A password will be e-mailed to you.

14 Şubat’ta İstanbul büyük bir reggae buluşmasına hazırlanıyor. Reggaenin tanınmış isimleri U ROY ve Big Youth ile türün Türkiye’deki temsilcici Sattas Reggeband, "Babylon Presents" konser serisi dahilinde 14 Şubat 2015 akşamı Volkswagen Arena’da sahne alıyor. Tayfun Polat, reggaenin çıkışı ve gelişimini yazıyor.

Soruya iki yanıt vermek gerek; doğuşuyla beraber dünyaya yayılışı sürecinde reggae’nin anlamı, günümüzde reggae’nin anlamı.

 

Birinci yanıt için (aslında sonrasında ikinci yanıt için de akılda tutmamız gereken) bir altyapı kuralım önce; reggae, hangi koşullarda ortaya çıkmıştır?

 

Önce biraz Jamaika tarihi. Tarih kitaplarında yazdığı gibi, adayı Kolomb keşfetmedi. Adaya ilk yerleşenler M.S. 600-700’lü yıllarda Güney Amerika’dan gelen Taino ve Arawak kızılderilileriydi. İspanyolların büyük bir altın açlığıyla adayı istila etmeleriyle kızılderili nüfusunun neredeyse tamamı katledilmişti. 1509 yılında adadaki İspanyol nüfusu 60 bin civarındayken, adada altın olmadığı belli olduktan sonra 1655’te 60 kişiye düşmüştü. İşte İngilizler bu tarihte 8000 askerle adayı ele geçirdi. Adada pek kızılderili kalmamıştı ama 1515-1520 tarihleri arasında büyük çoğunluğu Gana’nın Koramantee bölgesinden getirilen Afrikalı binlerce köle adanın gerçek nüfusunu oluşturuyordu. İngiliz işgali sırasında kölelerin bir kısmı dağlara kaçarak özgürlük savaşçıları oldular. Maroon adı verilen bu özgürlük savaşçılarının en büyük silahı müzikti. Bütün donanımlarına ve sayıca üstünlüklerine rağmen İngilizler ormanda müzikle birbirleriyle haberleşen ve müziğin özel dilini kullanan Maroon’ların saldırılarıyla başedemiyordu. 1830’lara kadar, nihayetinde köleliğin kaldırılmasına yol açacak onlarca isyanın elebaşlarıydı Maroon’lar. Bob Marley, Peter Tosh, Jimmy Cliff gibi reggae müziğinin en büyük isimlerinin çoğunun ataları da Maroon’dur.

 

Şimdi biraz Jamaika müziğinin kökenleri. Jamaika’nın folk müziği mento’dur. Akustik gitar, banjo, el davulları ve bas sesleri veren yine el yapımı rumba kutusu ile icra edilen ve kalipsoya çok benzeyen mento; Batı Afrikalı kölelerin müzikal geleneklerinin uzantısıdır. Burru adı verilen ve ritmin ağırlıkta olduğu daha primitif bir müzik türü de adanın geleneksel müziklerindendir. 1920’lerde hem kalipso, hem de ona Jamaika’nın yanıtı mento, gazetelerin yerini alan müzik türleriydi. Şarkıcılar sadece olup bitenin basit yansıtıcıları değil, yetkililerin sansüründen geçmeyen haber ve fısıltıları eleştirel öykülerle anlatan araştırmacılardı. (Zaten ozan geleneğinin tüm dünyadaki işlevi de bu değil midir?) 1950’lerde Jamaika’da radyo yayınları sayesinde blues ve dünyayı kasıp kavuran rock ‘n roll popüler oldu. Blues, zaten Amerikalı siyahların hikâye anlatıcılığı olarak mento ile kardeşti. Rock müziğin etkileşimiyle, mento ska’ya dönüştü. ‘50’lerin sonu, ‘60’ların başında, Jamaika plak endüstrisi doğdu ve birbiri ardına lokal yıldızların plakları basılmaya başladı. Halkın büyük ilgisi ile ska ve sonrasında rocksteady (ska’nın caz ve rhythm & blues ile harmanlanmış, daha düşük tempolu bir türü) Ada’dan ihraç edilen ilk müzikler oldular. Müzik tarihinde, türlerin gelişimi ve etkileşiminde her türlü olay etkilidir, hele iklim. ’66 yazı kavurucu sıcaklarla geçince, insanlar ska’nın yüksek temposuyla dans edemez hale geldiler ve tempo düşürülerek rocksteady türü doğdu. Birkaç sene içinde, üstün yetenekli (çatlak?) prodüktör Lee “Scratch” Perry’nin rhythm section’da basın sesini açıp daha fazla armoni çaldırması, perküsyonların eklenmesi ve davula ayrı bir önem verilmesiyle (vurgunun yerini değiştirip senkop yaparak ritmi değiştirmesiyle) reggae doğdu. Toots and Maytals’ın “Do The Reggay” şarkısı ile de adı kondu. Müzik tam da sokakların ihtiyacına denk gelince de büyük bir ilgi gördü.

