Bugün Ömer Uluç‘un altıncı ölüm yıldönümü kendisini Sanatatak Yayınları’ndan çıkan Umut Burnundan Dolaşarak kitabımızın Ece Ayhan söyleşisiyle sevgi ve özlemle anıyoruz.
Ece Ayhan – Hamlet (hayır, ‘kasaba’ anlamına değildir. Bir İnsan) hakkını aramak ve tüyler ürpertici bir “gerçek”i anlamak uğruna kendini deliymiş gibi gösterebilir, gösterir. “Gerçek”i ya da “gerçeklik”i aramanın, bence, ancak ve yalnız bir yoludur bu.
Ömer Uluç – Türkiye’de deliler çok önemli. Her ‘topluluk’ hayal kurar ya da kurabilir. Türkiye’nin delileri Türk olayının Türkiye’de düş görmesidir. Sözgelimi Van Gogh tedavi edilseydi ressam olmazdı. Akıllılık ile delilik arasında ince bir ayrım vardır.
EA – Türkiye’de psikoloji alanında “olsa olsa kutu psikolojisi var” deniyor, çok da yaygın. Toplumbilimci Şerif Mardin bile buna değindi.
ÖU – Evet; aydınların, bürokratların ‘kutular’ı vardır ama delilerin yoktur!
EA – Fransız “Gerçeküstücüleri” üzerine düşüncelerin nedir? Sen Paris’te yaşıyorsun ya.
ÖU – Gerçeküstücüler ‘büyü’ye inanırlardı. Breton sanatçılara, bütün sanatçılara Bilinçaltı’nı (yani Bilinçdışı) önerirdi. ‘Kâşif’ sözcüğünü kullanıyor. Yaşamın sırrının bilinçaltlarında olduğunu düşünürdü. Sanatçıların da, maalesef ‘kutular’ı vardır, yalnız psikologların, psikiyatrların olacak değil ya.
EA – Çevremizde her şey. Kamusal (kara kamu) kılınmış. Ne ‘marj’a, ne ‘birey’e, ne ‘ütopya’ya sanki yer ve zaman yok!
ÖU – Sen adama arkadan sesleniyorsun, oysa adam yüz yüze konuşmaya alışmış.
EA – Sanatta çok şey gizlilikte geçer, geçebiliyor ya da.
ÖU – Prokopius var tarihte, Bizans. Sanatın da gizli bir tarihi oluyor.
EA – İletişim?
ÖÜ – Ressamın iletmek istediği ‘mesaj’ın önemi belirli bir gerçeklikle orantılıdır. Sonra ‘süreç’ de önemli.
EA – Usta-çırak ilişkisi gibi. Sanatçı tarihte önceleri zenaatçı değil miydi?
ÖU – Picasso, başlangıçta, o gerçekçi resimlerini yapmasaydı meramı olan ‘mesaj’ı iletemezdi gibi geliyor bana.
EA – Yol ayrımında bulunmak, ya da oraya düşmek bir sanatçı (ve her sanatçı) için çok önemlidir.
ÖU – Picasso tam anlamıyla bir dörtyol ağzında bulunmuştur. Bir kez, Napolyon’un Mısır’dan dönerken getirdiği bütün kültürler el atındaydı. Beni çok etkileyen ‘Mısır kedisi’. Avrupalı dışardan beslenir. Yapabilirse bir kişiyi binlerce adam yapar. Bin el, bir el’dir. Biz sanırız ki, ‘hadi biz de yapalım’.
CUMHURİYET, 80’ler
2
Ömer Uluç’la Geceyarısı Yapılmış Konuşma
EA – Ben her zaman resimde de ‘tehlikeli resimler’den yana oldum, olurum. Şerif Mardin, “Türkiye’de hep ‘uslu resimler’in yapılması ilginçtir” diyor. Yapılır.
ÖU – Bu ‘yakalama’yı doğru buluyorum, ‘hep’ demesek bile.
