Yüzü çok kısa, ağzı çok büyük, burnu da çok uzun bir kadının, bir insanın, kimsenin birkaç damla mutluluk gözyaşı dökemeden okuyamayacağı öyküsü… Sophia Loren’in otobiyografisi “Dün, Bugün, Yarın”, Eren Yücesan Cendey’in harika çevirisiyle, Kırmızı Kedi’den çıktı.
(…) Geçtiğimiz günlerde seyrettiğim ‘Blue Jasmin’ filminin son sahnesinde Cate Blanchett’in yüz ifadesi şimdiye kadar hiç görmediğim bir ifadeydi ve beni inanılmaz etkiledi. O ifade içime sızdı ve yeni bir bitkinin, yeni bir çiçeğin filizlenmesini bekliyor.
(…) Bugün hala öyle olur, her türlü performanstan önce korku beni yer bitirir ama ışıklar yandığı anda kendimi bırakırım ve nasıl olur bilmem, içimdeki en iyi ben kendini ortaya çıkarır.
Bir anı kitabı mı? Otobiyografik bir roman? Ya da ünlü bir oyuncunun kendi geçmişine şöyle bir göz atıvermesi?
(…) Kaderin cilvesiyle ya da onun tipi bir oyuncu olmadığım için Fellini ile hiç çalışamamıştım.
“Dün, Bugün, Yarın”, Sofia Villani Scicolone’nin, köyü Pozzuoli’deki yokuşu tırmanışının, Sophia Loren oluşunun hikayesi. Hem de kendi kaleminden.
(…) Büyüyordum… Çirkin ördek bir kuğuya dönüşüyordu. (…) Daha engin bir denize dalmak istiyordum. Yüzme bilmesem de önemi yoktu.
O, ‘Dün, Bugün, Yarın’ın Adelina’sı, Anna’sı, Mara’sı… ‘Kızım ve Ben’in Cesira’sı… ‘Nine’da, hiçbir filminde oynamadığı Fellini’nin Mamma’sı… ‘Özel bir gün’ün Antonietta’sı… Ve daha niceleri…
Bir anı kitabının çok ötesinde, otobiyografik bir romanın dışında ve bu iki unsuru usta bir dille bir arada var eden bir kitap “Dün, Bugün, Yarın.” Babasından ayrı geçen ‘kürdan’ çocukluğunun, yürüyeceği yolda bir bastona dönüşmesinin; savaş yıllarından, fotoromanlardan, güzellik yarışmalarından ve figüranlıktan geçen bir yolun, İtalyan Yeni Gerçekçiliği’ne ve Hollywood’a kıvrılmasının hikayesi. Sinatra- Gardner aşkı, John Wayne’nin bileğini burktuğunda çocuklar gibi bağırması, Elizabeth Taylor- Richard Burton, Marlon Brondo’nun uygunsuz dokuşu, Victorio De Sica’nın derin izi, Chaplin’den ‘hayır’ demeyi öğrenmesi, eşi Carlo Ponti’den yediği tokat, sevdalısı Cary Grant, Annelik yılları, Cezaevi serüveni, Babaanne hali, Jayne Mansfield fotoğrafı ve tabi ki Marcello Mastroianni…
(…) Aptal değilim. Bu söz konusu bile olamaz işte o kadar. Burnumu değiştirirsem her şey değişir ve ben değişmekten yana değilim.
Yanında yürüyen, yanlarında yürüdüğü, yılların biriktirdiği yüzlerce dostun küçük epizotlarının eşlik ettiği bu muhteşem hayat öyküsü, torunlarına anlattığı bir rüya gibi sızıyor okuyucunun ciğerlerine. Aile olmanın, eş ve kardeş olmanın, dost kalmanın ve bir arada olmak mutluluğunun başka hiçbir kitapta (Kostas Mourselas’ın ‘Kızıla Boyalı Saçlar’ı hariç) bu kadar hissedileceğini düşünemiyorum. Bir anne kadının küçücük gülümseyişi.
(…) Doğumdan sonra ondan ayrılacak ve oğlumu hayata teslim edecektim.
Yüzü çok kısa, ağzı çok büyük, burnu da çok uzun bir kadının, bir insanın, kimsenin birkaç damla mutluluk gözyaşı dökemeden okuyamayacağı öyküsü… Eren Yücesan Cendey’in harika çevirisiyle, Kırmızı Kedi’den…
(…) Zaman akıyor, kar dışarıdaki her şeyin üzerini sessizlikler örtüyor. Acaba saat kaç oldu? Bellek tuhaf bir arkadaş, alıp öyle uzaklara götürüyor ki sen bile fark edemiyorsun. Kendini akıntıya bırakıp her şeyi unutmak…
(…) Hayat beni köklerimden uzağa savurdu ama benim yüreğim orada, o ışıkta, o dilde, Napoli yemeklerinde kaldı.
(…) Kucaklaşmamız, bütün hayatımın en yoğun anlarından biri oldu. Benim Oscar’ım onlarındı. Benim mutluluğum onlarındı.