Dirimart Dolapdere Sanat Galerisi’nde açılan “Ayna” adlı sergisinde Sarkis, ‘Ayna’yı insanlık tarihinin iz düşümündeki kimi olayların şimdinin durağında nasıl yankılandığı üzerine kuruyor. Şimdinin içindeki veya gelecekteki umudu göstermeyi de ihmal etmiyor.
Andrei Tarkovksy, sinemanın sınırlarını zorlayarak (sinemayı şiirsel bir dil, ritim ve görüntüyle ifade etme) birbirinden önemli filmlere imza attı. Bunlardan biri, hiç şüphesiz Mirror / Ayna adlı filmiydi. Sanatçı Ayna’da çocukluğunun derin, gizli, mutlu, mutsuz, karanlık noktalarına yönelir. Kendisi için en önemli çocukluk imgelerini şiirsel görüntünün olanakları ölçüsünde hayata geçirir. Taşrada geçen çocukluk günleri… Anne ile olan ilişki, babanın varlığı ve yokluğunun yarattığı aile içi açmazlarla beraber; rüzgârlar, ağaçlar, buğday tarlaları, hayaller ve rüyalarla iç içe geçen kendine özgü bir dünyayı gösterir.
Tarkovksy bununla da kalmaz, Ayna’yı bu kez çocukluğunun geçtiği İkinci Dünya Savaşı yıllarına çevirir. Film içine yerleştirdiği epizodlarla savaşın ve ilerlemenin dünyayı ne hale getirdiğini göstermeye çalışır. Tarkovksy Ayna’sını izledikten sonra kendi çocukluğumuzun nostaljisine kapılmadan bizim için en önemli imgeleri aramayanımız yoktur sanırım. Anne, baba, kardeşlerimizle olan ilişkimizi… Dahası kendi çevremizde, dünyada olup bitenleri ve kötülükleri.
Kavramsal sanatın ve yerleştirme sanatının dünyadaki en önemli temsilcilerinden biri olarak kabul edilen Sarkis, Norveçli sanatçı Munch’un ‘Çığlık’ adlı tablosunu gördükten sonra başladığı sanat hayatının kimi duraklarında, Ajanta’daki (Hindistan) mağara resimlerinin reprodüksiyonlarını görerek yoluna devam eder. Zaman içinde renkleri, ışığı, belleği, katranı, Blackout ve Kriesgsschats ( Savaş Ganimeti) gibi birçok kavramı işlerine katar. Paris’teki atölyesini bir bellek gibi kullanan sanatçı, müziğin, sinemanın, fotoğrafın olanaklarından da yararlanır. Bütün işlerini de Leica fotoğraf makinesiyle fotoğraflar.
Ayna şifrelerle dolu
Bugün Tarkovsky Aynası’ndan sonra bir Sarkis Aynası’ndan da bahsedebiliriz diye düşünüyorum. Dolapdere Dirimart Sanat Galerisi’nde açtığı ‘Ayna’ adlı sergide Kaptan Sarkis, Tarkovksy gibi çocukluğunun derin imgelerine yönelmiyor. Sanatçı Ayna’yı, insanlık tarihinin iz düşümündeki kimi olayları şimdinin durağında nasıl yankılandığı ve geleceğe nasıl seslendiği üzerine kuruyor. Geçmişin içinde saklı kalan trajedileri, yeni bir bakış açısıyla şimdide buluşturmasının yanında, gören gözü geçmişin nostaljisinden kurtararak güncelin yakıcılığını hissedilebilmesini de sağlıyor. Geleceğe dair umudu da kendi içinde besleyen işler olarak da bu zor günlerde ayrı bir önem taşıyor. Eserlerinde gözlenen bu çaba daha dikkatli bakmayı gerektiriyor. Zira Ayna şifrelerle dolu bir sergileme içeriyor.
Kişisel tarihinden özel iki mekân
Her sergisini işlerin birbiriyle ve mekânla kurduğu ilişkinin ve bağlamın önemini göz önünde bulundurarak açan Sarkis, yeni sergisinde de mekânın eserlerle kurduğu organik ilişkiyi Dirimart’tan içeri girdiğinizde gözlemleyebiliyorsunuz. Karşılıklı uzun iki duvarın yanında bir de karşıda uzun bir duvara yayılmış işler var. Her bir eserin nefes alabileceği şekilde yerleştirildiği işlerde fotoğrafların yanı sıra, neon ışıklar, ferforje ve vitray gibi farklı maddelerde oluşan eserler göze çarpıyor.
