A password will be e-mailed to you.

 

Bu yılki Mamut Art Project’te fotoğraf, video, desen ve seramik türünde işler ön plandaydı. Geçtiğimiz yıl ilk sinyallerini vermeye başlayan bu eğilimler daha da güçlenerek, bu kez karşımıza stand mantığından uzaklaşmış, adeta labirent biçiminde kurgulanmış, izleyici deneyimini daha dinamik ve sürprizli hale getiren bir sergi mekanında çıktı. Bu yapı içinde video işlerinin çoğunun ana mekandan yalıtılmış odacıklarda sunulması da bir diğer olumlu yaklaşımdı. Öte yandan eski yerleşim planı her ne kadar tekdüze bir fuar ortamını çağrıştırsa da, birbirinden net biçimde ayrılan alanlar oluşturarak enstalasyon türündeki işlerin deneyimlenebilmesi için daha elverişli mekanlar sağlıyordu.

Bu alternatif kurgunun benimsenmesinde eserlerin büyük bölümünün küçük ve orta ölçekli, iki boyutlu ya da ekran temelli olmasının da önemli bir rolü olduğunu düşünüyorum. Bu seçimlerin ardındaysa, içinden geçmekte olduğumuz politik ve ekonomik süreçlerden bağımsız olmayan birtakım kaygıların olduğunu sezmek mümkün. Erişilebilir, taşınabilir, başka bir deyişle satışı görece daha kolay olan işlere ağırlık verilmesi; bilindik güncel sanatsal yaklaşımlara sadık kalınarak riskten kaçınılması ve sanatçının otobiyografik deneyimleri, bireysel kimliği ve iç dünyasına toplumsal meselelerden daha fazla görünürlük sağlanması bu kaygıların somutlaştığı başlıca tercihler olarak görülebilir.

Underground bir atmosferin yaratılmaya çalışıldığı, ancak aynı zamanda işlerin prodüksiyon kalitesinin gayet yüksek olduğu Mamut’ta ilk kez bir konuşma programına yer verilmesi de, son yıllarda ortaya çıkan Base gibi benzer etkinliklerin konuşmalar üzerinden izleyici çekme potansiyelinin ne denli yüksek olduğunun anlaşılmasına bağlanabilir. Üstelik konuşmaların içeriği motivasyon, üretkenlik ve farkındalık gibi kavramlardan hareketle çok daha geniş kitlelere hitap edecek şekilde hazırlanmış. Konuşmacıların profili sanat profesyonelleriyle sınırlı tutulmayıp, sanata yabancı olmayan birkaç medyatik isim de programa dahil edilmiş. Oysa bu isimlerin katılımcı sanatçıları da içine alan bir dizi panelde moderasyon yapması, ya da katılımcı sanatçıların kendi konuşma programlarının olması ve izleyicilerin onlara yapıtlarıyla ilgili sorular sorabilmesi, genç sanatçıların kendilerini ifade edebilme konusunda deneyim kazanmaları için daha yararlı olurdu. Umarım önümüzdeki yıllarda bu program daha da zenginleşerek katılımcı sanatçıyı merkezine alan bir içerik ile karşımıza çıkar.

Sürdürebilirlik sanat ekosistemimizin açmazı

Ancak daha önceki yazılarımda da sık sık değindiğim ve bu tür etkinliklerin mevcut yapılarıyla yeterince yanıt vermelerinin mümkün olmadığı önemli bir sorunumuz var: Sürdürülebilirlik, sanat ekosistemimizin en büyük açmazlarından biri.

Ekonomik darboğazla birlikte özel müze ve ticari galeri modelinin hızla düşüşe geçtiği bir dönemde sanatçılar, önemli zorlantılarla baş etmeye çalışıyor. Bir yandan profesyonel sanat malzemelerinin büyük bölümünün yurtdışından gelmesi ve döviz kuruna bağlı olarak aşırı pahalılanması, yeni ve teknik niteliği yüksek iş üretebilmelerinin önünde ciddi bir engel oluşturuyor. Diğer yandan koleksiyonerlerin yerel piyasaya karşı sarsılan güvenleri ekonomik belirsizlikle birleşince ortaya çıkan durgunluk, önce kira masraflarını çıkaramaz duruma gelen galerileri, sonra da atölyesinde koleksiyonerle doğrudan pazarlığa girişmek ve rayicinin oldukça altında fiyat tekliflerine razı olmak zorunda kalan sanatçıları vuruyor. Böyle bir ortamda mevcut devlet güzel sanatlar üniversitelerinin her yıl binlerce mezun verdiği düşünüldüğünde, insan özel üniversitelerde son on, on beş yılda açılan onlarca sanat bölümünün varlığını sorgulamadan edemiyor.

