A password will be e-mailed to you.

Ayşegül Sönmez, 13. İstanbul Bienali sırasında Galeri Artist’te yaptığı “Kimyasal Düğün” başlıklı solo sergisi için geldiği İstanbul’da Rebecca Horn’la görüştü. Bu konuşmayı ilk kez sanatatak.com’da yayınlıyoruz… 

Ayşegül Sönmez: Size şimdi hayatınızdan bazı zaman dilimleri soracağım. Onların hatırlattıklarını çok kısa anlatmanızı istiyorum. Bir imge olabilir. Bir ses olabilir… Hamburg … 1960’lar…

Rebecca Horn:  O dönem, Almanya’da genç kuşak, hatta benden büyükler bile uyanıyorlardı. Bir uyanma anıydı. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ne olduğunun farkına varılıyordu.  Faşizmle hesaplaşma dönemiydi.  Çok eleştiriyorduk. Sürekli gösteriler yapıyorduk.  Nazilerden kaçan felsefeciler Amerika’dan dönmüşlerdi.  Horkheimer, Marcuse… Frankfurt  okulu… Hamburg’a gittim okumaya… Çok canlıydı gösteriler…  Gençler olarak bir kimlik bulmalıydık. Yeni bir kimlik… Babalarını takip etmek istemiyorlardı. Bir kopuş zamanıydı. Önemliydi. Öğrenciydim. Hem sanat hem felsefe okuyordum. Babam tekstil işindeydi. İki erkek kardeşim erken öldüler ve  babamın işini alacak kimse yoktu. Benim tekstil işine girmem gerekiyordu. İkinci travma da şuydu:  Çok hastalandım. Ciğerimde problemler oldu.  Polyesterle çalışıyordum çünkü…
 

Ayşegül Sönmez: New York… 1970’ler…

Rebecca Horn: Ansızın annem ve babam öldü. Birdenbire yalnız kaldım dünyada…  Almanya, 70’lerin başında çok vahşi oldu. Londra’ ya gittim. Çıktım. New York’ta karar kıldım.  Çok sağlıklı gelmişti bana… Param vardı. Heykel yapıyordum. Özgürdüm… Bireysel zamanlarımdı. Çok gençtim. Documenta sırasında 1972… Zamanın en çok genç sanatçısının katıldığı Documenta’ydı o… Çok farklı bir Documenta’ydı. Amerika’dan sanatçılar çağırmıştı Harald Szeemann. Baldessari mesela. Hans Haacke… Onlardır beni New York’a çağıran. “Niye gelmiyorsun, biz seninle ilgileniriz” dediler. Ben de gittim. 12 yıl kaldım. Artık ailem yoktu. Kendimi geliştirdim. Çok zordu kadın olarak daha zordu…
 

Ayşegül Sönmez: Anne ve babayı erken yaşta kaybetmek evet çok trajik; ama bir sanatçı olarak özgürleşmenizi sağlamış, kendinizi ifade etmenizi kolaylaştırmış olabilir mi?

Rebecca Horn:  Evet, tabii faydası olmuştur. Çünkü özgürleşmek kolay değil… Aileden kopmak çok zaman alabilir. Kendi sesinizi duymak hiç kolay değildir. Çünkü aile nihayetinde bir kozadır. Sizi sarar, korur, kendiniz olmanıza imkân vermeyerek… Benim için çok zordu ansızın yalnız kalmak. Ama kendi sesimi o sayede duyabildim, diyebilirim. Bir taraftan da hâlâ çok özlüyorum.  Ama şöyle bir şansım oldu. Uzun bir ilişkim oldu bir adamla… Ve onun kocaman bir ailesi vardı. Rus Yahudi kalabalık bir aile… Hatta amca tarafından Lillian Gish, sessiz film kraliçesi, kuzenlerdendi. Sürekli bir kutlama halindeydik. New York, büyük aileyle çok güzeldi.
 

Ayşegül Sönmez: Anne oldunuz mu?

Rebecca Horn: Bir oğlum var…
 

Ayşegül Sönmez: Szeemann, çok önemli bir adamdı. Onu andınız.  Şanslıyım onu tanıma fırsatım oldu. Çok önemli anlar var yakın dönem tarihe dönüp baktığımızda.  Bunlardan biri de When Attitudes Become Forms sergisi. Sergiyi bu yıl  Venedik’te gördüm. Çok ironikti. Görmez olaydım. Her bir odada en az iki güvenlik görevlisi vardı. Sürekli dokunma ve fazla kaldınız gibilerinden uyarılarda bulunuyorlardı.  Yani bir zamanların sanatı tüm sınırlarından özgürleştiren sergisi, korumalar tarafından tapınak gibi korunuyordu. Çok garipti. Öte yandan sizin işiniz, bu sergideki bazı işler gibi militaristik bir kavramsal sanata dayanmıyor.  Bana kalırsa anlaşılmaz ve poetik. Zamanla tanımlanmıyor. Zaman tarafından belirlenmiyor. Bu kadar uzun konuştuktan sonra sorum basit bir soru aslında:  Çağdaş sanat neden bu kadar çabuk yaşlanıyor? Ne dersiniz?

