Şiirsel anlatımıyla gerçekliğin belli belirsiz sınırları ve hafıza gibi temalardan yola çıkan ilk uzun metrajı Nebula ile Tarık Aktaş, 71. Locarno Film Festivali’nde En İyi Yönetmen Ödülü’nü aldı. Doğa üstünden bir çocuğun etrafında olanları ve köyle ilişkisini anlamlandırmasını izlediğimiz filmin çıkış noktasını, toprakla ilişkisini ve uluslararası film festivalleriyle ilişkimizi Tarık Aktaş’a sorduk.
Filminiz Nebula, bir çocuğun gözünden ölüm ve yaşam teması etrafında dönüyor. Böyle bir film yapma fikri ne zamandan beri aklınızdaydı?
Gelişim romanı türünde örnekler okumam bir yerden sonra beni bu filmi yapmaya yöneltti. İnsan doğasının gelişimini doğadaki işleyişe göre aktarmak istemem, ister istemez bir yerden sonra filmin yaşamı olduğu kadar ölümü içermesini de gerektirdi. Filmde ölüm içeren kısımların varlığı, yaşamın kendisinin de ön plana çıkmasını sağladı diye düşünüyorum.
İsim hikayesini dinleyebilir miyiz?
Filmin önce uluslararası ismi ortaya çıktı çünkü o dönemde yabancı yapımcılarla yoğun görüşmelerimiz oluyordu. Dead Horse Nebula hem fonetik olarak etkili hem de anlam olarak filmin yapısına ve içeriğine uyuyordu. Hatta nebula kavramı büyük ölçüde filmin yapısını oluştururken etkili oldu. Türkçe isminin de yine fonetik olarak etkili fakat bizim coğrafyaya ait olmasını istiyorduk. Ne yazık ki böyle bir isim bulamadık ve ismi Nebula olarak kaldı.
Çekimler için mekan bakarken nasıl bir süreç geçirdiniz?
Filmin çekimlerinin gerçekleştiği yerleri çocukluğumdan zaten biliyordum. Buraları annemin ailesinin köyü ve yakın çevresiydi. Senaryoyu yazarken aklımda hep bu yerler vardı. Senaryo bittikten sonra sadece gidip bu mekanları kontrol ettim. Zamanla değişmiş de olsalar benim hatırladığım özü ve dokuyu koruyorlardı.
Çekimlerde zorluklar yaşadınız mı?
Elbette yaşadık. Filmin hemen her sekansı oldukça zor hazırlıklar ve organizasyon gerektiriyordu. Fakat titiz bir hazırlık süreci ve ekip arkadaşlarımın özverili gayretleriyle zorlukların üstesinden gelebildik.
Doğa ile iç içe sahneler… Filmde toprağı işleyerek ve onu gözlemleyerek gelişen Anadolu insanının bilgeliğini ele alıyorsunuz. Sizin aranız nasıl toprakla?
Çocukken ve lise döneminde çok istemeyerek de olsa dedeme tarlada ve köy işlerinde yardım etmeye giderdim. Bu dönemde bir alışkanlık gelişti ve zamanla dedemin becerilerine çok saygı duymaya başladım. Şimdilerde toprakla uğraşmayı çok sevsem de şehirde tabii ki bu çok sınırlı olabiliyor.
Toprak insana ne öğretir?
İstediği her şeyi öğretir herhalde. Bir tohumun meyve veren bir ağaca dönüşmesini izlemek bile insana neler öğretiyor.
Ölümü topraktan uzak büyüyen metropol çocukları nasıl bir yerden sorguluyor ve görüyor olabilir?
Şehirde ölümün organik yaşam döngüsü içindeki zorunlu yerini kavramak pek kolay değil. Çünkü şehir hayatı geri kalan her şeyi bastırıyor.
Hay karakterini yaratırken neler düşündünüz? Sizin çocukluğunuzdan izleri var mı?
Bir köyde büyüdüm ve vaktimin çoğunu arkadaşlarımla dışarıda geçirirdim. Yeşillikler içinde küçük bir yerdi. Herhalde o dönemden başlayarak filmdeki karakterin sahip olduğuna benzer bir merak ve hayret duygusu bende gelişmeye başladı. Karakteri yaratırken de gözlemci ve bundan ötürü de biraz edilgen birisi olması gerektiğini düşündüm.
Sonrasında çocuk oyuncu koçuyla çalıştınız mı?
