A password will be e-mailed to you.

2022’nin artık son saatlerini yaşarken Sanatatak olarak çevremize sorduk: Sizi bu sene en çok yükselten şey neydi? Bir sergi mi, bir festival mi, ya da bir film veyahut da bir kitap mı? Hayat ve sanat hakkında her şeyi içeren cevaplarıyla Sanatatak mutlu seneler diler. Keyifli okumalar.

 

2022’de en çok neye yükseldiniz?

 

Fırat Gürgen ( Film yönetmeni, yapımcı)

Kitap: Eski Dünyanın Yangını, Kalben Sağdıç.

 

Filiz Aygündüz (Gazeteci, yazar)

Kitap: Servi Nine ve Üç Güzeller, Arlin Çiçekçi.

 

İbrahim Cansızoğlu (Sanat yazarı)

Pek çoğumuz için eminim ki oldukça tatsız geçen 2022 yılında en çok ilgimi çeken gelişme, kültür sanat çevrelerinde değil bilim dünyasında yaşandı. Aralık ayının ortalarında Kaliforniya’daki Ulusal Ateşleme Tesisi’nde (National Ignition Facility) gerçekleşen bir deneyin sonucunda ilk kez nükleer füzyon yoluyla sürdürülebilir enerji üretiminin mümkün olabileceği kanıtlandı. Yaklaşık 70 yıldır üzerinde çalışılan füzyon deneyleri, üniversite yıllarında birlikte vakit geçirmeyi sevdiğim fizikçi arkadaşlarımın sayesinde, bir işin zorluğu ya da süresiyle ilgili espri yapmak istediğimde dilime doladığım bir konu olmaktan pek öteye geçmemişti benim için. Diğer nükleer enerji üretme yöntemlerinden çok daha yüksek miktarda enerji açığa çıkardığından ve radyasyon yaymadığından füzyon, sonsuz ve temiz enerji kaynağı demekti. Güneşte her saniye sayısız defa ortaya çıkan bu reaksiyonu dünya koşullarında kontrollü biçimde tekrarlamak, insanlığın kurduğu en büyük hayallerden biriydi. Haberi ilk gördüğümde artık gerçekten de yeni bir yüzyılın içinde yaşamaya başladığımızı düşündüm.

Bir türlü bitmeyen 20. yüzyıldan miras kalan çözümsüz pek çok sorun yaşamlarımızı zorlaştırmaya devam ederken enerjinin elde edilme biçiminin kökten değişmesiyle birlikte kullandığımız teknolojiler, herkesin sürekli eleştirdiği ancak hiç kimsenin dışında kalmadığı, kalamadığı ekonomik sistemler ve artık yalnızca avuçlarındaki ekranlarla iletişim kurmayı seçen bir insan güruhundan fazlasına benzemeyen toplumlar nasıl değişecek? Bunların hiçbiri dünden yarına olmayacak ve değişimlerin sonuçları eşit ve adil de yaşanmayacak. Ancak artık ufukta yeni ve neyi yakıp neye yaşam vereceği henüz belli olmayan bir güneşin belirdiği kesin.

Rafael Lozano-Hemmer, “Flatsun”, 2011, “Visious Circular Breathing” sergisinden, Borusan Contemporary, 14 Eylül 2013-16 Şubat 2014, İstanbul.

Metehan Özcan (Sanatçı)

Nehir Yatağı, Sena Başöz’ün Basel’de göçmenler ve arşivcilerle yaptığı görüşmeleri temel alıyor. Kitapta yer alan konuşmalar, dünyanın sonuna dair güncel felaket eğilimlerinden esinlenen kurmaca bir senaryonun gölgesinde gerçekleşiyor.

Başöz, nehri devinim içindeki hafızayı ifade eden bir metafor olarak kullanarak soruyor:

Ren Nehri akmayı bıraksaydı geriye ne kalırdı? Ne saklamak isterdiniz?”

 

Şebnem Kırmacı ( Sanat yazarı Artdog kurucusu)

2022 Eylül ayında sanırım BBC organlarından birinde gördüğüm fotoğraf. Kongo Yağmur Ormanlarında çekilmiş bu karede “Bonobo Ape” denen sanırım bizde Pigme şempanze diye geçen türün kendi türünden olmayan bir canlıya (mongoose denilen fare benzeri bir yaratık) sıkı sıkı sarıldığı fotoğraf. Birbirimizi mahvetmek, dışlamak, öldürmekle uğraşırken hayvanlar aleminde ki bu sıcacık fotoğraf aklıma kazındı.

