A password will be e-mailed to you.

 

 

Damsız Alınmaz
Kravat Takmak Mecburidir
Lütfen Mantonuzu Vestiyere Bırakınız

Bunlar hepimizin eğlence mekanlarının kapısında ya da özel gecelerin girişinde karşımıza çıkan, zaman zaman hoşumuza gitmeyen kural tabelaları.

Fransa’da önemli yerlerin kapılarında, sadece seçkin insanları içeri almakla görevlendirilmiş iri kıyım nöbetçilerin gözlerini üzerinize dikerek çabucak verdikleri düşük kanaat notuna itirazlarınızda, ortamın sertleşmesine ramak kala size gösterilen panoda/davetiyede genellikle şöyle yazar :

Tenue Correcte Exigée yani doğru giyim şartı aranır.

Spor ayakkabı ve kot pantolon giymeyerek bodyguardın karşısına jilet gibi çıkmanıza rağmen yine de içeri giremediyseniz bu sefer yapmanız gereken maalesef ten renginiz ve aksanınız üzerinde biraz oynamak.

Louvre sınırları içinde yer alan Dekoratif Sanatlar Müzesi‘nin 1 Aralık 2016 – 23 Nisan 2017 tarihleri arasında Denis Bruna’nın küratörlüğünde Constance Guisset’nin çok çalışılmış mekana uyarlamasıyla ELLE, Galleries Lafayette, Le Point gibi güçlü sponsorların desteğiyle varlık bulan 300 parçalık kalabalık serginin alt başlığa göre önemsiz kalan esprili üst başlığı: Doğru Giyim Şartı Aranır.

Esas ziyaretçiyi ilgilendiren mini manşet ise : Giysi Skandal Yaratınca.

Adından da anlaşıldığı gibi serginin ana sahnesi, inanç – aile baskısı – ortam kodları gibi giyime şekil veren faktörleri hiçe sayanlara ait. Kendilerini etliye sütlüye karışmayan konformistlerden ayıran, standardı bir kenara koyarak ilerledikleri yolda geneli provoke etmekten eksik kalmayanlar baş köşede.

“Elbiselerini yırtmak başlı başına bir delilik”.

Judeo-Hristiyan kültürde yeryüzü cennetinde üzerlerinde hiç bir şey olmadan mutlu mesut yaşayan Adem ve Havva’nın, oradan kovulmalarıyla birlikte vücutlarını saklamaları için kendilerine gönderilen elbiseleri giymeleri, örtünmenin dinen kabul edilen ilk izlerinin aslında bir cezalandırmadan ibaret olduğu anlatılır.

Bu yüzden serginin en başinda, ağır ağır çıktığımız merdivenlerin ve üzerine siyah film çekilmiş cam kapının ardından bizi Cranach’ın 1528 tarihli Defended Fruit’i tüm haşmetiyle karşılıyor.

David Lynch dekorlarını andıran sağlı sollu aynalarla kaplı kırmızı, loş bir koridorun sonrasında ortaçağdan itibaren kılık kıyafetin nasıl sınırlandırıldığını kanıtlayan belgeler bizi bekliyor.

Duvarda Erasmus’un “Elbiselerini yırtmak başlı başına bir delilik, renkli ve alacalı giyinmekse soytarılara veya maymunlara benzemeye çalışmaktan başka bir şey değil” sözleri…

Bunu okuyup İncil’deki elbise yırtmak ile ilgili bölümlere de göz attıktan sonra dizleri tek jilet darbesiyle düzgünce kesilmiş açık renk kotuma şefkatli bir bakış atıyor ve şöyle bir 400 – 500 yıl kadar geç doğduğuma şükrediyorum.
Belgelere göz atıldığında daha ilginç şeylerle karşılaşmak mümkün. Renklere yüklenen anlamlara inanmayan biri olarak yazıtlarda çok eski zamanlarda saray ve din adamlarının asılsız söylentilerle ilan ettikleri şeytani kırmızıdan, ölümcül sarıdan ve matem dolu siyahtan bahsedilmesine itibar edemiyorum.