Oyunculuğun oluşturmak istediğim film dilinde büyük bir önemi vardı, o nedenle tüm oyuncularla kendim ilgilendim.
Ölü at sahnesini nasıl çektiniz? Hayvanların filmde yer almasının zorlukları var mı?
Ölü at sahnesinin birkaç çekimini bir atı sakinleştirip çektik. Oldukça kısa süren bu çekim elbette başından sonuna kadar bir veteriner denetiminde gerçekleştirildi. Geri kalan tüm çekimleri önceden hazırlanmış bir maket üzerinden gerçekleştirdik. Son olarak da tüm bu çekimler görsel efektlerle güçlendirildi ve son halini aldı. Çekimlerde hayvanlarla çalışmak maddi ve manevi olarak çok zordu. Hayvanların yaşayacağı zorlukları en aza indirmek ve onları rahat ettirmek için ekip olarak elimizden gelen her şeyi yaptık. Ve tabii ki filmde hiçbir hayvan zarar görmedi.
“Filmin kendine has bir dili var ve bundan çok etkilendiler”
71. Locarno Film Festivali’nde En İyi Yeni Yönetmen ödülünü aldınız. Bu festivalde filmi nasıl bir yerden okumuşlar? Neler farklı gelmiş?
Filmin kendine has bir dili var ve bundan çok etkilendiler. Locarno’da oldukça farklı filmlerin yer almasına rağmen bizim filmin oldukça özgün olduğunu belirttiler. Filmin sesler, görüntü ve kurgusuyla içerik ile arasında kurulan yapıdan etkilendiklerini söylediler.
Bir de Sevilla Avrupa Film Festivali var. İzleyicilerden nasıl tepkiler aldınız?
Genel olarak iyi tepkiler aldık. Anadolu ile olan coğrafi benzerliklerden kaynaklı olabilir, insan ve yaşadığı coğrafyanın insan üzerindeki etkileri üzerine daha fazla konuşma gerçekleşti.
Genele yayarsak, yurt dışı festivallerinde Türkiye’nin yeri ne sizce?
Bu soruyu her film için ayrı değerlendirmek gerekir. Her film bir diğerinden farklı olduğu için festivallerde farklı karşılıkları oluyor. Bizim filmimiz yenilikçi ve ilgi çekici bir film olduğu için, merak edilen bir filmdi ve sanırım bundan dolayı birçok festival, seçkilerinde filmimize yer vermek istedi.
Türkiye Sineması ve genç yönetmenlerin çektiği sıkıntılardan kısaca bahsetmek ve bunlara bir çözüm önerisi getirmek istesek ne derdiniz?
Bu soru uzun bir cevabı hakkediyor ve bu cevabı benim verebileceğimden de pek emin değilim. Öncelikle kaynak her yerde olduğu gibi ülkemizde de sınırlı ve her gün film çekmek isteyen insanların sayısı artıyor. Bir şekilde filminizi çektiğinizde bu sefer dağıtım ve izleyicinin az olması gibi sorunlar ile karşılaşılıyor.
“Bresson‘un sinemaya olan yaklaşımından etkilendim”
Çekimleriniz ve filminizin sakin temposu ile ilgili olarak Nuri Bilge Ceylan’ı andırıyor denilmiş. Sizde izleri olduğunu düşündüğünüz yönetmenler kimler?
Bresson‘un sinemaya olan yaklaşımından etkilendim ve çok şey öğrendim. Tabi burada söylemek istediğim doğrudan bir esin değil elbette. Daha çok sinemanın teknik ve estetik imkanlarını değerlendirme tercihlerinden bahsediyorum.
Ekibinizi de konuşalım, nasıl bir ekiptiniz?
20-25 kişilik bir ekiptik. Yaklaşık ilk haftanın sonunda aramızda iyi bir iletişim oluştu ve herkes tüm dikkatini vererek çekimlerin sonuna kadar özverili bir şekilde çalıştı.
Son olarak, Hayvanlar Alemi’nin müziklerini yaptığı filmde müziklerin kullanım yerlerine bir yönetmen olarak siz mi karar verdiniz, grup mu?
Hayvanlar Alemi film için yeni bir müzik yapmadı, kullanılan “Ineffable Dresscode” isimli parçayı eski bir albümlerinden seçtim. Filmin bu şarkıyla biteceğine nerdeyse daha senaryoyu yazmadan önce karar vermiştim.
İLGİLİ HABERLER