Rebecca Horn: Bence işin travmatik biri tarafı var. O da sanatçının yaşayıp yaşamadığıyla ilgili… Sanatını, sanatçı yaşadığı sürece kontrol eder. Ondan sonrası gerçekten çok zor. Çok ender olarak bazı küratörler işin nasıl yerleştirilmesi gerektiğiyle ilgili sıra dışı bir sanatsal duyarlılığa sahipler. Öldükten sonra tek ilgi eserinin kaç para ettiği ya da edeceğiyle ilgili… Koleksiyonerler ve müzayedeciler yatırım aracı olarak seni düşünüyorlar haklı olarak… Beuys öldükten sonra onun, benim, Bruce Nauman’ın, Kounellis’in katıldığı bir sergi vardı. Orada olmadığı için işini yerleştirmenin imkânsız olduğunu ilk kez orada fark etmiştim. Karısı taşı bir oraya bir buraya taşıdı. Olmadı. Çünkü o taşın enerjisini Beuys’dan başkası bilemez.  Belki bir güvenilir isim Konrad Fischer. O yapar yapsa… Ondan başkası yapamaz.  Heykelse hele yaptığınız… Onun çevreyle diyaloğunu kurmanız gerekir. Çok karışık…
 

Ayşegül Sönmez: Beuys’un öne önemli katkısı sanatçının tanımına oldu sanırım. Şifacı sanatçı gibi sanatçının bir tür şaman, irrasyonal doğaüstü güçleri olan mitik biri gibi anılmasına neden oldu. Sizin sanatçı tanımınız da böyle midir? Yeteneği açıklanamaz mı bulursunuz?

Rebecca Horn: Teorik olarak yaparız ama içgüdüdür. O da açıklanamaz. Neden bu bazen tuhaf görünür? 20 yıldır öğretim yapıyorum. Moskova’dan, Güney Amerika’dan öğrencilerim var. Hepsine bir dernek kurdum. Artık ders vermiyorum. Yardım etmeye çalışıyorum. Film çekmek mi; yoksa sergi kitabı mı istiyorlar? Destekliyoruz. Hep genç kuşaklar için bir şey yapmak istiyorum. Roman yazmak isteyenler dâhil… Burs veriyoruz.
 

Ayşegül Sönmez: Sanat öğretilebilir mi?

Rebecca Horn: İlk başta bir temel olabilir.  Şimdi artık eskisi gibi değil. Akademiye girer girmez ünlü olmak istiyorlar. Bu iş artık business çünkü…  Hemen şöhrete kavuşup para kazanıp sonra aynı şeyleri yapıyor oluyorlar.  Oysa sanat yaparken zamana ihtiyacın var. Çok düşünmen ve kendini yansıtabilmek için uzun zamanlara ihtiyacın var. Herkesin iç çalışması yapması lazım. Orijinal köklerini bulması lazım. Ondan sonra oradan devam edersin. Aksi takdirde orijinal köklerini bulmadan yoluna devam edersen, taklide düşersin.
 

Ayşegül Sönmez: Bir konferansta, “Rönesans gibi oldu kopya yapmak suç değil belki de bu çağda teşvik etmemiz gereken bir şey” dedim. Hatta bir yazımda da yazdım. Belki de bu çağ bir versiyonlar çağı…

Rebecca Horn: Biliyorum ama öte yandan şöyle düşünüyorum: Herkesin bir şansa ihtiyacı var. Belki oradan, o taklitten yavaş yavaş bir orijinalliğe varabilir. Evet, neden olmasın? Mesela ben çok gençken, NY’da Carl Andre vardı. Lawrence Weiner vardı. Sol Lewitt  vardı. Andre hayatı boyunca başka bir şey yapmadı. Yaptığını da 100 kere yaptı. Ama her defasında farklı yaptı. Amerika bunu buldu. Tekrarın yapılabileceğini Amerika keşfetti. Tekrarın kutsal olabileceğini, orijinalliğini…
 

Ayşegül Sönmez: Amerika öte yandan kendine bir modernizm de inşa etti…

Rebecca Horn: Evet; çünkü İkinci Dünya Savaşı’ndan kaçan sanatçılar Amerika’ya geldiler. Bunuel, Los Angeles’daydı. Dali onları etkiledi.  İlginç değildi belki o kadar; fakat bu patlamayla ilginçleşti. Ben oradayken, 1972’de, Andy Warhol ve fabrikası vardı.
 