 

Ska ve reggae’nin (daha sonra dub’ın da) doğduğu yer, Kingston’ın en fakir semtlerinden biri olan Trenchtown’dır. Trenchtown sokaklarında her yerde müzik duyuluyordu; kiliselerden, dans salonlarından, soundsystem’lerden, köşe başındaki sokak müzisyenlerinden, her an, her yerden. Semt sakinleri açlık sınırında, başkente iş bulma umuduyla gelmiş işsizlerdi. Ska ve reggae’nin efsane grubu Bob Marley, Peter Tosh ve Bunny Wailer’ın grubu Wailers da dâhil, tüm müzisyenler açtı. Bob Marley’nin açlığına engel olmak için gecelerce sadece su içerek uyuduğu bilinir. Müzik sektörünün de kalbi olan Trenchtown’da her gün onlarca kayıt yapılıyor, plaklar üretiliyordu ama müzisyenlere telif ödenmediğinden, bütün parayı plak firması sahipleri ve prodüktörler kazanıyordu. Kısa sürede yanlarında bodyguard’larla gezen mafya patronlarına döndüler.

 

Jamaika nüfusunun binde sekizi beyazlardan oluşuyordu ama neredeyse bütün topraklar, mülk, şirketler ve yönetim beyazlardaydı. Birazı da Çinli göçmenlerde. Siyah gençlerin çoğu kendilerine rude-boy (rude: kaba) diyordu; aç, umutsuz, çaresiz ve öfkeliydiler. Jamaika 1962’de bağımsızlığını kazanmıştı ama gençler bağımsız hissetmiyordu. Daha önce yüzden fazla şarkı kaydetmiş Wailers, müziğini reggae’ye evirirken, tüm diğer gruplardan farklı bir şey yaptı; önce kendi prodüksiyon firmasını kurdu ve müzik sektörünün patronlarına rest çekti, sonra da sokaktaki gençlerin hikâyelerini anlattı. Acındırmadan, durum neyse onu söyleyen, sokağın sesi şarkılar. Büyük çoğunluğunu Bob Marley’in yazdığı Wailers şarkıları, sömürgeciliği, eşitsizliği, isyanı, sistemin değişmesi gerektiğini söylüyor ve ilk defa, şarkılar çaresizliği, açlığı anlatmıyor, gençleri övüyordu. Okullarda okutulan tarihi değil, korsanların, isyancıların, Afrika’nın tarihini anlatıyor, kanuna karşı gelmeyi, cinselliği, siyah olmakla, kendin olmakla gurur duymayı anlatıyorlardı. İsyanı yükseltiyorlardı.