Christian Ziegler/Natural History Museum

Serfiraz Ergun ( Sanat yazarı, Habertürk kurucusu)

Londra Royal Academy of Arts’da Güney Afrikalı sanatçı William Kentridge’in 40 yıllık üretiminin sergisi bu yıl en beğendiklerim arasındaydı. Sergi 11 Aralık’ta kapandı. 2015’teki İstanbul Bienali’nde, sanatçının Büyükada Spledid Otel’de Sentimental Machine başlıklı Leon Troçki ile ilgili bir video yerleştirmesi vardı. Wiliam Kentridge’in RA’daki sergisinde ise sadece onu en iyi tanıdığımız grafik-film-animasyon işleri değil, Güney Afrika’nın ırk ayrımcılığı yaptığı 1980’leri eleştiren işlerinden Roma’da Teatro Dell’ Opera’da gösterilen ‘Waiting for the Sibyl’e kadar birçok baskı, karakalem çizimleri, heykelleri, duvar halıları, filmleri, tiyatro ve hatta opera projeleri de vardı. Yani sergi sanatçının 40 yıllık sanatsal yaşamını kapsayan büyük bir retrospektifti. Çok geniş kapsamlı, salonları dolduran işlerini görmek, film ekranlarının önünde oturup izlemek izleyicilerin saatlerini aldı.

Sentimental Machine, 2015

 

Meltem Erkaan Atalan ( İletişim danışmanı)

Kraliçe 2. Elizabeth’in platin jübilesi ve akabindeki ölümü ve cenaze merasimi. Gelenekler, kurallar, özen, vakur duruş. hayranlık uyandırdı. Neredeyse 10 gün televizyon başından ayrılamadım.

 

Olkan Özyurt (Sanat yazarı)

2022 çok ağır kayıpların, yol ayrımlarının yaşandığı ve kendimce yeniden yollara düşmem gerektiğini anladığım bir yıl oldu. Nedense ilk izlediğim zaman soğuk anlatımı nedeniyle pek yakınlık kuramadığım Juho Kuosmanen’in 6 Numaralı Kompartıman filmi yıl içerisinde defalarca aklıma düştü. Yılın ortalarına doğru tekrar izlediğim zaman filmdeki Laura karakteriyle yaşadıklarım arasında bağlar olduğunu fark ettim. Onunla kendi sesini yeniden duyma serüvenimiz üç aşağı beş yukarı benzeşiyordu. Filmi zihnimde oynadıkça daha da büyüdü gözümde… Sonra elime Melisa Kesmez’in Küçük Yuvarlak Taşlar kitabı geçti. Hikayeleri farklı olsa da kitaptaki Nergis karakteriyle filmdeki Laura arasında ilginç benzerlikler vardı. Farklı coğrafyalar, farklı yaşantılar ama ortak bir arayış: Kendini yeniden hatırlama… Melisa’nın Nergis’i yılın başında yayımlanan Devrim Koçak’ın Nergis Hanım Hakkında Bazı Şeyler romanıyla adeta akrabaydı. Fakat Devrim Koçak’ın Nergis’i daha eski zamanlardan bir karakterdi. Tutkularının, isteklerinin peşinden gitmeyi tercih ederek zincirlerini kırmıştı…

Bütün bu film ve kitaplar anlattıklarıyla Albert Camus’nün “Yolculuk bizi kendimize getirir.” sözüne gelip bağlanıyordu. 2023 için yolculuk planları yapıyorum. Arabaya binince açacağım ilk şarkı da Bulutsuzluk Özlemi’nin “Yine Düştük Yollara” olacak…

 

MENTALKLINIK (Sanatçı kolektifi)

2022’de ne kadar az şey etkilemiş bizi diye düşündürdün. Ama bu kitap 🍾:

 

Döne Otyam (Mardin Bienali kurucu direktörü)

Her ne kadar sanat alanında güzel gelişmeler olsa da, örneğin Mardin Bienali’nin gerçekleşebilmesi gibi, beni her şeyden çok heyecanlandıran, yükselten bir sanat olayını yasasam da, duygularım sekteye uğradı, karıştı. Terazideki dengem yükselmeye değil, aşağıya doğru gitti. Dünyada ve ülkemizde yaşanan kaosun önüne geçemedi benim için maalesef. İran’da başörtüsü kurallarına uymadığı gerekçesiyle hayatını kaybeden, 22 yaşındaki Mahsa Emini’nin ölümü ve diğer genç idamlar beni derinden etkiledi. Heyecanlarımı eskisi gibi coşkuyla yaşayamıyorum maalesef.

