Star Wars evreninde Yavin Savaşı (Star Wars: A New Hope filminin sonundaki savaş) milat olarak kabul edilir. Her hikayede tekrar tekrar altı çizilen “umut” teması, bu savaş sekansında doruk noktasına ulaşır. Direniş pilotları, Ölüm Yıldızı’nın yüzeyindeki ufacık bir boşluktan dev uzay gemisinin kalbine bomba göndermekle görevlendirilir; ne var ki başarma ihtimalleri, Direniş’in sahip olduğu umut kadar zayıftır. Herkes zafere olan inancını kaybetmişken içindeki umut alevini koruyabilen tek kişi Luke Skywalker’dır. Ana reaktöre gönderdiği iki bombayla, yok edilemez zannedilen Ölüm Yıldızı havaya uçar ve Luke’un taşıdığı umut alevi bütün galaksiyi aydınlatır. Rogue One, bu alevin kıvılcımlarının nasıl çakıldığını anlatıyor.
Galen Erso, Sith İmparatorluğu’nun en önde gelen mühendislerindendir ve Ölüm Yıldızı’nın inşasında kilit bir role sahiptir. Yaşadığı mütevazı aile hayatından zorla sökülüp göreve konan Galen, bu yıkım makinesini inşa etmekten kaçamayacağını anlayınca, onun yok edilebilmesi için tasarımına fark edilemeyecek kadar ufak bir pürüz ekler. Bu hatayı ibraz eden planları Direniş’e ulaştırması için, kızı Jyn Erso’ya güvenmektedir.
İki üçlemenin arasında bir yerde
Rogue One, kronolojik olarak birinci ve ikinci üçlemenin ortasında yer alıyor. Disney’nin, her sene bir Star Wars filmi sözünü tuttuğunu görmenin yanı sıra, Lucasfilm’i satın almasıyla huzursuzlanan Star Wars hayranlarının gönlünü kazanmak için yeni taktikler geliştirdiğini görmek son derece keyif verici. A New Hope’u birebir kopyalamakla suçlanan J. J. Abrams’ten sonra Rogue One, izleyicinin karşısına çok daha özgün bir senaryoyla çıkıyor. Çekim tekniklerinin, birinci ve ikinci üçlemenin formalist yapısıyla uzaktan yakından alakası olmasa da eski Star Wars hayranlarının bu üçlemelerden hatırlayıp da sempati duyabileceği bir sürü görsel, birkaç da aksiyonel unsur barındırıyor film.
The Force Awakens’da olduğu gibi bu retrospektif unsurları müzelik birer enkaz yerine, kanlı canlı karakterler olarak izliyoruz. Ayrıca, ana karakteri Felicity Jones kadar ünlü bir oyuncunun canlandırması, Star Wars filmleri içinde avangart bir tutum sayılabilir. Hızlı ritme ve sert iniş-çıkışlara sahip senaryo da bir yenilik; filmlerin epik havası, burada daha aksiyonel bir tarza bürünüyor. Açılışta, olay örgüsünün pimini çeken tek bir sahne yerine, çatışmayı paralel kurgulanmış sahnelerle veren bir sekans izliyoruz.
Çocukluğundan beri terk edilmişlik duygusunda boğulan Jyn Erso’yu Direniş hareketine çekebilmek için bir dizi felaket gerekli. Hatta bu felaketlerin bile tam olarak yeterli geldiği söylenemez; babasının, ona olan inancını ve sevgisini asla kaybetmediğini söylediği hologram mesajı görmeden Jyn Erso, apolitik duruşundan vazgeçmiyor. Senaryonun birinci dönüm noktasından ikinci dönüm noktasına kadar olan kısmı ise, filmin bir diğer büyük teması olan güven üzerinde duruyor. İmparatorluk’un üst düzey subaylarından birinin, asiler arasında büyümüş kızı olan Jyn’in güven problemi var. Ekibiyle bir araya geldiği ilk andan patlak veren bu sorun Cassian Andor’un, babasına suikast girişiminde bulunmasıyla hat safhaya ulaşıyor. Gelgelelim, babasının başladığı işi bitirebilmek için elinde ekibindekilerden başka kimsenin olmadığını görünce Jyn, onlara güvenmekten başka şansının olmadığını anlıyor. Ekip içinde kurulan güven ve birlik-beraberlik, onlar için başarının anahtarı oluyor.
Birlik-beraberlik teması ise Chirrut’nun sürekli tekrarladığı “Ben Güç’leyim, Güç de benimle” sözleriyle mizansende beliriyor ve Direniş filosunun Scarif Savaşında Rogue One’ın imdadına yetişmesiyle pekişiyor. Direniş için ümit kıvılcımları çakan, Ölüm Yıldızı’ndaki tasarım hatasının bir İmparatorluk mühendisi tarafından eklenmesi ise filmin, Star Wars evreninin en temel konseptine riayet ettiğini gösteriyor.
İyiliğin ve kötülüğün armonisi
Japon kültürünün Star Wars temalarındaki etkisi bilinir. Jediler ile samurayları karşılaştırdığımız zaman, aradaki benzerliklerin tesadüf olamayacak kadar fazla olduğunu görürüz. Dolayısıyla bu iki savaşçı sınıfının yaşam felsefelerinin de benzeşmesi kaçınılmazdır. Ying-yang felsefesinde iyilik ve kötülük, her biri, diğerinden bir parça taşımak suretiyle bütünlük halindedir. Bu durum Star Wars evreninde “Güç” konseptiyle tezahürünü bulur. Güç’e duyarlı yaratıklarda (Jediler, Sith Lordları vs.) bunun hem karanlık hem de aydınlık tarafı bulunmaktadır. Revenge of the Sith’te Anakin Skywalker adaletin ve iyiliğin beyaz şövalyesiyken, karanlıklar lorduna dönüşür. Return of the Jedi’da ise bu karanlık lordun tekrar iyiliğe döndüğünü görürüz. Rouge One’da bu çok boyutlu karakter yapısının, Güç’e duyarlı olmayan sıradan bir insana atfedilmesinin yanı sıra, bütün Star Wars evreninin miladı olarak kabul edilen Yavin Savaşı’ndaki zaferin mimarı olarak bir Sith subayı gösteriliyor. Bu ayrıntı, Star Wars’un en temel çatışma eksenini özetler nitelikte.
Lucasfilm’in 2012’de satılması, Star Wars efsanesinin bizim evrenimizdeki miladı olarak kabul edilir mi bilinmez ama bunun çok önemli bir dönüm noktası olduğu kesin. Daha The Force Awakens’ın ismi bile ortada yokken, Disney karakterleriyle çekildiği ve sosyal medyada fenomen olan resimde George Lucas’ın gözlerinde okunan bıkkınlık, bütün Star Wars hayranlarının yüreğine endişe tohumları ekmişti. Eskinin ucuz bir kopyası olarak yorumlanan The Force Awakens ile bu tohumlar yeşerdi ve hararetli tartışmalar başladı. Star Wars mitini ticari amaçlar uğruna yok etmekle suçlanan Disney’nin Rogue One gibi bir filmle izleyicinin karşısına çıkması ümit verici. Üslubunu oturtup kendi çizgisini yakalamaya çalıştığı açıkça görülen Disney, belki ileride çıkaracağı filmlerle koyu Star Wars fanatiklerinin eskiye olan saplantısını kırabilir, kim bilir?