Refik Anadol, ünlü yazar Jorge Luis Borges’in “Babil Kitaplığı” adlı öyküsünden hareketle tasarladığı “Arşiv Rüyası”yla karşımızda. Sanatçı, Borges gibi dünyadaki bütün kitapları içine alan bir kütüphane yaratmasa da, SALT Araştırma arşiv koleksiyonlarındaki bir milyon 700.000’i aşkın belgenin her birini, özelliklerine göre makine zekâsıyla sınıflayan algoritmalarla bir medya enstalasyonunda görselleştirdi.
Arjantinli yazar Jorge Luis Borges bir söyleşisinde “Ben cenneti hep bir çeşit kütüphane olarak düşlemişimdir” der. Fakat yazar sadece cenneti bir kütüphane olarak düşlemekle kalmaz evreni de “Ficciones: Hayaller ve Hikâyeler” kitabında yer alan “Babil Kitaplığı” adlı kısa öyküsünde sonsuz bir kütüphane olarak tasarlar. İletişim Yayınları‘ndan çıkan Tomris Uyar’ın incelikli çevirisiyle okuduğum hikâyede Borges olağanüstü hayal gücüyle oluşturduğu bu kütüphaneden bahseder. Altıgen duvarlarının her birine beş raf düşmekte olduğunu; her rafta genel düzenleri tıpkı otuz iki kitap bulunduğunu; her kitabın, dört yüz on sayfadan oluştuğunu; her sayfanın kırk satır, her satırın da yaklaşık seksen siyah harften meydana geldiğini anlatır.
Yeryüzünde yazılmış bütün kitaplar
Her görünüşün aslına bağlı bir suretini çıkaran bir de ayna bulunduğunu söyleyen sanatçı, altıgen dehlizlerden oluşan ve birbirinin içine geçmiş bu kütüphanede yeryüzünde yazılmış bütün kitapların yer aldığını belirtir. Ayrıca buradaki her eserin “boşluklar, nokta, virgül ve abecenin yirmi iki harfi”nden oluştuğunu ifade eder.
Varyasyon içinde doğru bilgiye ulaşmak
Borges’in yarattığı düşsel atmosferle “Babil Kitaplığı”nın dehlizlerinde gezinenler sınırsız ve sonsuz varyasyonlara sahip kitapların bir kaos yarattığına şahit olacaktır. Çünkü insanların birçok konu hakkındaki bilgilere bu kadar varyasyon içinde ulaşması çok zordur. Sınırsız, sarmal ve kaos ortamının olduğu bu dünyada yazar, öykünün son bölümünde ifade ettiği gibi yine de bir umudu içinde taşır. “Bir sonsuzluk yolcusu ondan geçerek hangi yöne giderse gitsin, yüzyıllar sonra aynı ciltlerin aynı bozuk-düzende yinelendiğini görecektir (ve böyle bir yineleniş, yeni bir düzene değişecektir: Biricik Düzen’e). Yalnızlığım, bu soylu umutla avunuyor.”
Borges, bu hikâyeyi 1941 yılında yazmıştı. Aradan geçen yıllar içinde teknolojide akıl almaz gelişmeler yaşandı. Artık, yeni internet teknolojileri, yapay zekâlar ve veri bulutlarıyla birlikte milyonlarca enformasyonun depolandığı bir çağdayız. Hızlı bir şekilde birçok bilgiye ulaşabilirken, gerekli gereksiz birçok enformasyonu içinde barındıran bu teknolojiler bu yönleriyle “Babil Kitaplığı”na benzediği söylenebilir.
Sonsuz ve sınırsız bir mekân
Refik Anadol, Arjantinli yazar ve kütüphaneci Jorge Luis Borges’in yukarıda bahsettiğim öyküsünden hareketle bir medya enstalasyonu hayata geçirdi. Sanatçı, dünyadaki bütün kitapları içine alan bir kütüphane yaratmasa da SALT Araştırma arşiv koleksiyonlarındaki 1 milyon 700 bini aşkın belgenin her birini, özelliklerine göre makine zekâsıyla sınıflayan algoritmalarla bir medya enstalasyonunda görselleştirdi. Tavanı ve tabanı aynadan oluşan sonsuz ve sınırsız bir mekân tasarladı. Basın bülteninde anlatıldığı kadarıyla Anadol, SALT Araştırma arşiv koleksiyonlarını, yüksek işlemci gücüne sahip yapay zekâ ve makine öğrenimi algoritmalarıyla görsel bir okumaya tabi tutmuş, çok boyutlu verileri bir yöntemle birbiriyle etkileşim halinde ele almış. Böylece Anadol “Arşiv Rüyası” adı verdiği medya enstalasyonuyla, bu zengin belge birikimini, izleyicinin tümüyle çevrelendiği bir mekânda çeşitli açılardan inceleme, değerlendirme ve yorumlama imkânı yaratmış. Bu çalışmayı yapabilmek için sanatçı, Google Artists and Machine Intelligence [Google Sanatçılar ve Makine Zekâsı] programıyla konuk sanatçı olarak çalışmış, süper bilgisayarlar ve makine zekâsındaki gelişmelere başvurmuş.