M. Ali BORAN, ‘Bir Anadolu Parsının Hüzün İçindeki Arayışları’, Video Art
Fotoğraf: Tahsin BARAVİ

 

Cengiz Tekin ( Sanatçı)

Günümüzde rutinimizi değiştiren bir çok olayın, sık ve sürekli olarak karşımıza çıkan sorunların giderek çözülemeyecek bir hal alması beni alçaktan uçmaya sevk ediyor, türler arası düşünmenin hatta türler arası dayanışma ve geçişkenliği üzerine düşünmeye başlamanın “düşünmenin” Alçalma ile eş değer olduğunu varsayarak yola çıkıyorum. Bu durumu sorgulamak beni heyecanlandırıyor, her şeyin ölçütü olarak kabul edilen insan merkezciliğinin yerine insanı var olan merkezî konumundan çıkarmaya çalışan anlayışın bu genel krizi aşmak için bir yol önerebilme durumu alçaktan uçmama neden oluyor. Her şeyi insanın hizmetine sokmak yerine, türler arası dayanışmanın düşünme biçimimi değiştirmesi her canlıya eşit mesafede kalmamı sağlaması ve bu durumun yaptığım işlerin tüm yapısını değiştirmesi heyecanlandırıyor. Anlamlar arası demokrasi deyip geçelim.

Suzan Batu (Sanatçı)

‘Officially’ beni ‘high’ yapan şey olarak: Viv Albertine‘in kitabı “Clothes, Clothes, Clothes, Music, Music, Music, Boys, Boys, Boys” diyeceğim. Beni çok etkiledi.

Bir de ikinci kitabı “To Throw Away Unopened”.

 

Deniz Üster (Sanatçı)

2022 benim için muazzam bir yıldı. Karşıma çıkan büyük bir fırsat, ya da iz bırakan dönüm noktalarından ziyade, ufak tatminlerin, yavaş büyümelerin eklemlenerek ve birbirlerini karşılıklı olarak etkileyerek beni dönüştürdükleri bir yıldı bu.

Can sıkıcı dört yıllık bir aradan sonra aktif bir şekilde sanatsal üretimime ve düşünme pratiğime dönüş yaptığım dönemdir 2022 yılı. Burcu Yağcıoğlu ile Mardin Bienali için – aramıza giren kıtaları hiçe sayıp – Margulis’in Simbiyogenez teorisinden beslenerek ürettiğimiz Homo-Scylla, ve şu sıralar üzerinde çalışmakta olduğumuz oral-aboral retoriği üzerine geliştirdiğimiz diyalog bana hayat enerjisi veriyor. Bu dinamizmle aynı yıl mekana özgü pratiğimi destekleyen konuk sanatçı programlarına da dönüş yaptım.

Bir yandan evrenin tarihine dair eski bilgilerimizin James Webb teleskobunun şahitliğiyle değişmesini iştahla izlerken, diğer yandan mutlak sıfır noktasında atomların hareketinin durduğunu ve sonrasında mucizevi şeyler gercekleştiğini öğrendim. Bakterilerin ve hücrelerimizin ortak evrimiyle de haşır neşir olduğum bu dönemde farklı ölçeklerdeki evrenleri çoğulluk, iletişim ve işbirliği mekanizmalarından dolayı, ilham kaynağı olarak inceledim. 2022’nin çok meyvesini yedim.

Tüm bu doyuruculuğun yanı sıra bende hayranlık uyandıran iki film izledim: Jordan Peele’in Nope’u ve Ruben Östlund’un Triangle of Sadness’ı. İhtiyaç anında bilgisayarıma her uzandığımda yurdumda hissettiren Gibi dizisiyle tanışmam da bu verimli yılda gerçekleşti.

 

Aslı Örnek (Gazeteci yazar)

Bu yıl okuduğum kitaplarda, gittiğim tiyatro ve filmlerde odaklandığım ortak şeyler; yapılan işin bana bir duygu ve farkındalık katması, dürüst ve samimi olmasıydı. Bu bağlamda Yan Pasaj Yayınları’ndan Ewald Arenz’in Gonca Gül Kurtulmuş çevirisiyle yayınlanan, Almanya’nın bestseller’ı ‘Gün Işığının Tadı’ sevdiğim kitaplardan oldu. Kitap, farklı iki kadının başta birbirlerini yabancılasalar da hayatla yüzleşme hikayelerini naif bir dille anlatıyor, okurken bana huzur verdi.