İçinde bulunduğumuz bu durum, yazar ve küratör gibi diğer sanat profesyonelleri için de zor koşullar yaratıyor. Müzeler ve galeriler ya bilindik isimlerle çalışmak, ya da yeni isimlerle çalışmaları söz konusu olduğunda ekonomik sıkıntıları öne sürerek ücret ödemeden iş yaptırmak istiyor. Sürekliliği olan pozisyonlarda bu döngü en çok stajyerlik üzerinden işletiliyor. Proje bazlı pozisyonlarda, özellikle genç yazar ve küratörlerin piyasada görünmek ve kendilerine yer edinebilmek adına bazen yıllarca karşılıksız çalışmayı kabul etmekten başka seçenekleri kalmıyor. 2000’li yıllarda sayısında patlama yaşanan ve her yıl yüzlerce mezun veren kültür-sanat yönetimi bölümleri düşünüldüğünde, manzara fazlasıyla kaygı verici. Ne alanda bu mezunlara düzenli istihdam sağlayabilecek sayıda ve kapasitede kurum var; ne de buna cevap verecek sayıda ve hızda yeni kurumun yakın gelecekte açılma ihtimali.

Sonuç olarak ortaya bu alanda tutunabilmek umuduyla karşılıksız, ya da gülünç meblağlar karşılığı çalıştırılıp duran devasa bir grup genç ve donanımlı insan çıkıyor.

Bu etkinliklerin bir veya birkaçında hızla görünür olan sanatçıların kaçı, orta ve uzun vadede mesleklerini profesyonel olarak icra edebiliyorlar?

Üstelik aynı anda eğitimi ve birikimi farklı alanlarda olup piyasaya başka kanallar üzerinden giriş yapan ve maddi karşılık beklemeden proje üretmenin işveren gözünde normalleşmesine neden olacak şekilde ilerleyen bir kitlenin varlığı söz konusu. Bu noktada büyük fedakarlıklarla akademik eğitimi alınıp uzun vadede sürdürülebilirliğini yitiren meslekler kervanına kültür ve sanat yönetiminin de girdiğini bence rahatlıkla söyleyebiliriz; güncel sanatta

2000’lerin ortalarından 2012-13’lere kadar süren Lale Devri’nin verdiği özgüven ve coşkuyla birbiri ardına açılan bu bölümler, kendi kuyruğunu kemirmeye başlamış Ouroboros’u andıran bir sektöre kronik olarak gönüllü ve stajyer yetiştiriyor. Bugünkü yapısıyla sanat ekosistemimiz, varlığını sürdürebilmek için karşılıksız emeğe giderek daha bağımlı hale geliyor. Bu koşullar altında gerek sanat yapıtında, gerek etkinliklerinde niteliğin gelişmesi, hatta korunması bence imkansız.

Hal böyleyken Mamut, Base ya da Günümüz Sanatçıları gibi genç sanatçılara, bazen de küratörlere destek mottosuyla yola çıkan yarışma ve etkinliklerin, sanat ve kültür alanındaki mesleklerin sürdürülebilirliğine gerçek anlamda katkıda bulunması ne denli mümkün? Bu etkinliklerin bir veya birkaçında hızla görünür olan sanatçıların kaçı, orta ve uzun vadede mesleklerini profesyonel olarak icra edebiliyorlar? Elde ettikleri görünürlük, etkinliğin ve onu düzenleyen kurumun görünürlüğünün önüne ne kadar geçebiliyor? Bu etkinlikleri düzenleyen kurumların bunu kamuoyuna duyurmak istemesinden daha doğal ve gerekli bir şey yok elbette. Ancak bu kısa döneme yayılan güçlü ses, uzun süreye yayılan daha mütevazi ve farklı destek biçimleriyle dengelenmeli ki, sürdürülebilirliğe gerçekten katkısı olsun. Örneğin etkinliklerin tanıtımına harcanan bütçenin bir bölümü, katılımcı sanatçıları ya da küratörleri mesleklerinde daha uzun süre destekleyecek bir fona aktarılabilir.

Güncel sanatımızda özgünlük ve çeşitlilik nasıl artar?

Yalnızca en varlıklı koleksiyonerlerin erişebildiği belli başlı sanatsal yaklaşımların ekonomik olarak daha erişilebilir olan birtakım benzerlerini üreterek bu yarışmalar üzerinden dikkat çekmeye çalışan sanatçılar ve küratörler, yine aynı kurumlar tarafından yurtdışına müze ve galeri gezilerine, mesleki eğitimlere ya da konuk sanatçı programlarına gönderilebilir ve orada bu kaygılardan sıyrılmış olarak kendilerini bulabilecekleri bir üretim alanı açılabilir. Böylece güncel sanatımızda özgünlük ve çeşitlilik artar; bir dönem uluslararası müzayedelerde dikkat çeken Türkiye sanatı, hem evrensellikle olan bağını güçlendirip hem de onu küresel sanatın zayıf bir taklidi olmaktan kurtaracak bir düzeye erişir. Benzer bir yaklaşımla, vakıf üniversiteleri kendi sanat fakültelerini kurmak yerine devlet üniversitelerinin güzel sanatlar fakültelerinde okuyan öğrencilere burs ya da fon sağlayabilir; hatta bu üniversitelerdeki fiziksel olanakları iyileştirmeye katkıda bulunabilir. Bu tür girişimlerin kurumlara kısa süre içinde büyük bir görünürlük sağlamayacağı bir gerçek; ancak uzun vadede kuyruğumuzu kemirip hep birlikte yok olmamızı engelleyecek tek çaremizin bu olduğuna inanıyorum.

 

 

Daha fazla yazı yok
2024-11-02 10:27:52