EA – ‘Düşünce’de, ‘şiir’de ve ‘iktisat’ta da egemendir bu olgu. Sözgelimi, Asaf Savaş Akat, “Kesin bir vergi reformu yapılamaz Türkiye’de” der… Oysa, ‘mutation’u, ‘sıçramalı gelişme’yi sözlüklere bakıp ‘kulüp değiştirme’ ya da ‘sağı solu kollayarak davranma’ anlamına almamalı.
ÖU – Türk resmindeki ‘yaramazlaşma’ da dışarıdaki ‘yaramazlaşma’nın denetiminde. Bizim ressamlarımız güvenlikte olmayı seviyorlar. Sanat yapmak bir riski göze almak demektir. Özünde tehlikeye atılmayı gerektiren küçük girişimlerde bile daha önce dışarıda yapılmış bir resme benzerlik aranır. Ben Türk ressamlarının bu konuda fazla eğitildikleri kanısındayım. Yapılan resmin önce resim olduğunu unutmak gerekir. Mesajı iletmektir sorun.
EA – Cemal Süreya, “Şiiri yeni kılan, biraz da şiirin dışındaki şeylerdir” diyordu.
ÖU – Bence ressamın iletmek istediği şey öne çıkmalı. Picasso, bıyık altından gülerek, Braque için “Afrika sanatına sanat olarak bakıyor, onların ‘büyü’ işi olduğunu hepten unutmuş” diyordu. Sanatçının varoluş sorunları hiç unutulmamalı. Resim ‘uslu’ olduğu zaman tam bir ‘meta’ olur, az sonra da ‘mal’!.. Bugünün toplumu her şeyi uslulaştırma niyetinde.
EA – Bir marş duyduğunda tüylerin diken diken olur mu?
ÖU – Kesinlikle hayır!
EA – Ulusallık sorunu biz bu coğrafyadakiler için biraz handikaplı değil mi?
ÖU – Her sorun handikaplıdır ama edebiyatta, hiç değilse ‘dil’ onu dışarının ağır etkisinden koruyor. Resimde bu yok. Dolayısıyla resimde korunma yok!
EA – Demek resimde de gümrük duvarları yok!
ÖU – Edebiyatta ulusallaşmayı pek bilmiyorum. Ama resimde tersi olduğunu biliyorum. Dış etkiyi bir anda ‘yiyorsun’, zoka! Oysa her ressamın bir coğrafyası var, olmalı.
EA – Şairlerin de kentleri!
ÖU – Evet, bir kenti bir iki sanatçı yapar. Yapmıştır.
EA – Senin hiç ‘hamasi’ bir resmin var mı?
ÖU – Denizaltı resmi yapmak hamasilik ise, evet. Ulusallık nerdeyse antropolojik bir sorun. Ülkenin bütün müzeleri genel antropolojik ipuçları veriyor.
EA – Ben dünyanın bütün insanbiçimcilerini Türkiye’ye çağırmak isterdim, hatta İstanbul’a. İsterdim.
ÖU – Bizim Rönesans’ın sonuçlarına bağlanmamız gerekmiyor. Ressamlar çarpık, aykırı şeylere bakmalı. O zaman değişik şeyleri görebilirsin. Rönesans ondan sonra. İnsan dürbününü sürekli ayarlamalı. Uzaklaştırmalı, yaklaştırmalı; yani odaklama. Bu anlamda bir ulusallığa varım.
EA – Senin ‘tarih’le bir ilgin oldu mu hiç?
ÖU – Bu bir ressama sorulan ilginç bir soru. Düşünce gizli bir olaydır. Toplumsal düzeye çıktığında anlaşmalar yapmak zorundadır. Dolayısıyla, benim tarih düşünüp düşünmediğim resmimden anlaşılabilir. Ben tarihi düşündüğümü sanıyorum. Biz aslında bütün eski ressamlarla birleşmek istiyoruz.
EA – Yani buluşmak!..
ÖU – Buhari, Levni… Minyatürü düşündüğümü, minyatür yaparak düşündüm. Sözgelimi, Praksiteles’in bir heykeliyle Mısır kedisi aynı resmin içinde; göreceksin.
CUMHURİYET, 26 KASIM 1985