A password will be e-mailed to you.

IŞİD, yakıp yıktığı şehirlerdeki tarihi eserleri de beraberinde binlerce parçaya ayırırken, bu yüzyıllar öncesinden kalan eserleri vatanından koparıp başka bir coğrafyada kapalı müze duvarları içinde korumak mı daha akıllıca yoksa ait olduğu yerde geride bırakmak mı? Artinfo‘da yayınlanan bu makale, böyle bir kriz durumunda koleksiyonerliğin önemini tartışıyor. 

Çeviri: Billur C. Yılmazyiğit


Şampanya ve truffle çikolataların hepsi bittikten sonra ve Van Gogh’un suluboya resmine veya Andy Warhol’un mavi ‘Jackie’si veya Mondrian’ın chrysanthemum resmine on milyon dolar ‘civarında’ bir fiyat biçildikten, bütün bunların alım-satım ve ticareti sona erdikten sonra, ‘7000 yıllık sanat tarihi’ imzalı TEFAF (Avrupa Güzel Sanatlar Fuarı) gibi olaylardan geriye kalan şu oldu: Bütün bunlar mirastır. Bütün bunlar -resimler ve çizimler ve heykeller ve masalar ve kolyeler ve lahitler ve saatler- bunların hepsi tarihin el ürünleridir, insanlara ait fikirlerin göstergeleridir ve hayatlarımızda yeralan şiire ve güzelliğe duyulan benzersiz bir insani arzudur.

2500 yıllık bu şehirden sadece birkaç sınır ötede, İslam Devleti üyeleri antik seramik vazoları ve görkemli mermer anıtları kırıp dökerken, bunu hatırlamamız önemlidir. Hatta şu anda her şeyden önemli olan şu; sadece TEFAF değil, Art Basel Hong Kong ve ardından Art Dubai dünyanın her yerinden kalabalıkları aynı anda cezbettiğinde, sergilenen sanatı görme ve ondan zevk alma amacı, sanatı satın almaktan daha az çekici hale gelmiş gibi görünüyor: Ticari fuar olarak sanat fuarı, aslında bir otomotiv sergisi veya diyelim, elektronik aletler veya dişçilik aletleri fuarından çok da farklı değildir.

Ancak burada sergilenen, dişçilik aletleri değildir elbette. IŞİD’in, kendi hazırladığı YouTube videoloarını yayınlayarak, bin yıllık Nemrud şehrini buldozerlerle yıkmasına ve Musul Müzesi’ndeki hazineyi parçalamasına, dünyanın dehşete kapılarak tepki göstermesinin nedeni de budur zaten.

Belki de diğer bütün fuarlardan çok TEFAF’ta, bu kaybın muazzamlığı -ve değerinin büyüklüğü- özellikle çok fazla olmuştur.

Cybele Galerisi’nin sahibi ve (ne acıdır ki terörist gruba değil de, tanrıça ISIS’e adadığı) IŞİD’ten Kibele’ye (De Cybele a Isis/From Cybele to ISIS) adlı kitabın yazarı Jean-Peirre Montesino, “İdeoloji adına belleğin yok edilmesidir bu. Öldürülen insanların başına gelenler korkunç ama, bu tür şeyler her gün oluyor. Irak’ta buldozerler gördüğünüzde, bunun bambaşka bir anlamı var” diyor.

Montesino, IŞİD’in bu tür vahşetleri gerçekleştiren ilk örgüt olmadığını; “Taliban güçlerinin 2001’de Buddhas of Bamyan heykellerini parçaladığını, İslami güçlerin 25 Ocak 2011 Mısır Devrimi’nden sonra Kahire’deki Mısır Ulusal Müzesi’nde, vitrin açmak amacıyla bir Tutankamon heykelini koçbaşı olarak kullandığını” hatırlatıyor. Bu tür olaylar -Tunus’ta geçen hafta müzeye düzenlenen saldırı da dahil olmak üzere- Kültürel Politika Komitesi’ni (Committee for Cultural Policy (CCP)) ‘insanlık tarihinin bekçisi gibi davranma’ özelliğine sahip olan küresel müzeleri inkar eden kültürel değerler politikalarını yeniden gözden geçirmeye davet etmesinin yolunu açmıştır. Aslında arkeolojik hazinelerin Batılı müzelerde çok sayıda Asur heykelinin zarar görmeden korunması nedeniyle, örneğin (artnet.com’un haberine göre) Londra British Museum ve New York Metropolitan Museum gibi müzeler Tunus saldırısına karşılık şimdi polis tarafından korunmaktadır.

Geldiği toprağa ait olan ulusal mirasın yerinden edilmesine dair yaygın şikayetlere rağmen, CCP ‘Ninova’da yaşanan trajedinin, bütün sanat eserlerinin ya geldiği toprakta kalmasını ya da o toprağa iade edilmesini gerektiren kültürel bir miras politikasından kaynaklanan kayıpların ifadesiz bir keder yaratan çok acı bir örneği’ olduğunu ifade ediyor.

Şu anda Axel Vervoordt’la çalışan klasik arkeolog Noach vander Beken, IŞİD saldırıları karşısında ‘söyleyecek söz bulamadığını’ ifade ediyor ve “İnsanların, her şeyin ait olduğu yerde olması gerektiğini söylemeleri şaşırtıcı ama, bugün bakacak olursanız bütün miras kayıp. O halde bu bağlamda düşünecek olursak, müzelerde yer alan ve dünyanın paylaştığı birkaç parça mı, yoksa sonsuza dek yok olan bütün bir miras mı; hangisi daha iyi? Koleksiyonerlik eylemi ve bu motivasyon, bugün kültürel miras için son derece önemli bir hale gelmiştir.” diyor.

Eserleri, ait oldukları topraklarda korumayı uman arkeologlarla satıcılar arasında uzun zamandır bir gerilim yaşanıyor, Vander Beeken’in bir dünyadan diğerine yaptığı geçiş alışılageldik değil ve Beeken çelişkinin farkında. Bununla beraber, tarihin ve kültürün korunması açısından yaşamsal olarak gördüğü şimdiki işine kendini daha da adamış. “Arkeoloji hayli romantik bir alan. Elbette doktora yaparken insanlar bana eser toplamanın ve sanat eserlerini pazarlamanın ilgilenilebilecek en kötü konular olduğunu söylemişlerdi ama, şimdi farklı düşünüyorum. Aslında bu, burada gerçekten ne yaptığımızı doğruluyor: Duygusal açıdan bakarsak, bir koleksiyoncu, mirası uzun vadeli olarak koruma altına alabilme konusunda kendisini son derece ayrıcalıklı hissetmelidir. Ve eseri yatırım amacıyla satın almıyorsa, işte bu olabilecek en güzel şeydir: İnsanların bir nesneye göz kulak olduğunu görmek, ve yemekli bir davet sırasında insanların eser üzerine sohbet etmesi, bunun bir biyografisi vardır, ve var olmayı sürdürür.”

Daha fazla yazı yok
2024-11-02 10:35:39