12 Aralık 2018’de sanatçı ve yapımcı Cana Bilir-Meier, Münchner Kammerspiele’de Almanya’nın politik olarak sağa kayışıyla ilgili bir kamusal tartışmaya katılmak üzere davet edildi. Konuşmanın düzenlenmesini ve moderatörlüğünü Kasper König üstlendi. Konuşmadan sonra Bilir-Meier, König’in tartışma sırasında ve öncesinde takındığı ırkçı tavırları ve ırkçı söylemini ortaya koyan bir Facebook paylaşımı kaleme aldı. Ayrıca konuşmanın kısa bir bölümünü içeren bir videoyu da paylaşıma ekledi:
Bu mektupla Cana Bilir-Meier ile olan dayanışmamızı vurgulamak istiyoruz. Bu olayı izleyen bu tartışmanın nasıl olup da Cana Bilir-Meier’in şahsına indirgendiğine tanık olduk. Bu olayın istisnai bir vaka olmadığında ısrar ediyoruz. Bu iki kişi arasında geçen kişilerarası bir çatışma değil sadece. Tam tersine bu olay göçmenler/siyahlar/yerliler/lezbiyenler/queerler/trans artists of Color’lar olarak bizim defalarca deneyimlediğimiz mekanizmaları açığa çıkartmakta.
Bizim kişisel ayrımcılık deneyimlerimiz farklılaşabilse de, hepimiz ırkçılıkla karşı karşıyayız. Sanat dünyasının içindeki hiyerarşiler ve bunların ürettikleri bağımlılıklar (evet, biz bile birşeylerin üzerinden yaşamak zorundayız!) çoğu zaman kendimizi ayrımcılığa karşı savunmamıza ve ayrımcılık üzerine konuşmamıza izin vermiyor. Oysa Cana Bilir-Meier kendisini savundu, sadece kendi başına gelen ayrımcılığı dillendirmekle kalmadı, pek çok insanın yaşadıkları ayrımcılığı ortaya koydu!
1. Eleştirilerimizi ifade ettiğimizde ırkçılık ve ayrımcılığın yapısal düzeylerinin yok olduğunu ve eleştirilerimizi haykırdığımızda saldırgan ve kendi kendi acıyor olmakla suçlandığımızı gözlemledik! BIKTIK,
Sürekli olarak kapitalizmin, ulus devletlerin, hegemonyanın, heteronormalciliğin ve çeşitli ayrımcılık biçimlerinin birbirleriyle iç içe geçmiş olduklarını açıklamaktan BIKTIK
Irkçılık, cinsiyetçilik, homofobi, sınıfçılık, semitizm karşıtlığı, islam karşıtlığı ırkçılığı/islam fobisi ve trans fobisi gibi ayrımcılık biçimlerinin yargılamak ve tercih etmek ve evet en sonunda öldürmek için kullanılmaları olgusundan BIKTIK. Bu tür ayrımcılıklar belli insanların ekonomik ve politik düzenlere katılımını ve erişimini kolaylaştırmak için kullanıyorlar. Bu tür ayrımcılıklar daima tahakküm yapılarını sürdürmek için kullanılıyorlar.
Yapısal ayrımcılığın önemini yok sayan ve onun politik ve sosyo-ekonomik etkilerini gizleyen kişiselleştirilmesinden BIKTIK.
İnsanların nasıl olup da dayanışmalarını ifade edip, ırkçılık karşıtı olduklarını açıklayıp ve kendilerini ırkçı ayrımcılığa karşı konumlandırıp bunun hemen ardından yapısal olarak hiçbirşeyi değiştirmeye hevesli olmamalarından BIKTIK.
2. Kurumlar “eleştirel” bilgiyi sorumluluk üstlenmeden ediniyorlar ve bu da ayrımcılık biçimlerini yeniden üretiyor! BIKTIK,
Bir yandan göçmenliğe, ırkçılığa, sömürgeciliğe, vb. “eleştirel” olarak değinen ama öte yandan aynı zamanda ayrımcılığı yeniden üreten sanat dünyasından BIKTIK.
İnsanların bizimle konuşmasından ama sonra bizim bakış açımızı ve sesimizi görmezden gelmesinden BIKTIK. Davet edilmekten, ama ancak eleştirilerimiz kurumun/kişinin gündelik pratiğine müdahele etmediği sürece ilginç kalmaktan, tam tersine onlara imajlarını geliştirmek için yardım etmekten BIKTIK.
Kurumların kendi dışlarındaki eleştirel sanatsal, politik konumları geçici olarak almalarından ve kendimizi ırkçılık hakkında eleştirel olarak ifade eder etmez bizi kavgacılıkla ve işbirliği yapmamakla suçlamalarından BIKTIK.
Büyük sanatsal ve kültürel kurumların nasıl olup da ırkçılık, göçmenlik, sömürgecilik üzerine eleştirel olarak düşünmek istemelerinden ama sonra sadece beyaz insanların iyi kazançlı, istikrarlı işleri almalarından BIKTIK.
Aynı insanların ve kurumların tümünün de ayrımcılıklar hakkında genellikle sessiz kalmalarından ve bu kurumların hala ayrımcılığın farkına vardırılmak zorunda olmalarından BIKTIK.
Kararlar ve eylemler asla değişmezken, insanların ve kurumların kendilerini “açıklıkla”, eleştirel bilinçle ve eleştirel söylemlerle süslemelerinden BIKTIK.
3. Yapısal ayrımcılığın hayatlarımız ve yaratıcılığımız üzerindeki etkisi ne? BIKTIK,
Yargılanmaktan ve bizim hakkımızda oluşturulan basmakalıp imgelerden BIKTIK.
Sanatsal ve kültürel kurumlar ve üniversiteler tarafından nesneleştirilmekten BIKTIK, öyle ki bu kurumlar sanat ve bilgi üretiminin nasıl görüneceğini, bunların hangi dili açık bir biçimde konuşabileceklerini, kimin kim hakkında ve nasıl konuşabileceğini belirlerler.
Güç yapıları ve gücün bakışının düşünmenin, hissetmenin, yazmanın, öğrenmenin ve görmenin ne olduğunu tanımlama biçimlerinden BIKTIK.
Söyleşilerimizi kapalı kapılar arkasında ve kişisel bir tarzda sürdürmek istemediğimiz için “kişisel ve yaratıcı söyleşiler” gerçekleştirmeyi imkansızlaştırmakla suçlanmaktan BIKTIK.
Sadece yanlış anladığımızı ve bunun o anlama gelmediğini, abarttığımızı ve bunun ırkçılıkla hiçbir ilgisi olmadığını işitmekten BIKTIK.
Ayrımcılık bizi duygusal olarak etkilediğinden ve tamamen gerçekçi bir düzeyde ilişkilenmediğimiz için fikirlerimizin itibarsızlaştırılmasından BIKTIK.