Bu yıl J.D. Sallinger’ın ‘Çavdar Tarlasında Çocuklar’ını yeniden okudum. Zira yeni yetme zamanlarımda okuyup bugünkü tadı alamamış olduğumu anladım; dili, üslubu, Holden’ın kendince bitirim ama saf hali, dürüstlüğü, serseri havalarda aslında cümlelerin arasında kadına verdiği değer, içten içe büyümeme isteği; iyi ki kitabı yeniden okumuşum dedirtti.

Nobel alan kitap ve yazarlara neden bilmem ama uzak duran biriyim. Kitaplarını daha önce okumamışsam, ödül aldı, moda oldu diye uzun süre okumam. Ama Annie Ernaux kitaplarından bahsetmeden geçemeyeceğim. Zira üslubu yalın, anlatacağını direkt söylemesine rağmen büyülü diliyle, kadının her anlamda toplumdaki yerini tartışmaya açıyor. Babamın Yeri, Yalın Tutku, Seneler, Boş Dolaplar; dördünü de bir yazar, Nobel Ödülü aldıktan hemen sonra okudum ve beni üzmedi. Bu arada yazarın kişiliğiyle, yazdığı konuların örtüştüğünü bilirdim de cesaretiyle de gönlümde ayrıca yer edindi. Ben ödüllü yazarım, titrime zarar gelmesin diye düşünmeden halkla birlikte Fransa’da katıldığı eylemlerle de kendini ayrıca sevdirdiğini düşündüm.
Tiyatrodaysa Moda Sahnesi’nde ‘Eve Dönüşler’den çok etkilendim. Fredrik Brattberg’in yazdığı, Ferdi Çetin’in çevirdiği oyunun yönetmen koltuğunda Kemal Aydoğan var.

Nalan Kuruçim, Caner Cindoruk ve Alper Şimşek sahnede çok iyi oynuyorlar ama onun yanı sıra yönetim, ışık ve dekorda izleyicinin beğenisini topladı. Oyunun konusunu anlatmam gerekirse; oğullarının kaybolmasıyla birlikte onun öldüğüne inanan anne ve baba, oğullarının geri dönüşü ile hayatlarının artık normale döndüğüne inanmaya başlarlar. Ama işler sandıkları gibi olmaz. Ölüm üzerine bir kara komediye çok güleceksin deseler pek inanmazdım ama gerçek oldu.

Film Ekimi’nde Leonard Cohen’in hayatını anlatan ‘Hallelujah-Leonard Cohen, Bir Yolculuk, Bir Şarkı’ belgeseli beni çok etkiledi. Cohen 40 yaşından sonra işlerini duyurabilmiş bir isim. Belgesel, Kanadalı sanatçının yazımını yedi yılda tamamladığı, 80’lerde plak şirketi şirketinin reddettiği şarkı üzerinden hayatına odaklanıyor. İşin garip tarafı şarkı Jeff Buckley söylediğinde daha tanınır oluyor. Cohen hiç kendin ödün vermeden çalışıyor, menajeri parasını çalıp gidiyor ve o tekrar yaş almış haliyle sahnelere dönüyor. Dan Geller ve Dayna Goldfine yönetimindeki belgeselde Jeff Buckley, John Cale, Bob Dylan’ın da aralarında bulunduğu sanatçılarla Cohen hakkında röportajlar da yapılmış. Belgeselden kendi ekseninde olma, ne olursa olsun pes etmeme, hayatın getirilerine şikayet etmek yerine uyumlanarak yeni çözümler üretmek, her şeye rağmen hayatın tadını çıkarmak gibi dersler aldım.

İthaki’nin Suat Derviş için yaptığı sergili, söyleşili 1 aylık etkinliği yazamadım fazla uzamasın diye.

Annie Ernaux

 

Şelale Kadak ( Youtuber)

The Worst Person in The World isimli filmi bir kaç kez izlemekten, Harper Lee’nin nefis kitabı Bülbülü Öldürmek’i nihayet okumaktan, yılın son ayında Dilara Koçak’ın davetiyle Emel Sayın ile bir yemek masasında oturup sohbet edip, şarkı söylemekten…

 

Zuhal Üreten (İşsanat genel müdürü)

İzmir’in kurtuluşunun 100. yılındaki Tarkan konseri. 🤍 Sahnenin yıkılması gibi bir talihsizliğin ardından hızlıca toparlanıldı, Tarkan harikaydı. Katılımın enerjisi ise uzun zamandır hissetmediğim bir ait olma duygusu verdi.