Ayşegül Sönmez: Patti Smith…

Rebecca Horn: Robert Mapplethorpe’ u çok iyi tanırdım. Tam köşemde otururdu. Philip Glass sürekli konserler verirdi. Richard Serra’yla sürekli birlikteydik. Çok kalabalık değildik. 40 kişi falandık.
 

Ayşegül Sönmez: Şimdi imkânız bu dediğiniz. Ne acıklı…

Rebecca Horn: Şimdi Soho’ya gitmek neredeyse imkânsız. Herkes hızlı. Oysa hız yakar. Kaosa getirir sizi…
 

Ayşegül Sönmez: Entelektüel olarak  ne seviyorsam hep geçmiş yüzyıldan müzik, şiir, 1960’lar ve 1970’lerden…

Rebecca Horn: Benim de öyle… Laurie Anderson’ı seviyorum. Visconti filmlerini… Pasolini’yi hatta Woody Allen’i çok seviyorum. Amerikalar ondan nefret ediyor örneğin. Hakikatleri söylediği için… 11 Eylül’den sonra biz-siz olayı başladı yine… Oysa özgür bireyleriz hepimiz. İstediklerimizi ve düşündüklerimizi söylememiz önemli.  İnsanlık kalitesi çok düştü… Savaş var. Silahlarımız var. Kontrolü neredeyse imkânsız silahlar… İnsanların kullanmadığı otomatik uçaklar… Bütün bunlar yaratmanın kalitesini de düşürüyor. Yaratmanın kalitesini özlüyorum Ama sonuçta benim dediklerimi boş ver. Ben yaşlı bir kadınım.
 

Ayşegül Sönmez: Böyle söylemeyin. Kendinize haksızlık etmeyin…

Rebecca Horn: Etmiyorum. Ben çok fazladır ortalardayım. Çok seyahat de ediyorum. Oğlum beste yapar. Ben resim yaparım. Meditasyon yaparım. Budistim. Seyahatlerden sonra iki hafta kimseyi görmem. Bu bana yaratıcılık için bir şans verir.
 

Ayşegül Sönmez: Sanatçıların, onlu yıllara hapsolduğu zamanlarda güç bir şeyi başarmışsınız. Sırrı nedir? Budizm mi?

Rebecca Horn: Guggenheim sergileri beni çok yordu. İki yıl sürdü. Röportajlar veriyorum. İçiyorum. Çünkü kaldıramıyorum. Ama sonra değişmem gerekiyordu. O sırada Budizm’le tanıştım. Tam o dönemde… Meditasyon yapmaya başladım. Dalai Lama’yla tanıştık. Hâlâ bende bazı şeyleri var. Başka bir yola girdim. Hayatımı değiştirdim. Bu bana enerji sağladı.
 

Ayşegül Sönmez: İşlerinizin ardında inanç vardır diye düşünmüşümdür…

Rebecca Horn: Farklı anlarıyla zihnini temizlemen lazım yeni yaratıcı bir zihin için… Bu bir antrenman. Her sabah bir saat yoga ve meditasyon yoksa yaşayamam…


Ayşegül Sönmez: Peki bu sergiye gelirsek Bizans’ın mekanik oyuncaklarını hatırlattılar bana… İstanbul’un gizlenmeye çalışılan tarihine dair pek çok bilinmeyeni…

Rebecca Horn: Böyle düşünmenize çok sevindim. Bu ilişkiyi bu kadar dolaysız kurmanıza… Çünkü tamamen bu serginin arkasında Konstantinopolis var. Ona ilişkin düşünceler, imgeler, hayaller… Serginin başlığı, ortaçağda Almanya’da yazılmış olan “Chymische Hochzeit” adlı tanınmış kitaba atıf yapıyor. Özellikle İstanbul için yapılmış olan “Mirrored Light in a Desert Tree” adını taşıyan iş, imkânsızlar arasında bir simyaya dair. Kurumuş bir hibiskus çalılığının dalları sivri pirinçten pençelere sahip. Hareketli bir ayna duvarlarda gizlenmiş bir ışık kaynağının ve tavandan sarkan cam kürenin akislerini yansıtıyor. Bir kâsenin içinde çöl ağacının ayakları dibine yerleştirilen su, ağaca yürümez ve ağaç öylece kuru ve cansız kalır. Birbirine sürtünerek asabi ağustos böcekleri gibi sesler çıkaran iki omurgalı “Cricket Song” gibi ya da yeni  “Nine Prophets’ gibi işler, aslında hep İstanbul’un yansıttığı gerçekliğe alternatif fanteziler olarak, onun çağrıştırdığı geçmişe dair bir dünya olarak alınabilir.
 

Eylül 2013, İstanbul

Daha fazla yazı yok
2024-12-23 00:11:35