Ali Şimşek’in figüratif resmin yükselişine ilişkin tespitini köşemde tartışmaya açmıştım. Tophane’de açılan galeri Mixer’de yaptığı konuşmasında daha nice tartışmalar yaratacak başka tespitleri var.
Mixer’deki diğer konuşmacı Rahmi Öğdül’ün Radikal kitap ekinde eleştirmen olmadığı, şef garsonluk yaptığını iddia edişinden sonra sözü Ali Şimşek aldı. İşte Ali Şimşek’in bugüne, yaşadığımız kriz dolu günlere ilişkin tespit ve önerileri:
"Tuhaf bir şekilde 2000 sonrası güncel çağdaş sanatta, burjuvaziden gelen sanatçılar görüyoruz. Bunun daha da artacağını söyleyebilirim. Bu artacak çünkü mekansal networkler bunu gerektiriyor. New York’ta küratörlük okumak, Londra’da sanatçılık okumak… Clubbing yapı meselesi. Herkes birbirini burada buluyor. Orada burada okudun mu oraya gittin geldin mi daha kolay oluyor. İşte bu yükselecek. Yükseldiği zaman dışlayacak… Birileri dışlanacak.
Hangi sanat eleştirisinden bahsediyoruz? Teşvikiye-Nişantaşı galerilerinin çıkardığı sanat galeri dergilerden herhangi bir eleştirellik beklenemez. Radikal gazetesinin güncel çağdaş sanatı belirler hale gelmesi de başka bir üst sınıf yaratıyor. Radikal gazetesi de networkleşmenin bir devamı. Eleştiri tartışmasının Radikal‘de başlaması da düşündürücü. Şef garsonluk yapan bir odaktan bahsediyoruz.
Bir sanatçının networkleşmeden yani Akbank, Yapı Kredi, Salt gibi kurumların networklerine girmeden bir galericinin dikkatini çekmesi zor. Bir koleksiyonerin çekmesi ise çok zor. Küçücük bir yapı aslında sanat.
90’lar güncel çağdaş sanatın yükseliş dönemiydi. Güncel adımlıyordu. Bunun Dubai ayağını da bunun soylulaştırma anlarını da yaşadık. Mekanların dönüştüğüne tanık olduk. Ama güncel çağdaş sanat şu an şişti.
Uzun dönemde kuvvetlenecek sanatçı akışı var. Yoğun galeri patlaması var ama bunu satın alacak mali yapı, tümünü kapsayacak bir durum yok. Dolayısıyla müthiş dışlayan bir yerlere doğru gidiliyor.
Mekanın en iyisi, renovasyonun, ışıklandırmanın en güzeli, benzer sınıftan gelen talepler, benzer sınıftan gelen işler, benzer sınıftan gelen küratöryel yönelim aynı zamanda yoksullaşma ve dışlama anlamına geliyor. Uzun dönemde artarak gidecek bu iş. Eleştirinin krizi dediğimiz şey bu aynı zamanda…
Eleştiri doğuşundan itibaren sosyal demokrat, sosyalist, Marksizm kökenlidir. Türkiye’de sanat eleştirisi örgütlenmesinde de bunu görmek mümkün değil. AICA, beyaz Türk yapısı diyerek aramızda espri konusudur. Sansür vakasında da nasıl ikircikli davrandığını gördük. Yine networkten ötürü. Onlar da çıkamaz o networkten…
Bu dışlanma yüzünden önümüzdeki dönem yoğun sanatçı intiharları bekliyorum. 19. yüzyılla karşılaştırma yapıyorum ister istemez…. Modernizm alkolizmdir. Terebenttir. İçilir. Trajik açıkçası… Allah gecinden versin.
Sanatçı burjuva olursa bu da tehlikeli. Niye ayrımcılık yapıyorsun diyeceksiniz? Ayrımcılık yapmıyorum. Krize ilişkin konuşuyorum. Sanatçı burjuva olursa, üst sınıftan gelirse, altı orta sınıftan gelen çocuklar onlara tepki olarak bu sefer yetenek vurgusuyla ortaya çıkıyor. Defansif savunmadır figüratife, ekspresyona çekilmek… Desen bile çizemiyor demek istiyor bu sefer o sergilere gidip… Bunu da problem olarak görüyorum. Güncel çağdaş sanat eğilimlerine karşı değilim kesinlikle… Önemli bir kazanımdır. Ama defansif yetenek vurgusu, desen vurgusu, akademik vurgusu, boya vurgusu da bu krizi artıracak.
Sanat alanı doğuşundan itibaren sermaye mesen yapılarına bağlı. Dolayısıyla sanatçılar politik iş yaptıklarında büyük bir çelişki yaşıyorlar. Eleştirmenler de öyle… Az politik işler yapmak çelişki yaşamamayı sağlar. Müdahale gibi geliyor ama benim aklım bunu uygun görüyor.
Güncel çağdaş sanat kılıf minare ilişkisine dair. Kılıf var minare bulursun, minare var kılıf bulursun. Ama bu da yoksullaştırır. İmgeleme, kavram yetileriyle hareket etmek yoksullaştırır öte yandan etik de değil. Yazılan yazılar da minare çuval, cuval minare ilişkisinden gidiyor.
Kurucu bir dışarı yok. Spinoza, Deleuze’de bu vardır. Bu önemlidir. Galeri, mesen, rekabet, depresyon… Sanatın bunlar organik parçası. Sanat bu zaten. İyisi yok. İdeali varmış gibi ama alan bu. Alanı tanımlayan şey bu. Mars’da yaşamıyoruz. Kurucu dışarıdan kastım şu: hiçbir zaman içeride olamayacak, iktidarı talep etmeyen dışarıdaki. Modern resim tarihinide içeride politik olarak kurucu bir dışarı vardı hep. Yani baştan kaybeden, sanat aşkı için başka şeyler için… Bu ortamımızda tuhaf bir şekilde bu kurucu dışarının olamadığını görüyorum. Karşı sanat gibi mesela bir dönem Hafriyat gibi riskler alan, tehditler de alan devam eden… Fakat onlar da mainstream içinde kayboldu. Bilemediğim onlarca kolektif gibi… Kaybolmakta kendilerine göre haklı olabilirler. Ekmek parası gibi… Sitüasyonistler, Berlin Anarko, İskandinav otonom hareketler bunu tartışıyor. Başka işler yapmak mesela muz satmak lazım diyorlar. Olaya bulaşmadan sanatsal dinamizmi korumaya çalışan kolektifler bunlar.
Bu aynı zamanda mainstream’i de hayatta tutan bir şey. Kurucu dışarı, iktidar talep etmeyen direk kaybeden… Bundan da yok. Bu olmadığı için mainstream de beslenemiyor. Anarşizm enflasyonu var ama mainstreamin göbeğinde anarşizm olmaz. Süreyya Evren en büyük anarşist olarak geçiyor. Ama tipik bir mainstream adamı. Bazı anarşist arkadaşlar var tamamen dışarıda. Bienal karşıtı bir network bile kurdular. Nihayetinde patron sanatçıdır.
90’lar küratörü, günümüz ise galerici bir auteur yarattı. Kurucu dışarılar anında iktidarı hemen talep edip iki sergiyle içeriye giriyorlar. Kimse kaybetmek istemiyor. Oysa 90’ların ne güzel bir kavramıydı looser… Ama bugün Kaybedenler Kulubü film oldu da tekrar kazandı. Looser olamıyoruz işte! Krizin bir başka nedeni de bu…"