 

Reggae’den bahsedeceksek, son olarak Rastafari inancını da anlatmak gerekiyor. Ras, soyluluk ünvanıdır, Tafari ise hem saygı duyulan, korkulan demek, hem de bir soyadı (Haile Selassie’nin). Evrensel Zenci Gelişimi Birliği’nin kurucusu Marcus Garvey, siyahların tüm dünyada örgütlenmesini, Afrika’nın gelişimini ve siyahların sanatsal hareketini geliştirmeyi amaçlıyordu. 1920’lerde EZGB’nin tüm dünyada kırktan fazla ülkede 1100 şubesi vardı. 1919 yılında Amerikalı siyah din adamı James Morris Webb, Yeni Evrensel Kralın Bir Siyah Olacağı İncil’de Kanıtlanmıştır kitabını yayınlamıştı. Bunun üzerine Garvey, “Afrika’nın yeni kralı için gözlerinizi Doğu’ya çevirin,” deyip duruyordu. Nihayet, 1930’da Haile Selassie Etiyopya Kralı olarak taç giydi. Kehanet gerçek olmuştu. Çünkü Ada’nın bir kurtarıcıya ihtiyacı vardı; yoksulluktan, sömürgecilikten, siyasi yozluktan, yolsuzluktan, dini ikiyüzlülükten kurtulmak istiyorlardı. Haile Selassie’yi mesih olarak kabul ettiler. Rastafari inanışı, 1930’ların başında Kingston’ın kenar mahallelerinde ortaya çıktı. Ama kabul edilmesi hiç kolay olmadı. Rastalar, Jamaika’nın paryalarıydı. Her zaman aşağılandılar. Ta ki, Bob Marley bir dünya yıldızı olana kadar.

 

Rastafari inanışı üzerinde bir fikir birliği yoktur. Derler ki, marihuananın çeşidi kadar farklı mezhep olabilir (her malın kafası ayrı hesabı). Ama temelde Haile Selassie’nin Tanrı olduğuna inanılır. Eski Ahit’teki Musaoğullarının aslında siyah ırk olduğuna ve Eski Ahit’te anlatılan tüm olayların Afrika’da gerçekleştiğine inanırlar. Sömürgeci Batı ise Babil’dir. Aslında Rastafari inancının özü, sömürgeciliğe karşı manevi bir başkaldırıdır. Rastafariler, Afrika’nın evleri (zion: cennet) olduğuna ve bir gün oraya geri döneceklerine inanırlar. Marihuanaya özel bir anlam yüklerler. Bedenleri kutsaldır. Çoğu saçlarını, sakallarını kesmezler. Kendilerini I and I (Ben ve Ben) diye ifade ederler, bu da insanın Tanrı ile bir olduğunu anlamına gelir.

 

1960’lara gelindiğinde, Rastafari inanışı gittikçe daha fazla takipçi bulmaya ve nihayetinde Trenchtown’daki çoğu müzisyen tarafından benimsenmeye başladı. Wailers’ın akıl hocası Joe Higgins, Max Romero, Toots Hibbert, Lee “Scratch” Perry ve Haile Selassie’nin 1966’da Jamaika’yı ziyaret etmesinin ardından Wailers da Rastafari inanışını benimsedi. Reggae’nin öncellerinden ritmik kurgusuyla ayrıldığını söylemiştik ve burru diye geleneksel bir müzikten de. Rasta’ların ayinlerinde de burru müziğinin ağırlıkla çalındığını, yani reggae, Rastafari inanışı buluşmasının sadece manevi değil, müzikal bir evrilme olduğunu da söylemek gerek. Ama, gençlik üzerinde büyük bir etkisi olan Wailers şarkı sözlerinin, Rastafari inanışıyla birlikte manevi boyutu da sağlanmış olunca, Wailers artık Jamaika sokaklarındaki başkaldırının ateşini yakmış oldu.

 