 

İnci Asena (Şair)

Bu bir şeye yükselmek ne ola ki diye düşündüm durdum. Yükselmenin böyle bir kullanımını bilmiyorum. Sözlüklere filan baktım çeviri meviri mi diye. Sonra genç birine sorayım dedim. Berfu’yu aradım. O anlattı. Meğer ben hiçbir şeye yükselememişim, ülkemin düşüşlerinde kalmışım. Umarım 23’te ülkemin yükselişine yükselirim.

 

Cengiz Temel ( Toy tiyatro kurucusu)

Elçin Poyrazlar‘ın Kayıp Yüz romanı ve Nermin Yıldırım‘ın Bavula Sığmayanlar öykü kitabı. Todd Field‘in yazıp yönettiği “Tar” filmi ve Cate Blanchett‘in olağanüstü performansı. Emin Alper‘in filmi Kurak Günler‘e bakanlığın verdiği desteği osuruktan sebeplerle geri istemesi.

 

Muammer Brav (Sinema programı yapımcısı)

Kurak Günler, uzundur salonda bir film izlememiş izleyiciyi dayanışma ruhuyla sinemalara çekti. Kültür Bakanlığı Sinema Destek Fonu’ndan para desteği alan film, yandaş medyanın eşcinselliği teşvik ediyor(!) nidalarıyla, verilen desteğin faiziyle geri istenmesiyle tarihe geçti!

 

Ayşe Draz ( Tiyatro yönetmeni)

2022’de en çok Mahsa Amini’nin ardından İran’da kadınların ayaklanmasın yükseldim – gerçi şu an mevcut durum ne kadar iç karartıcı olsa da bu bir şeylerin muhakkak değişeceğinin göstergesi 💪🏾.

 

Gülay Afşar (Kültür sanat yayıncısı)

En yükseldiğim film: Joachim Trier filmi, Dünyanın En Kötü İnsanı.

30’larında bir kadının kendi yolunu çizme hikayesi, bazen ciddiyetiyle çoğu kez mizahıyla sadece kadın olmayı değil birey olabilmeyi anlatıyor. Ama bir nüans var, bu yolculuk ancak Batı’da gerçekleşebilir yani çok Batılı bir hikaye olduğunu kabul etmek kaydıyla müthiş bir serüven.

Avrupalı olmaktan söz etmişken; Bu yıl keşfettiğim bir kitap: Grand Hotel Europa.

Ilja Leonard Pfeijffer adlı yazarın Türkçe’ye çevrilen ilk kitabı. Eskimiş bir kıtanın geleceğine dair bir otelin müşterileri üzerinden tatlı bir hiciv. Anlatımı hem şiirsel hem de sinematografik.

 

Emrah Kolukısa (Oyuncu, sanat yazarı)

2022’de en çok neye yükseldiğimi çok da fazla düşünmeme gerek olmadı; tabii ki Juliette Binoche’un eline makası alıp saçlarını kesmesi (“For freedom” demişti bir yandan da) ve o avuç dolusu kara saçını kamera doğru uzatması… Bilmeyen kalmadı elbette ama 22 yaşında gencecik İranlı kadın Mahsa Amini’nin ahlak polisi tarafından öldürülmesi sonrası başlayan sayısız eylemden belki de en çok akılda kalanı dünyanın dört bir yanında kadınların saçlarını kesmesi olmuştu ve Juliette Binoche başta olmak üzere birçok sanatçı, oyuncu, müzisyen kadın da bu sembolik eylemi tekrarlamıştı. Sanatatak sorunca yeniden dönüp baktım, kimler kimler yokmuş, ama benim hafızama en çok kazınan Binoche’unki olmuş; en çok ona yükselmişsem demek…

 

CANAN (Sanatçı)

2022’de Instagram’daki ‘reels’ videoları beni yükseltti. Burada yapılan videolar 30 ile 90 saniye arasında çok komik ve eğlenceli videolar. İzlediğimde hissettiğim çok yaratıcı ve profesyonel denecek kadar komik olduğunu. Daha sonra Cem Yılmaz da aynısını söyledi ‘reels’ videolarının kendi yaptığı espriler kadar komik olduğunu. Bunun dışında 2022 de beni etkileyen başka bir şey olmadı.

 

Daha fazla yazı yok
2024-11-02 11:28:56