Serginin bir sonraki adımında karşımıza çıkan, ortaçağ sonrası aristokrasisinde bakireliği simgeleyen pastel tonların süslediği bekar hanımların saray bahçelerinde avcı ve şövalye koca ararken giydikleri geniş sepetli, hafif dekolteli, 42 düğmeli, pratik kullanımlı olmaktan çok uzak Osmanlı ipeği giysilerin de dünyayı sadece film dekorlarında görünmek üzere terk etmiş olmalarından sanırım benim gibi herkesin memnun olduğunu düşünüyorum.

Tül tüccarlarına örnek olan gelinlik

Kraliçe Viktorya’nın evlenirken giydiği beyaz elbise ile başlayan pür-i pak gelinlik furyasının da içinde yaşadığınız kültüre bağlı geçersizliğini Hindistan’daki gelinliklerin kırmızı oluşuyla zihnimde kanıtlayıp işin içinden çıkıyorum. Ancak eski dönemlerde tabuları yıkmak deveye hendek atlatmakla eş değer. Beyazın saf ve temizliği simgeleyerek domine ettiği nikah dairelerinin pabucunu dama Bridget Bardot ilk eşi oyuncu Jacques Charrier ile 1954 yılında yaptığı evlilikle atmış. Pembe ve beyaz küçük karelerden oluşan Jacques Esterele imzalı bu naif görünümlü elbise sonunda tül tüccarlarının gelinlik piyasasındaki tekelini kırmış.

Önce çok garipsense de giyen B.B olunca 2-3 yıl boyunca Avrupa semalarında yeni evlilik trendi bu olmuş. Karl Lagerfeld’in annesinin rahibe kılığı tadındaki gelinliğini de karşımıza getiriyor sergi. Marie Antoinette’in Vigée-Lebrun tarafından saray erkânına yakışmaz bulunan resminin ardından Lebrun’un ikinci siparişte durumu telafi edişi serginin bir diğer önemli kılık kıyafet skandalları notlarından.

Jack Lang’ın giyiminden ötürü yuhalanış videosu

TBMM’de ceketinin önü açık olduğu için vaktinde eleştirilen Tansu Çiller ve Merve Kavakçı vakalarının nice benzeri de Fransa’da yaşanmış. Jack Lang ve Cécile Duflot adlı iki ünlü politikacının mecliste giyimlerinden ötürü yuhlanmalarının videoları, serginin görsel ve işitsel gücünün ilk ve önemli küçük ipuçları oluyor.

Bir sonraki vitrin, anaç ve yuva çekip çeviren kadının, spor yapmaya başlamasıyla muhafazakârları şoke etmesinden dem vuruyor. Bisiklete binmek için önceleri yün bir üst – bol gömlek – ağır bir manto ve uzun külot giyilmesinin dahi cesur karşılandığı yılların ardından yavaş yavaş kısa kollu, diz altı etekli yüzme kıyafetlerine geçiş çok parçalı bir koleksiyonla sunuluyor.

Su sporları bu noktada oldukça kilit bir nokta çünkü Coco Chanel kadın pantolonunu önce bir yüzme aksesuarı olarak tasarlamış. Pantolonun zengin kesimin en çok tercih ettiği deniz giyimi haline gelişinin ardından gündelik hayata sızabilmesindeki etkisi yadsınamaz.

 

Modern kadın görünümünün temelleri Chanel’in zihninden pantolon aracılığıyla pratiğe dökülürken Yves-Saint Laurent’ın dahiyene çizgileriyle netleşerek en sağlam şekliyle atılıyor. Chanel kadına adeta görsel hürriyetini verdi. YSL ise ona günlük hayatında hiç kaybetmeyeceği bir kudret yükledi. Kadın vücuduna bir daha ayrılmayacak şekilde sıkıca yapışan pantolon, özgürlük ve eşitlik çığlığının o dönemin şartlarında en güçlüsüydü. Ancak benim için vitrinin starı, görmeyi önce umup sonra kavuştuğum Rudi Gernreich’in 1964 tarihli Monokini’si oluyor.