Tabii ki Bob Marley’den bahsetmeden bir reggae yazısı yazılamaz. Wailers’ın üç büyük yeteneği vardı ve Marley hiçbir zaman Wailers’ın esas elemanı değildi. Ama yalnızca Marley’nin hedefleri büyüktü. O müziğini ve mesajını bütün dünyaya yaymak istiyordu. Bütün dünyadaki siyahların kendisini dinlemesini istiyordu. Bütün dünyadaki ezilen ırklar için yazıyordu şarkılarını. Tabii bunda 1966-71 tarihleri arasında defalarca Amerika’ya çalışmaya gitmiş olmasının, yani Jamaika’nın dışında yaşamış tek Wailer olmasının da payı büyük. Şarkı sözü yazma konusunda doğuştan bir yeteneği vardı. Daha ilk şarkısı “Judge Not”tan (Yargılama) itibaren göstermişti bunu. Çok dikkatli, iş konusunda çok ciddi, çok çalışkan biriydi. Rastafari inanışıyla buluşmasının ardından, kendine farklı bir misyon çizdi ve bu misyonu gerçekleştirmek için yaşadı. 1973 tarihli Burnin’ albümünden sonra, can kardeşleri Peter Tosh ve Bunny Wailer (ki üvey kardeşidir aynı zamanda) ile yolları, bu misyon yüzünden ayrıldı. O dünyaya mesajını iletmek istiyordu, diğerleri için ise Jamaika yeterliydi, beyazlar her yerde aynıydı. Ve Bob Marley yoluna yeni kurduğu The Wailers ile devam etti.

 

1975’te, Bob Marley bir dünya yıldızıydı artık. Üçüncü dünyadan çıkan ilk büyük yıldız. Şarkıları, yaşamı (saçları, marihuanası, sevgilileri), nadiren verdiği beyanları, pek kabul etmese de politik gücüyle, milyonları etkileyen biriydi. Blues siyahların müziğidir ama Tanrı’sı beyaz Eric Clapton’dur, rock ‘n roll siyahların müziğidir ama kralı beyaz Elvis Presley’dir. Bob Marley ise, tüm dünyanın kabul ve takdir ettiği ilk büyük siyah yıldızdır. Bu da, tüm dünyadaki siyahlar için büyük bir anlam ifade eder. Tabii şunu da unutmamak gerek; ‘60’lardaki hareketlenmeden sonra, ‘70’lerde rock müziği büyük bir sığlığa gömülmüştü. Glam-rock ve büyük stad konserleri veren dev gruplar dışında hiçbir şey yoktu ortada, heyecan yoktu (punk gelene kadar). Bob Marley’nin ve reggae’nin çıkışını bu boşlukla birlikte okumakta fayda var.

 

Pekala, artık baştaki soruya geri dönelim. 1985-86 yılı falandı, evimizde Libyalı genç bir mühendis adayını misafir ediyorduk. Çat pat İngilizcelerimizle zamanla gelişen sohbetlerimizde, müzik tabii ki en baştaki konumuzdu. Ben her liseli genç gibi heavy metal dinliyordum ve dinlediğim grupların hiçbirini beğendiremiyordum Mahfuz’a. “Queen?” dedim, olmadı, “Duran Duran?”, ı-ıh. Nihayet, “Sen ne dinliyosun?” diye sordum tabii. “Bob Marley,” dedi. Coşkun Evcim dans grubu sayesinde bildiğim tek Bob Marley şarkısı “Could You Be Loved”dı. Her şeye burun kıvırıp Bob Marley’yi tek geçmesini anlayamamıştım. “Neden?” dedim. “Çünkü onun müziği özgürlük ve başkaldırıdır,” dedi. Hiç unutmam. Libya Halk Cemahiriyesi’nden bir Arap, Bob Marley diyor.

 

Reggae ve Bob Marley, tüm Afrika için özgürlük demektir. “War”, Afrika’daki beyazların azınlık rejimlerine karşı verilen ilk destektir. 1979’da Bob Marley’nin yaptığı “Zimbabwe” şarkısı (o zamanlar ülkenin adı Rodezya’ydı) özgürlük savaşı veren tüm gerillaların marşıydı. Ve Marley, Zimbabwe özgürlüğünü kazandığında, bu ülkeye gidip bizzat konser veren ilk dünya yıldızıydı. Reggae ve Bob Marley, tüm siyahlar için özgürlük demektir. Marley, kendi ülkesinde de barışı tesis etmek için çok uğraşmış, canını bile riske etmiştir (1976’da bir suikast atlatmıştır). Ama ülkedeki çatışma ortamının ‘70’lerin sonunda ayyuka çıkmasına engel olamamıştır. Jamaika, bugün de suç oranının en fazla olduğu ülkelerden biridir. Reggae’nin pozitif mesajlarının doğduğu ülkede pek dikkate alındığını göremiyoruz. Ama başta Antiller’den çok fazla göç alan İngiltere ve Amerika olmak üzere, siyah nüfusun olduğu her yerde, reggae vardır. Bob Marley’nin gülen yüzü, dünyanın dört bir tarafında duvarları süsler. Bu bir özgürlük biçimi midir? Rasta değilseniz, reggae şarkılarındaki ifadelerin çoğunu anlamazsınız. Ama reggae dinlerken, “One Love”, “Get Up, Stand Up”, “Burnin’ and Rootin’”, “Revolution”, “Rebel Music”, “Positive Vibration”, “Satisfy My Soul” dinlerken, kendinizi daha iyi ve daha özgür hissetmemeniz zordur. Bir yaşam doktrini, yaşayış biçimi, dolayısıyla özgürlük biçimi değildir belki reggae, ama özgürleştirir.

