A password will be e-mailed to you.

Başrollerini Greta Gerwig, Ethan Hawke ve Julianne Moore’un paylaştığı Kördüğüm (Maggie’s Plan) akla Woody Allen’ın entel soslu romantik komedilerini getiriyor ama içerdiği feminist esintiler sayesinde farkını ortaya koyuyor.

Şurası bir gerçek, Greta Gerwig kendi kuşağının en nevi şahsına münhasır oyuncularından biri. Oynadığı karakterlerin hemen hepsinde insana çok yakın gelen bir tuhaflık var ve izledikçe kendinizi ona daha da yakın hissediyor, oturup uzun uzun sohbet etseniz çok keyif alırmışsınız hissine kapılıyorsunuz. Çok da yanlış bir his sayılmaz aslında zira Gerwig oyunculuğun yanı sıra senaryo yazarlığı da yapıyor (unutulmaz rollerinden birini canlandırdığı Frances Ha’da senarist olarak da imzası vardı) ve üniversitede felsefe okumuşluğu, bir ara hukuğa bulaşmışlığı olduğu için de bildiğiniz oyunculara pek benzemiyor. Üstelik içinde yer aldığı her filme güçlü bir damga vuruyor Gerwig, filmin merkezinde olsa da olmasa da (ki Kördüğüm’de merkezde) perdedeki en dikkat çekici oyuncu/karakter olmayı biliyor. Zekası güzelliğiyle yarışan ender yıldızlardan olduğu şüphesiz, ve Rebecca Miller’ın son filminde de bir kez daha bunu kanıtlıyor.

Yer New York, zaman günümüz. Tek başına yaşayan ve artık bir çocuk sahibi olma vaktinin geldiğini hisseden Maggie, birine aşık olmadığı için, eski bir okul arkadaşının spermleri sayesinde hamile kalmaya karar verir. Tam bu planı uygulama aşamasındayken evli bir adamla beklenmedik bir ilişkinin içinde bulur kendini. Aşık olduğu adam, yakışıklı ama daha da önemlisi onunla aynı dili konuşan bir akademisyendir. Ayaküstü sohbetle başlayan tanışıklıkları önce tam zamanlı bir ilişkiye, ardından da evliliğe dönüşür. John (Ethan Hawke) onun uğruna son derece etkileyici ve dominant bir kadın olan Georgette’i terk eder. İşin doğrusu, ünü ülke sınırlarını aşmış bir akademisyen/yazar olan Georgette (Julianne Moore) bir yanıyla John’un kendisini küçük hissetmesine sebep olmakta, Maggie’nin daha yumuşak, handiyse anaç yaklaşımı egosuna iyi gelmektedir. Öte yandan Maggie bir süre sonra John’un kendisini fena halde istismar ettiğini, bir türlü kendi hayatını yaşayamadığını hisseder ve üç yılın sonunda bu beraberlikten kurtulmanın yollarını aramaya başlar. Ne var ki ortada bir de çocuk vardır ve işler hiç de umduğu kadar kolay olmayacaktır.

Arthur Miller’ın kızı, Daniel Day Lewis’in eşi olarak bir hayli zorlu ve zengin bir ilişki yumağından gelen yönetmen Rebecca Miller sıradan bir romantik komedi gibi tınlayan Kördüğüm’de günümüzün modern toplumunda -tabii ki batı toplumlarından söz ediyoruz daha çok- kadın, erkek ve aile gibi kavramların iyiden iyiye karmaşıklaştığı ve yeniden kimi tanımlamaların tedavüle sokulduğu bu tuhaf zamanları anlatan bir filme imza atıyor. Seks olmadan hamilelik, evlilik olmadan aile, ve kimbilir yakında erkeğe ya da cinsel ilişkiye hiç gerek kalmadan üreme… Toplumsal kodların büyük bir hızla parçalandığı bir dönemden geçiyoruz ve böylesi bir dönemde hala insanları birbirine bağlayan en güçlü şeyin aşk oluşu bir bakıma kanıtlanması imkansız bir rüya gibi geliyor. Yine de Maggie’nin meselesi biraz da aşkın yavaş yavaş silindiği iliskisine bir çıkış yolu bulmak ve tüm planların kadınlar tarafından yapılıp uygulandığı Kördüğüm bu yanıyla hayli feminist bir tona da sahip. Yer yer Woody Allen filmlerini andırıyor olması elbette karakterlerinin niteliği (akademik çevrelerde, yazarların arasında geçen aşk komedileri deyince Allen’ın akla gelmesi doğal, hele ki New York’ta geçiyorsa) ve diyaloglarının keskinliğinden geliyor. Ethan Hawke’nin oynadığı John karakteri Woody Allen’dan bu yana izlediğimiz en sağlam Woody Allen tiplemelerinden biri olabilir, o kadar akrabalık var kanımızca. Bir başka akrabalık da Maggie ile Hannah ve Kızkardeşleri’ndeki Hannah (Mia Farrow) arasında göze çarpıyor sanki. Yine de buradaki fark, Allen’ın filmlerinde kadın karakterler ekseri şaşkın erkekleri tufaya getiren “femme fatale” tiplemeler olabilirken, Miller’ın kadınlarının hak mücadelesinde izleyiciyi yanına çekmeyi bilen figürler olarak ortaya çıkmasında. Şöyle netleştirelim, Woody Allen filmlerinde erkeklere nihayetinde acırsınız, ama burada o ucuzluklara yer yok, Rebecca Miller kendi erkeklerine acımadan, izleyiciyi de manipüle etmeden çiziyor resmi: herkes hak ettiğini buluyor. Kocasını eski karısına döndürmenin bir yolunu arayan Maggie bu planında başarıya ulaşır mı bilinmez -orasını saklamış olalım en azından- ama ne istediğini bilen, hata yapsa da sahiplenip telafi etmeye gayret eden ve kendine özgü güçleriyle -zekası, karizması, personası- erkekleri idare etmeyi beceren kadınların dünyasında geçen zeka işi bir komedi her zaman karşımıza çıkmıyor, değerini bilmek gerek.

Daha fazla yazı yok
2024-12-22 08:22:58