Dirimart’tan içeri girdiğimde hemen solda Sarkis’in kendi kişisel tarihinde önemli bir yere sahip bir fotoğrafla karşı karşıya geliyorum. Sarkis’in de ifade ettiği gibi galeriden çıkıp sağa sapıldığında Çaylak Sokak’ta yokuşun başında olan ve çocukluğunun geçtiği evden bahsediyorum. Sergilediği işlerin çevresiyle kuracağı ilişkiye de önem veren sanatçı sergideki bu işi çocukluğuyla kesiştirerek vermiş. Yine sanatçının kendisi için önemli bir yere ait fotoğraf karşılıyor beni. Çaylak Sokak’taki eve ait fotoğrafın hemen yanında, sanatçının uzun yıllar atölye olarak kullandığı ve 2016 yılında boşalttığı bu yerin tavandan tabana kadar uzanan fotoğrafı var. Bir de bu fotoğrafın ortasında yine bu yerin küçültülmüş bir fotoğrafı var. Ve fotoğrafın çerçevelendiği tabaka vitray yöntemiyle bölümlere ayrılmış. Bu iki eserden sonra Sarkis, Ayna’yı başka dünyalara çeviriyor. Ve sergi boyunca tarihteki kimi tanıklıkları göstermeye çalışıyor. Bu tanıklıklar arasında karşılıklı duvarlarda ferforjeden üretmiş olduğu sarı renkteki gökkuşakları var. Bu eser, demirin yaşayan bir şey olduğunu vurgulanmasının yanında, sergi mekânına başka türlü bir ışık saçıyor.
İnsanlık tarihinin savaş denilen barbarlıktan kurtulamaması
Sağ taraftaki işte Sarkis, aynayı tuval olarak kullanıyor. Bu aynada kırmızı rujla boyayarak yaptığı bir gemi var. Bu geminin gövdesine yazılmış “Kriesgsschatz (Savaş Ganimeti)” yazısı göze çarpıyor. Egemenlerin veya savaşanların inisiyatiflerine bırakılmış çoğunlukla da yağma edilerek ele geçirilen bu ganimetler Sarkis’in elinde yazgısından kurtuluyor. Başka bir anlam kazanıyor. Bu savaş ganimeti, galerinin ortasında uzanan aynanın üzerinde Bismarck savaş gemisinin rujla boyanmış kırmızı renkli maketiyle birleşiyor. İkinci Dünya Savaşı’nda batan bu geminin yapılan maketinin bir ayna üzerinde yer almasının ne türden bir anlamı olabilir? Sergilenen eserlerin birbiriyle ilişkisi buradaki aynaya baktıkça daha bir anlaşılır oluyor. Bu aynanın etrafını dolanıp da diğer işlerin aynaya yansımasını gördükçe insanlık tarihinin savaş denilen barbarlıktan kurtulamadığını anlıyor insan.
Bir yıldırım hızında beliren geçmiş
Hemen karşıda Louvre Müzesi’nde sergilen Paolo Uccello’nun San Romano Savaşı’nı anlattığı resmi Sarkis’in elinde bu resme bakan insanların birlikteliğiyle bir fotoğraf karesine giriyor. Uccello’nun bu tanıklığında resmettiği o kanlı savaşın içinden çıkan mızraklar bu eserin hemen yanında yer alan neon ışıklarının yıldırımı andıran görüntüsü altında yeniden yorumlanıyor. Geçmişin trajedisi şimdinin belleğinde bir yıldırım hızı kadar geçici ya da biraz sonra zihinde başlayacak etkili bir sağanağa dönüşüyor. İnsanlık tarihinin ortak belleğinden kaçış ya da kaçtıkça kurtulamamanın ızdırabı olarak beliriyor. Ama neyse ki Sarkis, geçmişin karanlıklarla dolu belleğinden kurtulamasak da şimdi ve gelecek için umut taşıyacağımız bir işi hemen devreye sokuyor. İkinci Dünya Savaşı yıllarından bir fotoğrafla yapıyor bunu.
Nasıl olur diye soracaksanız. Şöyle oluyor: Tamamen harap ve çoğunlukla yıkılmış bir halde bulunan bir odanın içinde mevzide bekleyen askerlerin hemen arkalarında yer alan bir piyanonun ve vazonun içindeki çiçeklerin yer almasıyla. Aynı zamanda dış duvarı tamamen çökmüş bu odanın içerisiyle dışarısını ayıran bir yırtığı tekrar birleştirerek… Bu yırtıkla beraber dışarısı huzurun, sükûnetin ve sessizliğin bir alanıyken, içerisi yıkımla beraber bir umuda dönüşüyor. Bu fotoğraf yandaki duvarda yine savaştan ya da bombardımandan zarar görmüş bir kütüphanenin içinde kitap sayfalarını karıştıran insanlarla birleşiyor. Ingeborg Bachmann’ın “Bir koltuk taşıdım bahçeye ve okuyorum. Kararlıyım, bombardıman başladığında, okumaya devam edeceğim” dizelerinde olduğu gibi.
Tarkovsky ya da Sarkis Aynası’na ve başka aynalara günümüzde ihtiyacımız hiç olmadığı kadar var… Siz de Sarkis Aynası’nı daha yakından görmek isterseniz 19 Şubat’a kadar sergiyi gezebilirsiniz.