Herkes bir gün tulum giymeyecek

Erkek pantolonu giyen kadınları akıldan çıkartmadan cinsiyet ile giyim arasındaki fırtınalı ilişkinin daha görsel ele alındığı Garçonne adlı bölüme geçiyoruz. Gözlerin Fatma Girik’in Şoför Nebahat’ini veya Müjde Ar’ın Caniko’sunu aradığı kısım, tarihin bilinen ilk travesti kahramanı olan Jean D’arc’in yargılanmasından bahsederek başlıyor. Marlene Dietrich’in Kırık Kalp filminde giydiği kostümün orjinalini göstererek dikkat çekiyor. 18. yüzyılda, 7 yaşına dek kız ve erkek tüm çocukların aynı şekilde giydirildiğini hatırlayıp Tele Tubbies’in moda duayyenleri kadar çözemediği Unisex kavramını derinlemesine inceliyorum. Kanaatim bir gün gelip herkesin tulum giymeyeceği yönünde netleşiyor.

Hanımların beyler gibi görünerek yaranamadıkları dini oluşumların ve resmi kurumların dikkatini neyse ki saraydaki hallerini peruk ve makyajla destekleyen erkekler fazla çekmiyor. Ancak onlar için de daha ileri gitmenin yolları her halükarda yeterince tıkalı. Bugün far ve pudra belki kullanılmıyor ancak krem ve jeller etrafında dönen erkek kozmetiği pazarının gün geçtikçe büyüdüğünü es geçmemek gerek. Bizde hiçbir zaman skandal olarak nitelendirilmemiş Muzaffer Çaha – Zeki Müren işbirliğinin örneklerini görmemeye kırılıp bu bölümden de çıkıyorum.

Madonna’nın unutulmaz büstiyeri

Zaman farklı amaçlar için tasarlanmış çeşitli ürünleri kullanımı az ve marjinal olsa da bir gün karşımıza çok başka gayelerle çıkartabiliyor. 1735 tarihli bir robdöşambrın Dries Van Notten, Kim Jones veya Marc Jacobs’ın elinde günümüz erkeğine enjekte edilen dar giyme sevdasıyla yıkanıp daha büzülü ama uzun dikiş ve nervürleri yerli yerinde üretilerek meraklısına sunulması, 14. yüzyılda ilk defa ortaya çıkan moda kavramının aslında geçmişten ve kendi içindeki alt branşlardan yararlanarak nasıl tekrara gittiğini ispatlar nitelikte.

Bu durumun akla gelen en büyük örneği herhalde Madonna’nın 90’ların başında başlıbaşına bir kıyafet olarak kullandığı, Jean-Paul Gaultier’nin Viktoryen dönemini 60’lar Pierre Cardin’ı ile harmanladığı, göğüsleri adeta delip ateş etmeye hazır seviyede sivri boneli korse.

David Beckham giyene dek Tabu

Skandal demişken Gaultier’yi anmadan olmaz. Hahamların giyim tarzını defile teması yapmasının yarattığı yankıların yanında erkek modasına eteği kalıcı bir biçimde yerleştirmesi şok ve provokasyon müptelası kişiliğinin yansımalarıdan sadece birkaçı. Erkek modasına dair tuhaf kabul edilen her şey, David Beckham medya önünde sadece bir kez giyene dek tabu oladursun, dünyanın skandal olarak algıladığı şeylerin aslında kimilerinin herhangi bir konuda genel toplum anlayışına göre biraz fazla ileri gitmiş olmasından geçtiğini ÇoK ! (Trop) isimli vitrin bize anlatıyor.

