ve Futura gibi New Yorklu grafiti sanatçıları, yazı üzerine muhteşem bir teori geliştirmişler. Ben de graffiti sanatını dansla birleştirerek, yeni deneyimler yaşamak istiyorum.

“Sistemin dışına çıkmak için kendi sistemlerimizi çökertmek gerek”

Nowruz

Dans pratiğinizle kaligrafiyi nasıl birleştiriyorsunuz?

Sanki cevap üstteki soruda saklı. Ben bir kaligraf (güzel yazma sanatçısı) değilim. Benim dans resimlerim, yazılarım okunmaz. Dolayısıyla kendime “Urban Nomad”, “Bouzuqee (Bozuk)” gibi isimler veriyorum. Çünkü sistemin dışına çıkmak için kendi sistemlerimizi çökertmek ve yeniden icat etmek gerekiyor.

 


Hem dans sanatınızda, hem de görsel sanat çalışmalarınızda mitolojiden, geleneklerden ve ritüellerden etkilendiğinizi görüyoruz. En son Nevruz için “Happy Nowruz” isimli bir çalışma ürettiniz. Buradan yola çıkarak görsel sanatlar alanında eser üretirken nelerden ilham alıyorsunuz?

Happy Nowruz” aslında eski bir eserimdir. Yatağımın başındadır. Her gün onunla kalkarım.
Mitoloji ilgi alanlarım arasında yer alıyor, daha doğrusu Anadolu mitolojisi. Bunları yazıma işlemeyi seviyorum. Her zaman eserlerimin benimle bir ilgisi olmasını isterim. Daire şeklinde dansçılarım vardır, üzerinde ortasında sadece iki renk. Çok uygun bulmuştum Nevruz’a.

Bizim kültürümüzde Şamanlar vardır. Ağaca değen ve doğadan güç alan ve mekanlar arasında gezebilen insanlar. İlk önce Zeybek ile Şaman kültürü benzerlik buldum: Bereket alma. Ağaca yakın olmak için odun kaşıklarla ritim tutma. Zeybek yerden “permission to dance” (destur alma) ile başlıyor, sonra davul geliyor. Davul, bildiğiniz gibi, bir Şaman enstrümanı. Zeybekler, sanki yerden göğe doğru oynuyor oyunu. Bu konu benim bayağı ilgimi çekti. Dansçının aklımda yer ile göğün arasındaki ruh olduğuna inanıyorum. Çizimlerimi de ona göre uyguluyorum. Her dansım üç parcadan oluşuyor: yer, gök ve arası. Gökyüzü, yeryüzü, yeraltı, gökaltı… Dolayısıyla Zeybreak böyle karma bir dans ve ona yakışan diğer parçayı, çizimlerde arıyorum.

Dansımdaki birleşme “zeybreak” olarak çıktı. Çizim çalışmalarımda Anadolu simgelerinden ilham alıyorum. Toprak, anne, kuş, göz gibi.

Örneğin “göz”, Şaman kültüründe koruyucu göz, aslında kuş gözüymüs. Zamanla her insanın rahatça bulabileceği camdan göz (boncuk) olmuş. Grafitide de “Saint”i çok kullanıyoruz. Adının üzerine taç veya bu “Saint” simgesini ekliyoruz. Bence iki kültür arasında çok benzerlikler var.

 

“Algıladıklarım dansıma, çizgime, hayatıma yansıyor”

Arıza, 2019, Kulturakademie Tarabya,kadirmemis.com

Son zamanlarda insan figürü üzerinde çalışmalar yapıyorsunuz. Bu sırada da söz sanatlarından yararlanıyorsunuz. “Make space for that face to face embrace with grace” gibi. Bu ikisi arasındaki bağlantıyı nasıl kuruyorsun.

Soyut resimlerime anlam yüklemek iyi oluyor. Benim günlük ritüellerimin arasında her gün bir adet resim yapmak var. Çok düşünmeden başlarım ve akışına bırakırım. Bu sırada bazen müzik dinliyorum. Dinlediklerimden biri “Make Space” isimli bir parça. Estas Tonne ve Peter Moore’a ait. Çok severim. Çünkü yeni sesler, şarkılar ve türküler bana ilham veriyor. Dinlediğim şarkı, o gün çizdiğim eserimin kaynağı oluyor.

Sanatta her şey etkileyebiliyor beni. Bu noktada kendime verdiğim isimlerden biri olan “Urban Nomad”i açmak istiyorum. Şehir gezginiyim. Sesler, renkler, kokular, gölgeler… Günlük hayat rutinimde algıladıklarım dansıma, çizgime, hayatıma yansıyor. Hayat böyle bir şey. Hepsini bir bütün olarak kabul etmek istiyorum. Tıpkı bir şehir gibi.

 

Gelecekteki projeleriniz arasında neler bulunuyor?

Gelecek projelerimden biri, bir dans araştırması. Break dans alanındaki kapışmalar sırasında bir ritüelimiz vardır. Battlerock / Uprock diye dans üzerine bir teknik. Kapışmadaki bu ritüelimizde sergilediğimiz bir dans figürü üzerine araştırma yapıyorum. Bunun için Berlin’de bir burs aldım. Bu ritüelin bir ucu “Santeria” diye bildiğimiz eski bir inanca bağlanıyor. Bu simgesel hareketi Zeybek’te de bulunan “destur alma” ya benzetiyorum. Bundan dolayı da çok ilgimi çekti ve araştırmaya başladım. Yine yeni bir şeyler öğreneceğim için çok mutluyum. Bu konu üzerinde biraz dans etmek, düşünmek, yazmak ve kaydetmek istiyorum. Ardından gelecek 2021’de yine yazı ve dans bağlantılı yeni bir dans tiyatrosu projem olacak.

 

İLGİLİ HABERLER

Akbank Sanat’tan yeni dans performansı: Duo Trio

Korhan Başaran’dan yeni performans: blinDate

Daha fazla yazı yok
2024-12-22 17:41:57