“Aradaki bağlantılar, tarihsel eğilimler şiirseldi”
Projeyi gelecekten bir önerme olarak gören fakat projenin bir bilimkurgu hikâyesi olmadığını düşünen sanatçı bu çalışma için bir algoritma geliştirdiklerini söylüyor. Bu algoritma sayesinde veri yığınlarını benzerliklerine göre meta veriyle beraber ya da meta verisiz, ön yargılı veya önyargısız şekilde bağlıklarına göre bir mekân yaratıldığını ifade ediyor.
Öte yandan sanatçı, bu algoritmanın insanlığa faydasını ise şu sözlerle özetliyor. “Bu algoritma, 1.700 milyonluk imaj ve döküm arasındaki ilişkileri bizim yüz kişiyle üç yıl boyunca uyumadan, yemek yemeden belki yapabileceğimiz bir mekân tasarladı. Aradaki bağlantılar, tarihsel eğilimlerle şiirsel bir atmosfer yarattı. Bir imaj içindeki kişiyi sadece Ahmet Abi olarak görmüyor, kişinin içinde bulunduğu mekânın detaylarına kadar bilgi veren bir veri yığınıyla baş başayız.”
Milyonlarca imaj benzerliklerine göre dizilebiliyor
Her tarafı aynalarla kaplanmış ve böylece zamandan ve mekândan soyutlanmış bir yerde bulunan yapay zekâ, bir tablet sayesinde çalışıyor. Bu tablet milyonlarca imajı ve görseli hızlı bir şekilde yüklenebiliyor. Yükleme sırasında yapay zekâ imajların arşivdeki dijital dosya yerlerini değil, kelimelerin birbiriyle ilişkisini ve hangi kelimelerin daha çok kullanıldığına dair bir öngörü mekanizmasıyla hareket ediyor. Daha sonra bu veriler bir bulut oluşturuyor. Ayrıca, veriler incelenerek farklı noktalar analiz ediliyor. Binlerce imajın benzerliklerine göre dizilmesinin yanında detaylı atlaslar üreterek kendi içinde yeni gezme olanakları sunabiliyor. Sonuç olarak izleyiciler bu veri bulutu içinde bir gezintiye çıkabiliyor.
Yapay zekâ rüya görüyor
Anadol, “Bu veriyi öğrenen yapay zekâ rüya görebilir mi? Eğer görebilirse alternatif bir gerçeklik yaratabilir mi?” sorularının bu projenin en önemli sorularından birisi olduğuna vurgu yapıyor. Bu rüyayı gerçekleştirmek için Londra Havalimanı’ndaki yüz tanıma algoritmasını bu uygulamada kullandıklarını ve bu algoritma sayesinde aygıtın mekânda kimse yokken kendi kendine düşünebildiğini söylüyor.
Rüya kâbusa çevrilebilir mi?
Anadol’un yeni çalışmasıyla ilgili verdiği detaylardan sonra düşünmeden edemiyor insan. Borges’in sınıflandırılamayan, sonsuz ve sınırsız kütüphane yaratımından Anadol’un yeni çalışmasıyla iyice belirginleşen, artık her şeyin en ince ayrıntısına kadar ele alındığı bir dünyaya doğru hızla ilerliyoruz. Yakın gelecekte dünyaca ünlü kütüphaneler algoritmalar sayesinde veri bulutları oluşturarak kullanıcılarına daha hızlı, interaktif veriler sunacak gibi. Bu durum görece daha demokratik bir ortam sunacaktır. Peki, bu teknolojiyi elinde bulunduranlar bilgiye ulaşmamızın ne kadarına izin vereceklerdir? Bu kadar bilginin hızlı bir şekilde farklı ve benzer yönlerine göre ayrılmasını ne şekilde ve nasıl kullanacakladır? Biliyoruz ki bilgi güçtür. Bu gücü ötekileriyle paylaşmak isteyecekler midir? Öte yandan rüya görebilen bu aygıtların aynı zamanda rüyalarının içinde bir kâbus görme ihtimali de yüksek gibi duruyor? Zira tarihi yapan ve yazanların kim ve kimler tarafından nasıl oluşturulduğunu adımız gibi biliyoruz.
Anadol’un Arşiv Rüyası’nda zamansız ve mekânsız bir gezintiye çıkmak isterseniz sergiyi 11 Haziran’a kadar SALT Galata’da görebilirsiniz.