 

Reggae’nin doğuş hikâyesiyle birlikte, başta Jamaika ve Afrika halkları olmak üzere tüm siyahlar için dönemsel olarak ne anlama geldiğini anlatmaya çalıştım. Günümüzde reggae ne anlama gelir ona da bir bakalım son olarak. Reggae köprüsünün altından çok sular aktı, müzik evrildi, evrilmeye de devam edecek. Lakin, siyah adamın günümüzdeki en yaygın müzikal ifade biçimi olarak rap ve hip hop’u kabul edersek (tabii ki sadece siyahlar icra etmiyor bu müzikleri, dolayısıyla aslında genel bir ifade biçimi olarak düzelteyim), bu türlerin nasıl doğduğuna dair kısa bir demo ile reggae’nin etkisinin nasıl sürdüğünü anlatmaya çalışayım. Jamaika’da müzik soundsystem adı verilen, kendinden menkul bir ses tesisatı ve bir grup DJ tarafından sunulurdu sokaklarda. DJ’ler plaklar arasında geçiş yaparken de mikrofonla bir şeyler anlatırlardı. Toasting denen bu anlatılar, yani müziğin üzerine yapılan konuşmalar, ilk rap örneğidir. ‘70’lerin sonunda Amerika’da ortaya çıkan ilk rap yıldızlarının da tamamı Jamaika ya da diğer Antil adalarından göç etmiş kişilerdir. Hepsi, mutlaka bir Kingston’a uğramış, Trenchtown’ı yaşamış, bir soundsystem dinlemiştir. Trenchtown’da çıkan bir diğer müzik türü olan dub, başlangıçta plağın arka yüzünde selekta’nın (DJ) üzerine toasting yapabilmesi için kaydedilmiş, bol overdub’lı (üst üste kayıt, dub ismi de buradan gelir) enstrümantal parçalardır. Bolca reverb ve bas vuruşu içeren bu parçaların üstüne MC’ler (microphone controller) uyaklı vokaller yaparlardı. Ki günümüzde buna hip hop diyoruz. Yani, günümüzde reggae tüm dünyada popüler bir tür olmasa bile, rap ve hip hop’un doğuşuna vesile olarak ve bu türler üzerindeki büyük etkisiyle, söyleyecek sözü olan herkes için özgürleştirici bir unsur olmaya devam etmekte.

 

Bir de, son olarak, bütün bebeklerin reggae dinlerken popo salladığı gerçeğini hiç kimse değiştiremez. Reggae, ritmine kendinizi bıraktığınız an sizi keyifle sallandırır. Sözleri ise sınırlardan arındırır.

 

 

tayfunpolat@hotmail.com

 

Not: Bu yazıyı oluşturma ve yazma sürecinde Christopher John Farley’nin Efsanenin Doğuşu: Bob Marley (Bilge Kültür Sanat, 2006) kitabını, Robin Denselow’un mükemmel Müzik Bittiği Zaman: Politik Popun Öyküsü (Alan Yayıncılık, 1993) kitabının “Asi Müzik: Trinidad, Jamaika, Zimbabwe ve İngiltere” bölümünü tekrar okuyup bolca faydalandığımı belirtmek isterim.

Daha fazla yazı yok
2024-11-22 01:09:48