Paco Rabanne’ın Çok! ağır ve sert olan zırhtan hallice aluminyum tasarımı yorumcu Françoise Hardy’nin üzerinde kumaşın ne olduğunu sorgularken, aktris Mireille D’arc’ın derin sırt dekolteli Guy Laroche imzalı elbisesi ve 68’den bu yana şeffaflıkta sınır tanımayan YSL yapıtları avangard ile aşırılık arasında mekik dokuyor. Ama ÇOK! ‘u her zaman açık giyimle özdeşleştirmek mümkün değil.
Skandal arıyorsanız yakası kirli tişörtlere, patlamış Converse’lere ve düğmesi sökük hırkalara değil daha çok sıcak tutan vizon mantolara yönelmek daha doğru olacak. Seçeneksizlik ve ihtiyaçla başlayan bir doğa kanunuyken teknolojinin gelişmesiyle vahşilik olarak adlandırılmaya başlayan kürk giysilerden bahsediyorum.

Mireille Darc Le Grand Blond Avec Uen Chaussure Noire filminden, 1972

Bu noktada en ileri giden modaevi olan, tamamı çita ve kutup ayısı derisinden oluşan manto ve 3/4’ları satışa sunmuş olan Dior, Hermès’in piton çantaları ve YSL’ın tilki kabanlarını rekabette ezerken, bir gün geliyor ve tüm markalar halka yerleşen bilinçten çok Bridget Bardot’nun ördüğü kalın duvara çarpıyorlar.


Nisan 1977’de Paris Match’a bir foka sarılarak kapak olan B.B. normalize edilmiş bir skandalı tüm dünyaya şikayet ediyor ve adeta kürkün serbest düşüşünü başlatan isim oluyor.

Serginin son bölümü skandal yaratan defilelere ayrılmış.Daha önce bahsettiğim Jean-Paul Gaultier’nin hasidik şıklığının yanında Comme Des Garçons’un 80’ler başından gelen yarım/ bitmemiş duran çalışmalarının yer aldığı kısım, Dior’un unutmaya çalıştığı Galliano’lu kısa dönemden gelen Dilenciler temalı show’dan bir parça ile ilginçliği yakalıyor. Lüks defilelerin olmazsa olmazı güneş gözlüklü hanımlara ,gözlüklerini 2015’te birkaç dakikalığına çıkarttıran Rick Owens, kimliği yüzde değil, genital bölgede arayın diye bas bas bağıran viril çalışmalarıyla gülümsetirken, vitrinin en göze batan ürünü Mugler’in Kafkaesk bir metamorfozun şıklığını fantastik bir anlatımla ortaya koyduğu 97-98 sezonuna ait Le Chimère isimli çalışması.

Ben ise oyumu tereddüt etmeden Alexander McQueen’in 20 seneyi aşkın zamandır korkunçluğunun ve karanlık elegansının önüne geçilememiş ’95-96 sezonu tarihli Tecavüz temalı Highland Rape defilesinden gelen parçalardan yana kullanıyorum…

Doğru Giyim Şartı Aranır (Tenue Correcte Exigée) ağır başlayıp sonradan hareketlenen bir Kuzey Avrupa filmi ya da sıkıcı kısımlarını anlamadan geçer not almanızın mümkün olmadığı geneli zevkli bir ders gibi. İçerdiği fazla sayıdaki alt başlık ve kronolojideki düzensizlikten ötürü yer yer odaklanma güçlüğü yaşatan, daldan dala atlaması ve çocuklara yönelik Moda Oyunu gibi bir bölüm de içermesiyle biraz kafası karışık ve kaotik bir sergi.

Nihayetinde pozitifleri negatif detaylarına nazaran çok ağır basan, pişmanlık yaratması olanaksız bir teşhir.

 

 

 

Daha fazla yazı yok
2024-11-02 14:29:46